SENARYOLARDA FİGÜRAN OLMAK – Mim Yavuz Binbay

portreŞekspir’in yaşamla ilgili bir belirlemesinde « yaşam bir tiyatro sahnesidir. Herkes yaşam denen tiyatro sahnesinde rolünü oynar ve rolü bittiğinde sahneden çekilir ve perde kapanır. »

Bireylerde toplumlarda ya kendi çizdikleri senaryoya başrol oyuncusu veya başkalarının onlara uygun gördüğü senaryolarda yardımcı oyuncu veya başkalarının senaryolarında sadece figüran olurlar.

Gerek Türk gerekse Hollywood’un bol vurdulu – kırdılı filmlerinde başrol oyuncusu dokunulmaz, her şeyi yapabilme hakkına ve kudretine sahip bir konumdadır. Bütün mahalleye, şehre hatta bazen devlet başkanlarına tavsiyelerde bulunur veya kafa tutar. Senaryoya konan bir incir çekirdeğini doldurmayacak bir görev için yüzlerce insan öldürür ve senaryoda ölenlerin hesabı tutulmaz çünkü onlar figürandır. Veya karşı taraftandır. Bu iki kavrama ait olanların katli vaciptir!  filim sona erer ne olduğu ve ne yaptığı belirsiz başrol oyuncusu yüzlerce figüran öldürdükten ve bir şehri yerle yeksan ettikten sonra kendine has bir havayla sanki bir eğlence partisinden dönüyormuşçasına ya sevgilisini öper veya onu görevlendiren sorumlunun takdirlerine mazhar olur. Ortada ne katliam kalır nede yıkım.

Aslında fi tarihinden beri tarihimiz böylesi senaryolar üzerine kurulmuş bir tarihtir. Milattan önceki ve son 20. Yüzyılda ki iki dünya savaşına ve aradaki bir dizi savaşlara baktığımızda olaylar tamamıyla böylesi senaryolar üzerine kurulmuştur.

Milattan önceki savaşlarda; krallığını kurmaya veya koruma adına oluşturulan senaryolarda kralın krallığını kurmasına veya kral rolündeki güce krallığını kurmasında yanında yer alanlar ve onların kullandığı esamesi okunmayan figüranlar vardır. Ortaçağda din savaşları,  20. Yüzyılda vatan koruması adı altında emperyalist konumdaki güçlerin güçlerini pekiştirmesi senaryoları oluşturulmuştur. Bu senaryolara her döneme uygun argümanlarla yerel işbirlikçiler ve figüranlar kullanılmıştır. Her dönemdeki senaryoların ortak ve net noktası senaryo sahiplerinin figüranların kanı üzerine soygun düzenlerini pekiştirmesidir.

1914 ve 1930-45 yıllarında sahnelenen katliamlar süreci ile ilgili hafızamızı yokladığımızda bu tür senaryoların birinci ve ikinci dünya savaşları olarak tarihe geçen katliam süreçlerinde de sahnelendiğini kolaylıkla tespit edebiliriz. Tarihe baktığımızda tüm demokrasi cephelerinin bu dönemlerde üç önemli katliamın gerçekleştirildiğini bu gün soykırım olarak adlandırdığımızı rahatlıkla görebiliriz. Birincisinde Ermeni ve Süryani soykırımı ikincisinde de Yahudi soykırımını görmekteyiz. Ancak o dönemi incelediğimizde başlatılan savaşların bugün olduğu gibi belirli (aynı) çevrelerce çeşitli “demokratik” girişimler adı altında başlatıldığını görmekteyiz.

Bu her üç katliam sürecinin senaristleri aynı emperyalist güçlerdi (A.B.D, İngiltere, Fransa, İtalya ve Almanya) yerel işbirlikçiler balkan halkları ve Araplardı. Mağdurlar ise Ermeni Süryani ve Yahudilerdi.

