Temsilde Etik kurallar – Mim Yavuz Binbay

portreSon dönemlerde 1920’leri ve 1970’leri çağrıştıran toplumun değişik bileşenlerini temsil ettiğini iddia eden konferanslar ve kurumların bolluğunu gözlemlemekteyiz. Ama ne yazık ki bu bollukta temsil edildiği söylenen toplumsal bileşenlere yansıyan bir sonuç gözlemleyememekteyiz.

1920’lerde Lozan konferansında ismet İnönü Türklerin, Kürtlerin ve bilumum Müslüman toplulukların ( Arab, Çerkez, Laz, Boşnak vd. ) temsilcisi olduğunu ifade etmiş ve Lozan görüşmelerini öyle sürdürmüştür. Bu temsiliyeti kâğıt üzerinde resmi olarak taraflara kabul ettirmesine rağmen, 90 yıllık yansımasına baktığımızda Türkler dışında toplumun diğer birleşenlerine temsiliyetin sonuçları yansıtılmamış, aksine onlara karşı bir red-inkâr,  kıyım ve asimilasyon silahı olarak kullanılmıştır. Daha sonraki yıllarda Mustafa Kemal bu temsiliyeti bu ülkeye komünist partisi gerektiğine karar verirsek onu da biz kurarız diyebilecek totaliterliğe vardırmıştır.

1920’lerin 1970’lere yansıma versiyonunu farklı toplumsal katmanlar yansıtsa da anlayış aynıdır. Toplumsal yapı da belirli bir örgütlenme seviyesine ulaşmış politik yapılar ve gruplar kadrolarını yönlendirerek veya görevlendirerek aynı toplumsal kesimler hatta kişilerle kurdukları dernek, sendika, siyasi grup ve benzerlerini sanki toplumsal bileşenlerin kurdukları birlikler, cephelermiş gibi yansıtmaya çalışmıştır. ( TKP’nin UDC’si Kürt demokratlarının UDG’si, diğer Türk sol demokrat-sosyalist grup ve partilerinin cepheleri). Oysa tüm bu yapıların bileşenleri, dinamikleri, kadroları aynı yapı ve kişilerdi. Sonuçta hiçbir sonuca ulaşmadan 5 generalin klasik oyunlarıyla hiçbir sonuca ulaşamadan paydos ettirildi. Ama toplumsal bedelleri çok ağır oldu. (bkz. 12 Eylül darbesi istatistikleri) oysa bu cepheler, birlikler temsil ettikleri bileşenlerini sayarken hatırı sayılır uzunca bir liste sıralıyorlardı. Bizim kuşağımız bu tür örgütlenmeye naylon örgütleme veya tabela örgütlenmesi diyordu. Diyordu ama bunu sadece kendi bağlı bulunduğu örgütlenme dışında kalanlara söylüyordu.

Evet, bu deneyimleri yaşadık ve bugüne geldik. Bugüne baktığımızda kendimize samimiyetle sorabilir miyiz; bu deneyimlerden ne kadar ders çıkardık?

Yapılan konferans, basın açıklamaları, kurulan kurumların bileşen listelerine baktığımızda herkes tüm bileşenlerin temsiliyetini saydığını gözlemliyoruz. Ama ne yazık ki hala ne sosyolojik nede siyasal somut bir yansımasını gözlemleyemiyoruz.

Denebilir ki, toplumsal bileşenlerin orantısal yansımaları bu örgüt kurum ve konferanslara azda olsa yansıdığı için açıklamalar böyle yansıyor. Bir anlığına bunun doğru olduğunu kabul edelim. Peki, bu orantısal temsil zayıfta olsa bunun o bileşenlere sosyolojik ve siyasal yansımalarının olması gerekmiyor mu? öyle bakın yanımda süs gibi duruyor değil, pragmatik değil somut işlevselliği olan, ilkelerle belirlenmiş böylesi yansımaları gözlemleyenimiz var mı?

