Dünya bir süredir yaşadığımız bu siyasi cinnetleri birinci ve ikinci Dünya savaşları olarak adlandırılan savaşlarda yirminci yüzyılda beceriksiz siyasetçilerin basiretsizlikleri sebebiyle sorunlara politik çözümler üretememeleri sonucunda yaşamıştı. Uzun bir süredir aynı basiretsizlik sebebiyle tüm dönemlerin en büyük ekonomik-siyasal krizi katlanarak gezegenimizi yok edecek tehlikeli bir boyuta everildiğini gözlemekteyiz.
İkinci dünya savaşı öncesi durumu birinci dünya savaşı koşulları çerçevesinde yorumlayan bu yazı 3. Dünya savaşı öncesi dönem olarak değerlendirdiğimiz bu dönemde yararlı olacağını düşünüyorum.
Küresel olarak bu beceriksizliğin günah keçisi olarak gösterilen Donald Trump yerini John Biden’a bıraktı, Biden da süresini tamamlamak üzere, Biden’in başkanlığı süresince uygulanan politika ve eylem programları var olan sorunlara derman olmak bir yana tam bir kaosa yol açacak basiretsizlik ve çılgınlığa sebep oldu. Biden-Harris ikilisi tam bir savaş ve kaos politikaları uygulayarak dünyayı üçüncü dünya savaşından geri döndürülemez bir aşamaya getirdi. Aslında Biden-Harris ikilisinin uyguladığı program ve politikalar başkanlığı döneminde 21 savaş çıkaran “Nobel Barış ödülü” sahibi “demokrat” başkan Obama’nın politikalarının devamı niteliğindeydi ve perde arkasından müdahalelerde bulunuyordu. Suriye, Ukrayna, Gazze vd. savaşları bu politikalar çerçevesinde ve aynı ekip tarafından projelendirildi.
Bu politikalar dünyamızı kıyamet saatimizi birin altına kurmamıza sebep olabilir. Bu sebeple geçen yüzyılda bu cinnet politikaları uygulamalarının canlı tanığı ve uygulayıcısı bir ABD’li Tümgeneralin analizini içeren bir yazıyı sizlere sunmak istiyorum. Bir köy dergisinde yayınlanan karikatür benzeri şeylerin nasıl oluyorsa! Bir anda dünyaya yayılması misali bölgesel (internet dolayısıyla uluslararası) bir gazetedeki köşe yazımın da bir önceki yüzyılın bu konudaki deneyimlerini bizlere sunan bu yazının sizlerin sosyal medya hesaplarınızda linkini paylaşarak dünyadaki tüm siyasetçilere, savaş vahşetinin karşıtlarına, insanca düşünebilen herkese ulaşmasını diliyorum.
Uygulanmakta olan ve uygulanacağı gözüken küresel basiretsiz politikalar sebebiyle, Kıyamete beş veya bir kalmadı, artık dünyanın geleceği pamuk ipliğine bağlı olduğu bir ortamda geleceğimizi teslim ettiğimiz liderlerimiz, politik kurumlarımız, siyasi, akademik vs. vs. şahsiyetlerimizin oynadıkları trajik-komik şovları izledikçe bilim kurgu filmlerindeki son gerçekçi gibi geliyor. Filim vizyona girdiğinde ise filimi seyretmekten başka yapabilecek bir şey kalmayacak!
Daha öncede bu amaçla seslendiğim gibi; Kutsalınız varsa kutsalınız adına, insani değeriniz varsa inandığınız değerler adına bir insan olarak size sesleniyorum. On bin yıldır sadece yıkıma, gözyaşına, acılara, katliamlara, soykırımlara, sadece insanlık suçlarına sebep olan savaşları durdurun. Yoksa çok geç olacak.