Birinci dünya savaşı yıkımının harabelerinde yüzyıllardır Osmanlı sömürgeciliğinin baskısı altında yaşayan Arap halkları için, halkla bağları olmayan tek hikmetleri emperyalistlerle kurdukları ilişkiler olan güçlerden oluşturulan yönetimlerle cetvel devletler olarak adlandırılan devletçikler kurdular. Bu devletçiklerin yöneticilerine emperyalistlerce verilen en önemli görev onların çıkarlarının yani petrol gelirlerini onlar adına tahsil edip kılıfına uydurarak silah alımı vb. biçimlerde onlara ödemeleri ve bunu yaparken halk dinamiklerini çağdışı yöntemlerle baskı altında tutmalarıydı. Dünyaca ünlü ekonomist Zigler’in 2005 yılında bir raporunda değindiği gibi son 10 yıl içerisinde ABD’nin Suudi Arabistan yönetimine sattığı silah bedeli 786 milyar dolardır. Oysa ne Pentagon’un bu süre içerisinde bu kadar silah üretebilme kapasitesi var nede Arabistan topraklarına bu miktarda silahı konumlandırma imkânı var. Bu satış tamamen kâğıt üzerine yapılmış. Yani yukarda anlattığım tahsildarlığın kılıfına uydurulması durumudur. Emperyalist güçler Arap coğrafyasında güçlü bir karakol vazifesi gören tahsildarları aracılığıyla milyarlarca doları kasalarına aktarırken, işbirlikçileri göreceli bir zenginlik içinde yaşarken Arabistan yarımadasındaki halklar taassup ve diktatöryal yöntemler altında inim inim inliyor. Arap yarımadasında hiçbir zaman Arap halkına hizmet eden bir yönetim oluşmadı. Deyim yerindeyse Osmanlı sömürgeciliğinden kurtulan Arap yarımadası halkları ABD ve İngiliz sömürgesi olarak terfi ettirildi! Tahsildar olarak Katar kökenli Suud ailesi başa getirildi. Arap halkıyla ve tarihiyle alay edercesine kurulan devletin adını da Suudi-Arabistan olarak yani Suud ailesinin Arabistan’ı olarak koydular.

Lübnan’da Fransız sömürgecilerinin vesayetinde kurulan yönetim göreceli bir başarı sağlayıp Ortadoğu’nun İsviçre’si unvanını alacak bir yönetim kurmayı başarınca başta Fransa’nın provakatif senaryolarıyla 50 yıldır iç savaşa sürüklenerek harabeye çevrildi.

Irakta Kürt halkı ve Türkmenler ve Ürdün de Filistinliler hesaba katılmayarak cetvelle çizilen devletlerin başına gene Katar kökenli kardeşler olan Kral Hasan ve Hüseyin’i getirdiler. Arabistan’da yürüyen senaryo Irak’ta tutmadı kısa bir süre sonra Arap ve Kürt dinamiklerince gelişen halk hareketlerine karşı general Ebul el Bekr’e darbe yaptırıldı. Bu darbeyi bir dizi darbe izledikten sonra BAAS partisi ilk etapta Kürt ve Arap halk dinamiklerini ve Sovyet rejiminin desteğini arkasına alarak iktidarı ele geçirdi. Petrol şirketlerini millîleştirdi. Bu millîleştirme eylemi emperyalistlerin öfkesini üzerine topladı ve bu millîleştirme eyleminin cetvelle çizilen diğer Arap ülkelerine sıçramasından korkarak provokasyon senaryolarını devreye koydu. Kısa bir süre sonra bu provokasyonlar etkisini gösterdi ve halk hareketi olarak iktidarı ele geçiren BAAS diktatoryal bir rejime dönüştü. Ülkedeki Kürt ve Şii Araplara karşı katliamlar uyguladı.