Ben Türkiye’nin dört kurucu unsurundan üçüncü etnisitesi olan Arab halkının cephesinde biri olarak böylesi bakın yanımda süs gibi duruyor değil, pragmatik değil somut işlevselliği olan, ilkelerle belirlenmiş böylesi yansımaları gözlemleyemedim. Ama bazı basın açıklamalarında (tümünde değil, zaten samimi ve ilkesel bir yaklaşım olsaydı tümünde olurdu) kerhen de olsa, konferanslar ve kurumlarda Arab temsiliyeti geçmesine rağmen hala bu temsiliyeti yansıtacak ( kimliğini yansıtmamak kaydıyla, yani Arab olduğunu ifade etmeyeceksin hariç sosyolojik ve siyasal yansımalarına rastlamamaktayız. Peki, bu anlayışın 1920 anlayışından ne farkı var. Arab kardeşlerimiz gelip kurumlarımızda yer alsın ortak vatanda birleşiyoruz söyleminin 90 yıllık söylemden ne farkı var? Türkiye Arapları adına bu tür kurumlarda veya konferanslarda yer aldığını iddia edenlerin Arab toplumsal yapısında somut ve pratik bir karşılığı bir yansıması olmadır. Tersi durumlar ise 1920’lerin günümüz versiyonu olmaktan öteye gidemezler. Günümüzdeki durumun sonuçları ise ortadadır.

Eğer ortak vatan varsa oransal olarak ortak temsil olması, temsilin ilkeler bazında paylaşımının var olması gerekmez mi? Bu güne kadar bu konuyu yazınsal olarak kâğıt üzerinde veya söylemde dahi dillendirildiğini gözlemlemek mümkün değil. Arab halkının kültürel, siyasal haklarına saygılı olduklarını söyleyenler bu konuda ne gibi bir programa sahip olduklarını, bu konuda ne gibi projeleri olduklarını ajitasyona ve nabza şerbet veren nutuklarla değil ilkeler bazında açıklayabilirler mi?

Türkiye’de yaşayan Arablar, Arab devletlerinde ( Irak, Suriye, Suudi-Arabistan, Libya Mısır vd) yaşayan Araplardan çok Türkiye’de yaşayan Kürtler, Türkler ve diğer azınlıklara daha yakındır. Ve ortak bir geleceğe sahiptir. Bu halklarında ortak gelecekleri burada yaşayan Türkler ve Kürtlerden sonra üçüncü azınlık olan Arablarla olduğunu unutmamalıdır.

Türkiye’deki Arablar bugüne kadar çeşitli sebeplerden dolayı (sebepleri 90 yıllık baskı politikalarıdır) bağımsız bir kurumsal temsiliyet sağlayamamıştır. Ama demokrasi ve hak arama mücadelelerinin tümünde yoğun bir biçimde fedakârca yer almıştır. Arabların bugüne kadar hakları için mücadele etmediğini iddia etmek tek kelimeyle büyük bir haksızlıktır. Veya red ve inkâr politikasının farklı bir versiyonudur.

Uluslararası ve ulusal konjonktürlerin değişmesiyle birlikte Türkiye’deki Arablarda birkaç yıldır kendi özgün örgütlenmesini yapılandırmaya çalışmaktadır. Bu yapılandırmada temsiliyeti sadece kâğıt üzerinde ve toplantılara katılarak değil halkın yaşamındaki taleplerine cevap vermeye çabalayarak, ilmek ilmek talepleriyle bütünleşerek, hem kendi hemde bu coğrafyayı paylaştığı halkların mücadelesinden deneyimler çıkararak bir yapılandırmaya gitmektedir.

Ortak gelecek etik ve hakkaniyet ölçüsünde temsiliyetten geçer. Bu ilkeler çerçevesinde yapılandırdığımız Arab-Arami-Asuri Birliği olarak, ilkeler çerçevesinde bu coğrafyayı paylaştığı diğer birleşenlerle, gel yanımda dur ismini kullanayım mantığıyla değil ilkeler çerçevesinde geçmişten dersler çıkararak her platformda birlikte olmaya davet ediyoruz.

  • “Başka bir etnisiteye tabi olmak zorunda değiliz, Kendimiz (Arab-Arami-Asur-Süryani-Keldani-Mihallemi) olarak özgünlüğümüzle yansımak istiyoruz. ” 

 

  • Biz kimseyi inkâr edip yok saymadık, kimsenin de bizi inkâr edip yok saymamasını, yok sayan politikalara destek vermemesini istiyoruz.

 

  • Biz kimseye karşı ve alternatif bir yapılanma değiliz ve olmayacağız, kimsenin de bize karşı olmamasını ve alternatif olarak görmemesini diliyoruz.

 

 

Mim Yavuz Binbay

Arab-Arami Birligi Platformu Sözcüsü

Iletisim – araskem@gmail.com  tel – 0532 345 34 42

 

http://www.gelawej.net/index.php/component/content/article/135-politika/10908-2013-06-21-22-09-17.html

http://tr.rizgari.com/modules.php?name=News&file=article&sid=40538

http://www.kurdistana-bakur.com/modules.php?name=News&file=article&sid=7223

http://www.ikincibaski.com/?p=2209