Yazının orijinal İngilizce versiyonu için link: http://www.ratical.org/ratville/CAH/warisaraket.html
SAVAŞ AĞIR SUÇTUR – Smedley Butler (1935)
Yazar hakkında:
Smedley Darlington Butler, 30 Temmuz 1881’de de West Chester’da dünyaya gelir ve Haverford School’dan mezun olur. 1914 ve 1917 de iki şeref madalyası alır. 1919 tarihinde ise askeri madalyaya layık görülür. Deniz kuvvetlerinde tümgeneralliğe yükselir ve 1 Ekim 1931’de emekliye ayrılır. 21 Haziran 1940’da Filedelfiya’da vefat eder.
Savaş ağır bir suçtur. Hep öyleydi.
Savaş insanların belki de en eski, en kârlı ve kesin en ahlaksız buluşudur. Sadece o uluslararası etki yaratabilir. Kârların dolar, karşılığında zararların ise insan hayatları üzerinden hesaplandığı tek alandır.
Bu ağır suç inanıyorum ki insanların çoğunluğu tarafından göründüğü gibi olmayan bir olgu olarak tasvir edilir. Sadece işin içindeki küçük bir grup savaşın ne anlama geldiğini bilir. Çok küçük bir kesimin yararı ve fakat insanların çoğunluğunun zararına yapılır. Çok az insan savaştan çok büyük zenginlikler elde ederler.
Birinci Dünya Savaşı’ndan bir elin parmakları kadar insan karlı çıktı. Bu savaş döneminde Amerika Birleşik Devletleri’nde tahminen 21’000 yeni milyoner ve multi-milyoner ortaya çıktı. Bir o kadarı da vergi iadelerinden kazanç elde ettiklerini itiraf ettiler. Vergi iadelerinden faydalanmak için daha kaç milyonerin vergi beyannamelerini tahrif ettiğini ise kimse bilmiyor.
Bu milyonerlerin kaç tanesi silah taşıdı? … Kaç tanesi fareler tarafından enfekte edilmiş siperlerde yatmanın ve aç kalmanın ne demek olduğunu biliyor? Kaç tanesi cephede yaralandı veya öldürüldü?
Galip gelen uluslar savaşın bir sonucu olarak yeni topraklar elde eder, toprakları hemen zimmetlerine geçirirler. Topraklar ele geçirilir geçirilmez, savaş esnasında akan kandan dolarları zimmetlerine geçiren aynı azınlık tarafından talan edilir. Faturayı ise herkes öder.
Peki, ödenen bu fatura nedir?
Bu fatura iğrenç bir toplam tutardan oluşur: Yeni dikilmiş mezar taşları, bozulmuş bedenler, parçalanmış zihinler, kırılmış kalpler, tahrip edilmiş evler ve insanlar. Bunlara ek olarak ekonomik istikrarsızlık, konjonktürde düşüklük, bütün bunlara eşlik eden sefalet, gelecek kuşaklara ve onların kuşaklarına bırakılan ağır vergi yükleri.
Yıllardan beri, henüz askerken savaşın suç olduğuna dair şüphelerim vardı. Sivil hayata dönünce, bu düşünce kafamda daha da netleşti. İşte simdi, uluslararası savaş bulutlarının gelişini görürken, onlarla yüzleşip, bu düşüncemi ifade etmeliydim.
Yine herkes taraflarını seçiyor. Fransa ve Rusya bir araya gelip, birbirlerine dayanışma sözü verdiler. İtalya ve Avusturya benzer bir anlaşma için acele ettiler. Polonya ve Almanya bir kereliğine de olsa sınır anlaşmazlıklarını bir tarafa bırakıp, birbirlerini arzu dolu bakışlarla süzüyorlar.
Şu an dünyada 40.000.000 silahlı erkek var ve devlet adamlarımız ve diplomatlarımız savaş hazırlığı yapılmadığını söyleme cüretini gösteriyorlar.
Allah aşkına! Bu 40.000.000 erkek, dansçı olmaları için mi eğitildiler?
Peki, kimler bu işten kârlı çıkıyor?