Aynı senaryonun bir parçası olarak İtalya’nın himayesinde kurulan cetvel devletlerinden biride efsanevi direniş liderlerinden Ahmet Muhtar’ın ülkesi Libya’ydı. Senaryo sahiplerince başa getirilen kral İdris kısa bir süre sonra Irak’taki millîleştirme hareketinin etkisiyle 1969’da, ordunun genç subaylarından Muammer Ebu Minyar El-Kaddafi bir grup subayla birlikte Kral İdris’e karşı bir darbe yaptı. Mısır’da Cemal abd’el Nasır öncülüğünde ulusalcı bir hareket başlatıldı. Ancak hiçbir zaman başarıya ulaşamadı. Nitekim ardılları tam bir Amerikan kuklası durumunda olan Enver Sedat ve Hüsnü Mübarek ülkeyi tam bir batağa sürüklediler.

Bu girişimler emperyalist senaryoların tıkır tıkır işlediği körfez ülkeleri emirlikleri ve Arabistan’daki emperyalist çıkarlar için tehlike çanları anlamına geliyordu. Bu sebeple bir dizi provakasyon senaryoları devreye kondu. Bu provokasyon senaryoları sebebiyle bu coğrafya hep çatışmalı bir coğrafyaya dönüştürüldü. Emperyalist ve Sosyalist sistem denklemi üzerine kurulu iki kutuplu sistemde coğrafya iç savaşa sürüklenmeden ama asla demokratik bir istikrara kavuşamadan diktatoryal rejimlerin oluştuğu bir coğrafyaya dönüştü.

Günümüze kadar uygulanan senaryoların kısa özetinde anlaşılacağı gibi uygulanan senaryolarda bu coğrafyanın asal halkları olan Araplar-Kürtler-Ermeniler-Süryaniler-Êzidiler-Türkmenler bir argüman olarak kullanılmış ancak asla kaâle alınmamıştır.  Senaryolarda en iyimser yaklaşımla işbirlikçi tahsildar veya figüran olarak kullanılmışlar.

Bu senaryoların sonucunda bu coğrafyanın tüm halklarına işletilen insanlık suçlarına varan katliamlar, etnik temizlik ve soykırımlar sonucunda birbirine düşman edilmiştir. Halklar (Kürtler-Araplar-Süryaniler-Ermeniler vd.) parçalanarak tahsildar ve jandarmalık görevi ile görevlendirilen rejimlerin insafına terkedilmiştir. Bu rejimler tarafından “kontrol” altında tutmak amacıyla uygulanan red-inkâr ve asimilasyoncu baskıcı politikalar sonucunda düşmanlıklar diri tutulmuş ve bu yüzyılın başında ekilen tohumlar bu politikalar sonucunda bugün uygulanacak senaryolar için olgunlaştırılmıştır.

Bugün uygulanan senaryo olgunlaştırılan bu tohumların ve aynı anlayışla gelecek yüzyılda jandarma ve tahsildar seçimi için ekilecek tohumların senaryosudur. Uygulanan senaryo 20. Yüzyılda uygulanan senaryonun 21. Yüzyıl versiyonudur. Hafızamızı biraz zorlayıp o dönemdeki demografik yapı üzerinde oynan oyunları ve oyuncuları hatırlarsak aslında senaryo ve başrol oyuncuları aynı sadece yardımcı oyuncular ve figüranları değişik.

Yazımın uzadığının farkındayım ancak birkaç yazımda da değindiğim birkaç hatırlatma yaparak devamına bir başka yazımda değineceğim.