Herhangi bir Amerikan şirketinin normal zamanlardaki kârı %6, %8 bazen de %12’ye kadar çıkabiliyor. Fakat savaş zamanlarında karlar – ahhh bu başka bir konu tabii – ucu açık olmak üzere %20, %60, %100, %300 hatta %800’e kadar çıkabiliyor. Kârlı iş. Para Sam Amca da! Haydiii!
Tabii ki bu gerçeklik savaş zamanlarında böyle kaba bir şekilde takdim edilmez. Bu durum yurtseverlik ve vatan sevgisi ile süslenirken bizlerin de çok çalışması gerekir. Fakat kârlar gökyüzüne varana kadar yükselir de yükselir ve tabii ki de birileri tarafından güzelce ceplere indirilir. Birkaç örnek:
Arkadaşlarımız du Ponts yani mühimmat tozu adamlarını ele alırsak, bunlardan biri Senato’da savaşı bu tozlarının kazandığını söylemedi mi? Yoksa demokrasi için dünyayı mı kurtardılar? Yoksa başka bir şey mi?
Bunlar savaşta ne yaptı? Kendileri yurtsever bir cemaatti. Du Ponts’ların 1910-1914 döneminde kazançları yılda ortalama 6.000.000 dolar idi. Yani çok değildi fakat du Ponts’ların durumu iyiydi. Şimdi savaş döneminde yani 1914-1918 arasındaki kazançlarına bakalım. Bu dönemde yıllık kârları 58.000.000 dolar miktarına ulaştı. Bu normal zamanlardan neredeyse on katı fazla ek kâr anlamına geliyordu, tam %950.
Başka bir örnek olarak, bizim yurtsever nedenlerden ötürü köprü ve demir yolu için gerekli fabrikasyon araçlarını bir tarafa bırakıp, savaş malzemeleri üretimine geçen küçük çelik imalat firmalarından birini ele alalım. 1910-1914 yılları arasında ortalama kazançları yılda 6.000.000$ idi. Savaş başlayınca Bethlehem Çelik sadık yurttaşlar gibi yüzünü savaş mühimmatı üretimine çevirdi. Kârları arttı mı yoksa Sam Amca’ya pazarlık yapma izni mi verdiler? Tabii ki 1914-1918 aralığında kazançlar yalda ortalama 49.000.000$ arttı.
Büyük savaşları finanse eden bankerleri de unutmayalım. Bu işte kârların kaymağını alan birileri varsa, bankerlerdir. Ortaklıklar yerine büyük kuruluşları tercih ettikleri için, kârlarını açıklamaya veya hissedarlara bildirme zorunlulukları yoktu. Kârlar gizli oldukları kadar yüksekti. Bankerlerin kârları hiçbir zaman kamuya sunulmadığı ve Senato’nun Soruşturma Komisyonu’na dahi bildirilmediği için milyonlarını ve milyarlarını nasıl elde ettiklerini bilmiyorum.
Fakat burada da durum yollarını savaş kârları ile keskinleştiren diğer bazı vatansever sanayici ve spekülatörlerinki gibidir.
Ayakkabı üreticilerini ele alalım. Onlar savaştan hoşlanırlar. İşleri artar ve anormal kârlar getirir. En büyük sermayelerini denizaşırı müttefiklere satışları ile yaptılar. Belki de cephanelik, mühimmat ve silah üreticileri gibi düşman taraflara da sattılar. İster Almanya’dan isterse Fransa’dan gelsin, bir dolar bir dolardır. Fakat Sam Amca’yla da iyi işler yaptılar. Sam Amca’ya 4.000.000 asker için 35.000.000 çift askeri ayakkabı sattılar. Bu asker başına 8 veya daha fazla çift ayakkabı anlamına geliyor. Benim olduğum alayda, savaş döneminde her asker için sadece bir ayakkabı vardı. Belki de bu ayakkabılardan bir kaçı hala duruyordur. Ayakkabıların kalitesi iyiydi. Savaş bittiğinde fazladan 25.000.000 çift ayakkabı vardı – satın alınmış ve ödemesi yapılmış. Kârlar belgelendi ve cebe indirildi.
Uçak ve Lokomotif üreticileri de bu savaştan kâr etmek gerektiğini düşünüyorlardı. Neden olmasın ki? Herkes kendi kârını ediyordu. Sam Amca, bir kereliğine bile yerden kalkmayıp, Fransa’ya uğramayan bu uçakların yapımı ve motorları için tam 1.000.000.000 dolar – yeteri kadar zamanınız varsa bir tekrar sayın bakayım –harcadı. Aynı üreticiler yüzde 30, yüzde 100 belki de yüzde 300 gibi küçük kârlara sahip oldular.
Askerler için iç atlet üretimi parça başına 14 sent ve Sam Amca her parça için 30 veya 40 sent ödedi; üretici için sempatik, küçük bir kâr. Ve çorap ve üniforma ve şapka ve çelik miğfer üreticileri de kârlarını ettiler.
Savaş süresince kâr elde etmeye yönelik bir sürü parlak fikir dolaşıma giriyordu.
Bir tane çok yönlü vatansever Sam Amca’ya 12 düzineden oluşan 48 inçlik ingiliz anahtarlarını satmıştı. Aahh çok güzel İngiliz anahtarlarıydılar. Ancak bir sorun vardı. Bu anahtarlara uyan sadece ve sadece bir vida vardı, o da Niagara Şelalesi’ndeki türbinlerde.
Başka birilerinin aklına bundan sonra üst düzey komutanların araba sürmemeleri ve ata binmemeleri gerektiği fikri gelmişti. Sanırım birileri kafasında basit bir paytonla yol alan Andy Jackson’ın resmini canlandırmıştı. Evet, üst düzey komutanların kullanmaları için Sam Amca’ya tam 6.000 tane araba satılmıştı. Bu arabaların bir tanesi bile kullanılmadı, fakat üreteciler savaştan kârlarını aldılar.
İstatistikçiler, ekonomistler ve araştırmacıların yaptıkları hesaba göre savaş Sam Amca’nıza 52.000.000.000$’a mal olmuştu. Bu toplamdan 39.000.000.000 dolar savaş için harcanmıştı. Bu giderler 16.000.000.000 dolar kâr ortaya çıkarmıştı. Böylece 21.000 yeni milyarder ve milyoner ortaya çıktı. Bu meblağda bir rantın yanına herkes yaklaşamaz. Sadece küçük bir azınlığa pay edilen düzgün bir toplamdır bu.
Senato Komitesi (NYE)’nin mühimmat sanayi ve savaş rantçılarına yönelik yaptığı soruşturma sonucunda ortaya çıkardığı sansasyonel gerçekler, yüzeyde bir çizikti sadece.
Yine de biraz etkileri oldu. Dışişleri Bakanlığı “bir süreliğine” savaşlardan kaçınmanın metotları üzerine çalıştı ve Savaş Bakanlığı birdenbire harika bir plan sunmaya karar verdi, savaş dönemlerindeki kârları düşürmek için Wall Street spekülatörlerinden birinin başkanlığında oluşturulan Savaş ve Deniz Bölümleri Komiteleri yönetim tarafından kamuya takdim edildi. En yüksek kâr sınırının ne olacağı konusunda bir öneri sunulmadı. Hımmm… Savaş dönemlerinde %300, %600 ve %1.600 kar elde ederek, akan kanı altına çevirenlerin kâr paylarının küçük bir seviyede tutulmasının mümkün olması gerektiği belirtildi.
Gerçekte öyle görünüyor ki bu plan savaşta kayıpları azaltmıyor, söylemek istediğim savaşın içinde olan insanların kayıplarını azaltmayı dikkate almıyor. Görebildiğim kadarıyla bu planın içinde bir askerin gözünü ve kolunu kaybetmesini veya savaştan bir, iki veya üç yarayla çıkmasını veya hayatını kaybetmesini engelleyecek hiç bir şey yok.