Bu gün sırasıyla bu bölgelere baktığımızda istikrarsızlaştırılan hiçbir ülkede demokratik gelişmeler olmadığı gibi tam tersine bir kaosa sürüklenmiş durumda. Bunları sıralayacak olursak; Afganistan’da durum ortada her gün onlarca insan ölüyor, kadınlar taşlanıyor, uyuşturucu trafiği belirli çevrelerin denetiminde tam hız devam ediyor, hala bir mekanizmadan bahsetmek bile mümkün görülmemektedir. Irak, Saddam diktatörü devrildi ancak yerine kurulan rejim Saddam’ı aratmadığı gibi demokrasiyi 100 yıl geri götürdüğü gibi hala bir istikrar gözükmediği gibi mezhep ve etnik çatışmalarla boğuşmaktadır. Yakın bir gelecekte de bu coğrafyada yaşayan tüm etnisiteleri (Arap-Kürt, Türkmen-Süryani-Ermeni-Alevi-Hristiyan-Ezîdi vd.) düşman olarak algılayan uluslararası güçlerce desteklenen uluslararası terör örgütü ISID’i de eklersek durulacağa benzemiyor. Ama net olarak ABD savaş tazminatı olarak Irak petrollerinin %65’ine el koymuş durumda. Petrolü kim ihraç ederse etsin (Kürt veya Arap)ABD bu payını almaya devam etmektedir. Bağımsız insan hakları kurumlarınca Saddam rejiminin sona ermesinden bu yana üç buçuk milyon Iraklının hayatını kaybettiği, milyonlarcasının ağır işkencelere maruz kaldığını ve milyonlarcasının göç ettiğini belirtmektedir. Libya’da Kaddafi devrildi yerine kabileler ve etnik bir savaş başladı ve ne zaman biteceği konusunda kimse bir tahminde bulunamamaktadır ancak net olarak Fransa Libya petrolünün %35’ine el koydu. Fas, Tunus, Cezayir, Yemen’de sular durulmuyor. Sudan, Mali ve birçok bölge ülkesinde durum farklı değil. Son olarak Suriye ve Mısır; Suriye’de 30 yıldan fazla süren bir diktatoryal rejimden demokratik açılımlar yapmaya başlayan bir rejime neden ithal radikal gruplar kullanılarak müdahale edildi. Bir anda reformcu bir iktidar katliamcı ilan edilerek ülke iç savaşa sürüklenerek yerle bir edildi. Orada desteklenen radikal dinci grupların demokratik mücadeleyle ve Suriye’yle ne alakası var? Rejim yıkıldığında yerine kurulacak rejimin nasıl bir rejim olacağını bilen veya tarif edebilecek bir çevre var mı?

Oyun kurucular bu coğrafyaya eğittikleri paralı askerlerini konumlandırarak bu coğrafyayı bir kaos bölgesine çevirdiler. Bunu yaparken daha önceki senaryolarında kullandıkları demokrasi, hakların özgürlüğü gibi çeşitli argümanlar kullandılar. Kaosa sürükledikleri halklardan işbirlikçiler devşirerek yeni tahsildarlar oluşturmak karşılığında destek vaadiyle hamiliğe soyundular. Oysa düşündüğümüzde bu kaosun müsebbibi hamiliğe soyunan bu emperyalist güçler değil mi? halkların düşmanı ISID onların oluşturduğu bir güç değil mi?  Kasaplar derneğinden hayvan hakları savunucusu olur mu?

Sürdürülen politikalar ayırım gözetmeden bu coğrafyanın asal unsurları olan Arap-Kürt-Süryani-Ermeni-Êzîdi halklarına karşı tam bir etnik temizliğe dönüşmüş görüntüsü vermektedir. Özellikle yukarı Beyt-Nahreyn ve Anadolu’da yaşayan Türkler-Kürtler ve Araplar tarihlerinden dersler çıkararak uluslararası güçlerce kurgulanan senaryoda işbirlikçi tahsildar ve figüran rolü oynayarak tekrar bir insanlık suçuna bulaşmama ve topraklarında yaşam savaşı veren Arap-Kürt-Süryani-Ermeni-Êzîdi halklarıyla ve figüranlık üstlenmeyen gerçek müttefiklerine destek olma basiretini gösterebilmelidir. Bu basiretli davranışla belki yüzyıldır sırtlarında bir kambur misali taşıdıkları insanlık suçunu hafifletebilirler. Halkım adına basiretli davranabilmek dileğiyle.

Mim Yavuz Binbay

http://www.siirtnews.com/yazar-201-senaryolarda_figuran_olmak.html

http://www.mardiniletisimgazetesi.com.tr/Senaryolarda-Figuran-Olmak-yazisi-300/

http://www.gelawej.net/index.php/yazarlar/157-konuk-yazar/868-senaryolarda-figueran-olmak