Görünen o ki bu planda savaş esnasında bir alayda %12 den fazla yaralı olmaması veya orduda %7 den fazla ölümün olmaması gerektiğine dair bir öneri yok.
Pek tabii, bu komite kendisini böyle küçük işlerle meşgul etmez.
Faturaları kim ödüyor?
%20, %100, %300, %1.500 ve %1.800’lere varan bu sevimli, küçük kârları kim temin ediyor? Hepimiz ödüyoruz – vergilerimizle. Bankerlerden Liberty-Tahvillerini 100 dolardan alıp onlara 84 veya 86 dolardan geri satınca kârlarını ödemiş olduk. Bu bankerler artı 100 dolar aldılar. Basit bir manipülasyondu çünkü bankerler güvenlik piyasasını kontrolleri altında tutuyorlar. Onlar için tahvillerin değerini aşağı çekmek basit bir olaydı. Ondan sonra hepimiz – herkes – korktuk ve tahvillerimizi 84 veya 86 dolardan sattık. Bankerler hepsini satın alıp daha sonra bir yükselişi teşvik edince, devlet tahvilleri tekrar eski değerine veya daha yükseğine eriştiler. Bankerlerde kârı ceplerine indirdiler.
Fakat faturanın en büyük kısmını asker öder.
İnanmıyorsanız yurtdışındaki savaş alanlarında bir Amerikan mezarlığını veya Amerika’daki herhangi bir gazi hastanesini ziyaret ediniz. …
Hayata karşı normal bir bakış acısına sahip olan gencecik erkekler tarlalardan, bürolardan, fabrikalardan ve okul sıralarından askerliğe alındılar. Onlar, katletmeyi normal görmeleri için eğilip bükülüp tekrar şekillendirildiler. Omuz omuza sıraya dizdirilip, kitle psikolojisi ile tamamen değiştirildiler. Bir kaç seneliğine onları kullandık ve ölmek veya öldürülmenin dışında hiçbir şey düşünmemeleri için eğittik.
Sonra onları birdenbire taburcu ettik ve normalleşmelerini, tekrar eski hallerine dönmeleri gerektiğini söyledik. Yalnız şimdi kendi başlarınaydılar, kendilerine destek olabilecek ne üstlerinin verdiği psikolojik yardım, nede yaygın milliyetçi propaganda vardı.
Ancak unutmayınız ki asker faturanın kendi payına düşen kısmını dolar ve sent olarak da ödedi.
İspanya-Amerika Savaşı’na kadar askerler ve bahriyeden hizmete alınacaklar için bir ödenek sistemimiz vardı ve onlar para için savaşıyorlardı. Hükümet veya eyaletler hizmete alınan her er için 1.200 dolar civarında ödeme yapıyorlardı. İspanya-Amerika Savaşı’nda ikramiye ödemesi yapıldı. Herhangi bir gemi ele geçirildiğinde askerler kendi paylarını alırlardı, en azından böyle olduğunu tahmin ediyorum. Ancak daha sonra savaş giderlerinin azaltılabileceğinin farkına varıldı. Bunu da bütün ikramiyelere el koyup ve fakat askerleri de herhangi bir yolla toplayarak (zorunlu askerlik) yaptık. Askerler yaptıkları iş için bir fiyat pazarlığı yapamadılar. Onlar dışında herkes pazarlık yapabiliyordu, fakat askerler yapamıyordu.
Napolyon bir keresinde söyle demişti:
„Bütün erkekler şeref madalyalarını severler. Resmen onun açlığını çekerler“
Böylece Napolyon sistemi – madalya sistemi – geliştirildi, hükümet daha az masrafla asker toplayabiliyordu, çünkü genç erkekler dekorasyonu seviyorlardı. İç savaşa kadar madalya yoktu. Daha sonra şeref madalyası buluşu yapıldı ve bu askere alımları kolaylaştırdı.
Birinci Dünya Savaşı’nda genç erkeklerin orduya katılımını sağlamak için, gelmeyenleri kendilerinden utanmaya zorlayan propaganda yaptık.
Allah’ı bile işin içine karıştıracak kadar iğrenç bir savaş propagandasıydı bu. Birkaç istisna hariç ruhani liderlerimiz bu kargaşa içinde öldürmeyi, öldürmeyi, öldürmeyi, Almanları öldürmeyi savunuyorlardı. Tanrı bizim tarafımızda… Almanları öldürmek O’nun isteği diyorlardı.
Ve Almanya’da iyi dini adamları aynı Tanrı’ya hizmet etmiş olmak için müttefiklerin öldürülmeleri çağrısını yapıyorlardı. Bütün bunlar insanları savaş ve öldürme konusunda bilinçli kılmak için yapılan genel propagandanın bir kısmı üzerine inşa edilmişti.
Ölmeye giden gençlerimize güzel ideallerin resimleri çizilmişti. Bu savaş “bütün savaşları sona erdirecek”, “dünyayı demokrasi için daha güvenli hale getirecek” savaş olmalıydı. Hiç kimse onlara gidip, içinde yer alıp ölecekleri savaşın büyük savaş rantları getireceğini söylemedi. Hiç kimse onlara kendi kardeşlerinin burada üretilen kurşunlarla vurulabileceğini söylemedi. Hiç kimse onlara seyahate çıkacakları gemilere Amerikan patentiyle inşa edilen denizaltılarla saldırılabileceğini söylemedi. Onlara sadece harika bir macera olacağına dair bilgi verilmişti.
Bu cürüm nasıl yok edilir!
Evet, bu gerçekten bir suç. Bu işten birkaç kişi rant elde ederken, çoğunluk bedel ödüyor. Ama bunu durdurmanın bir imkânı var. Bu iş silahsızlanma konferanslarıyla durdurulamaz. Bu iş Cenevre’de barış görüşmeleri yaparak ta engellenemez. İyi niyetli, fakat pratik olmayan grupların kararlarıyla bu suç ortadan kaldırılamaz. Ancak savaştan rant elde etme imkânı ortadan kaldırılırsa bu cürümün işlenmesi etkili ve sonuç alıcı bir biçimde engellenebilir.
Bu suçun ortadan kaldırılmasının tek yolu, ulusların erkeklerine el konulmadan önce sermayeye, endüstriye ve iş gücüne el konulmasıdır. Hükümet genç erkekleri askere almadan bir ay önce kapital, endüstri ve iş gücünü savaşa dâhil etmeli. Subaylar, müdürler, yöneticiler, silah fabrikatörleri, cephane üreticileri, gemi ve uçak imalatçıları ve diğer şeylerden rant elde edenler, bankerler ve spekülatörler savaş dönemlerinde bir araya getirilip, siperlerdeki delikanlılar gibi ayda 30$ gelire razı edilsinler.
Bütün bunları tekrar düşünmeleri için sermayeye, girişimcilere, endüstriye ve iş gücüne otuz günlük bir süre tanırsanız, bu süre sonunda hiçbir savaşın çıkmayacağını tespit edeceksiniz. Savaş suçunu ortadan kaldıracak olan budur, başkaca bir şey değil.
Savaş suçunu engellemek için gerekli olan bir başka adım ise savaş ilanı öncesi yapılacak sınırlandırılmış referandumdur. Bir halk oylaması, fakat bütün seçmenlerin katılacağı bir oylama değil, sadece savaşmanın ve ölümün acısını çekmeleri için göreve çağrılan insanların katılacağı bir referandum. Halkın savaşa dair kararını tespit etmek için sadece vatan için hayatlarını riske atanların bu konuda tercih yapma ayrıcalığı olmalı.
Savaş suçunu engellemenin üçüncü bir yolu ise yalnızca savunma amaçlı bir ordu bulundurmak.
Kongrenin her oturumunda deniz kuvvetlerinin yeterliliği ile ilgili daha fazla sorular ortaya atılıyor. Washington’un dönen sandalye amiralleri (ki bunların sayısı bayağı kabarıktır) çok yetenekli lobiciler. Ve zekidirler. Bunlar „şu veya bu millete karşı savaşmak için bir sürü savaş gemisine ihtiyacımız var“ gibi cümleleri sarf etmekten çekinmezler. Oh kesinlikle hayır, ilk önce Amerika’nın çok büyük bir deniz gücü tarafından tehdit edildiğini ifade ederler. Bu amiraller hemen hemen her gün bu sözde düşman deniz kuvvetinin büyük bir filosunun birden saldırıya geçip, 125.000.000 insanı yok edeceğini söylerler. Bunu öylesine söylerler. Ondan sonra daha büyük bir deniz gücü için bağırırlar. Ne için? Düşmanlara karşı savaşmak için mi? Ooo hayır, sadece savunma için.
Ondan sonra da birden bire Pasifik’te tatbikat için çağrı yaparlar. Savunma için. Uh, Huh.
Pasifik çok büyük. İnanılmaz derecede büyük bir Pasifik sahiline sahibiz. Peki, tatbikatlar sahile 200 veya 300 millik açıklıkta mı yapılıyor? Kesinlikle hayır. Tatbikatlar sahile 2.000 belki de 3.500 mil uzaklıkta yapılıyor. Uzman görüşüne göre 200 mil, savunma amaçları için yeterli. Ulusumuz, eğer gemilerin sahilin 200 mil ötesine geçme izinleri olmazsa saldırı savaşı başlatamaz. Uçaklar sahilden 500 mil öteye kadar kesif uçuşları yapabilirler. Ve ordu hiç bir zaman milli toprak sınırlarını aşmamalı.
Özet olarak:
Savaş denilen ağır suçu ortadan kaldırmak için şu üç adım atılmalı.
Savaştan kâr prensibini çıkarmak,
Bir savaşa girilip girilmeyeceğine, ülkemizin silahlanacak gençlerinin karar verebilmelerini mümkün kılmak ve ordu gücümüzü sadece vatan savunması ile sınırlandırmak.
Savaşın Canı Cehenneme!
Savaşın geçmişte kaldığına inanacak kadar aptal değilim. İnsanların kesinlikle savaş istemediğini biliyorum, fakat yeni bir savaşa zorlanmayacağımızı iddia etmenin bir faydası yok.
Geriye dönüp baktığımızda, 1916’daki seçim programıyla tekrar seçilen Başkan Woodrow Wilson bizi savaş dışında tutmuş ve bizi savaşın dışında tutacağına dair sarsılmaz sözler ima etmişti. Ve buna rağmen beş ay sonra Almanya’ya karşı savaş açmak konusunda Kongre ile anlaştı.
Hükümet hangi nedenden dolayı kararını birdenbire değiştirdi?
Para mı?
Hatırlarsanız bir müttefik komisyonu savaş açıklamasından kısa bir süre önce buraya gelmiş ve Başkanı ziyaret etmişti. Başkan bir grup danışmanını topladı, komisyonu yöneten kişi diplomatik dilden uzak, başkan ve grubuna şunları anlattı:
„Kendi kendimizi kandırmaya devam etmenin bir faydası yok. Müttefiklerin adil davası işlevini yitirdi. Bizim sizlere (Bankerler, Amerikalı cephane üreticisi fabrikatörlere, spekülatörlere, ihracatçılara) şu anda beş veya altı milyar borcumuz var.
Eğer kaybedersek – ki birleşmiş milletlerin yardımı olmazsa, kaybedeceğiz – biz, İngiltere, Fransa ve İtalya bu borcu geri ödeyemeyiz… Ve Almanya ödemeyecek.
O halde …“
Eğer savaş müzakereleri ile ilgili gizlilik ihlal edilmiş olsaydı veya toplantılara katılmaları için basın davet edilmiş olsaydı veya bu gidişatı duyurabilecek radyo yayını olsaydı, Amerika hiçbir zaman Birinci Dünya Savaşı’na katılmayacaktı. Fakat bütün savaş tartışmaları gibi buradaki konuşmalarda sıkı bir gizlilik altındaydı. Ne zamanki gençlerimiz savaşa gönderildiler, onlara bu savaşın dünya demokrasisini güvenceye almak ve bütün savaşları sona erdirmek için verildiği söylendi.
Ancak on sekiz yıl sonra, dünya eskisinden daha az demokrasi sahibi. Ayrıca Rusya’da veya Almanya’da veya İngiltere’de veya İtalya’da veya Avusturya’da insanlar demokrasi mi yoksa monarşi ile mi yönetilecekler bizi ne ilgilendirir. Faşist mi yoksa komünist mi oluyorlar bize ne? Bizim sorunumuz kendi demokrasimizi korumak.
Ve Birinci Dünya Savaşı’nın gerçekten bütün savaşları engelleyecek bir savaş olması için çok az şeye ulaşıldı.
Evet, silahsızlanma ve orduları sınırlama üzerine konferanslarımız oldu ama bunun hiçbir anlamı yok. Biri daha yeni başarısız oldu, diğerinin de sonuçları iptal edildi. Bizler bu konferanslara profesyonel askerlerimizi, politikacılarımızı ve diplomatlarımızı gönderiyoruz. Peki, ne oluyor?
Profesyonel askerler silahsızlanmaya karşılar. Hiçbir amiral gemisiz, hiçbir generalde emir verme yetkisinden mahrum kalmak istemiyor çünkü bu iki durumda da bu erkekler işsiz kalır. Silahsızlanmayı istemiyorlar, ordu gücünün sınırlandırılmasını isteyemezler. Ve bütün bu konferansların arka planlarında savaştan rant elde edenlerin çok güçlü ajanları pusuda beklerler.
Silahsızlanma konusunda etkili bir şekilde başarılı olabilmek için tek yol var gibi görünüyor, o da bütün ulusların bir araya gelerek, bütün gemileri, silahları, panzerleri, savaş uçaklarını hurdaya çevirmek. Hatta böyle bir şey mümkün olsa bile yeterli olmayacaktır.
Uzmanların görüşlerine göre gelecekteki bir savaş toplar, tüfekler, savaş gemileri ve makineli silahlarla yapılmayacak. Gelecekte ölümcül kimyasallar ve zehirlerle savaşılacak.
Bütün uluslar düşmanlarını tümden yok etmek için gizlice daha yeni, daha korkunç araçları mükemmelleştirme üzerine çalışıyorlar. Gemileri inşa edenler, kârlarını elde etmeyi istedikleri için bunları üretmeye tabii ki devam edecekler. Ateşli silahlar üretilmeye, barut ve tüfekler yapılmaya devam edilecek ki cephane üreticileri rantlarını elde etsinler. Askerler, imalatçıların kârlarını almaları gerektiği için tabii ki üniforma giymeye devam edecekler.
Fakat zafer veya yenilgi konusunda, bizim bilim insanlarımızın yetenekleri ve becerikliliği belirleyici olacak.
Eğer biz onları yıkıma yol açacak, sürekli daha iğrenç, mekanik veya patlayıcı araçları üretmeleri için çalıştırırsak, yapıcı hedefler olan bütün insanların refahı için çalışmaya hiç zamanları kalmayacak. Eğer onlara böyle yararlı görevler verirsek hepimiz barıştan, savaş ile kazanılandan daha çok kâr elde ederiz, hatta cephane üreticilerinden fazla. Bu nedenle… Ben şöyle diyorum: SAVAŞIN CANI CEHENNEME.