Her savaş insanlık suçudur – Tacim Çiçek

Bugün çoğu dönek, teslimiyetçi ve uzlaşmacı için tarihin çöplüğüne atılması gereken bir düşünceler dizgesidir Marksizm. Oysa hayatın pratiği ve gerçekliği bunun hiç de öyle olmadığını kanıtlıyor.

Çünkü Marx ve Engels’in bilimsel saptamaları geçerliliğini ve doğruluğunu perçinliyor; yaşadıklarımızla tarafsız, önyargısızca sınandığında. Marx, küreselleşmeyi 150 yıl önce, “ekonomik ve politik” açıdan dillendirmiş. Onun yaptığı çalışmaların ışığında küreselleşmenin özünde bütünleşmeyi amaçladığını, ama güçler/çıkarlar çatıştığında ayrışmayı, çatışmayı yapısında barındırdığını görüyoruz.

Güçler dengesinin doğrultusunda ‘süper güç’ olma ve bu alanda boy gösterme bazı riskleri de içinde taşır. Yeryüzünde emperyalistlerin bir piramit gibi bütünleşmeleri, bu piramidin en üstünde de ABD’nin bulunması geçicidir. Süreç bunu gösteriyor. İşte bu yüzden ABD emperyalizmi, çıkarları ve geleceği yönünden bazı gerçekleri tehlikeli görüyor. Çıkarlarını ve geleceğini kurtarmak ve korumak adına yeryüzünü en zayıf noktadan başlamak üzere yangınlarla tanıştırmaya devam ediyor. Çünkü hiçbir şey sonsuz ve sınırsız değil. Gerçekten de kendi aralarındaki iç çelişkileri görünüşte arka plana atarak, işbirlikçilerini de yedeğine alarak başlatıyor yangını.

Küreselleşme söyleminde kendini öne çıkaran bütünleşme ve “birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için” logosu sözde kalmıştır artık. ABD açısından bu “hepimiz benim için”e dönüşmüştür. Tabii bu bir gecede olmamıştır. Geçmişin bütünlüklü bir sonucudur. 

Gölün buz tutması birkaç, günün işi olmadığı gibi, çözülmesi de birkaç günün işi değildir çünkü.

ABD, sorunlu bir ön Asya ile Ortadoğu’yu gözden çıkarmak istemiyor. Çünkü bu topraklar petrol ve doğalgaz bakımından zengin. İkincisi, Avrupa Birliği’nin yakın zamanda oluşturmayı düşündüğü askeri örgütlenme de ABD’yi rahatsız ediyor. Şimdiden taktiksel primlerle arkasına almaya çalıştığı Rusya ve Çin’in önünü keserek, gelecekte başka müttefiklerle(!) bunları etkisizleştirmek istiyor. 

Yeni savaş yöntemi

Marx’ın ‘ekonomik-politik’ açıdan dillendirdiği küreselleşme, İnsani(!) maskelerini çıkartarak, kendi yaşam alanları için saldırıya geçmiştir. Marx’ın söylemlerini “Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması” yapıtı ile Lenin geliştirmiştir. Bir devletin başka bir devlet ya da devletler topluluğu üstündeki iktisadi, askeri, kültürel vb. egemenliği biçiminde tanımlamıştır özetle. 

Kapitalizmin, gelişiminde en yüksek aşamaya kanıksadığımız klasik yöntemlerle gelmiyor artık. Yayılmacı amaçlarını, günümüzde yatırımlarla, kredilerle, kalkındırma programları, bağımlı sanayi kurum ve kuruluşlarıyla, yani kaleyi içten fethederek gerçekleştiriyor. Bu çabalarına uygun politikaları, söylemleri geliştirirken, hedef ülkelerin işbirlikçileri ve teslimiyetçileri, uzlaşmacıları oyunlara uygun aktörler olarak belirleniyor. Bütün politikalar, söylemler bir savaş hâlinin gerekçeleridir. Bu yüzden halkları ya da devletleri bazen ‘zor’ bazen de ekonomik/politik yardımlarla bağımlı yapmaktadırlar. Emperyalizmin varlığı ve doğası savaştır. Barikatsız, ordusuz savaşlardır çoğu. Ülkelerarası olabileceği gibi, bir ülkenin sınırlan içinde, o ülkenin halklarının kendi içinde de, kendi arasında da olabilir. Savaş, artık çok çeşitli biçimlerde sürüyor. Çünkü dünya hâlen sınıflı toplumlardan oluşuyor. Çünkü hâlen bu sınıfların çıkarları örtüşüyor. Çünkü egemen olanlar yoksullukla, terörle, baskıyla vatandaşlarını yönetiyorlar. Bu yüzden de her savaş insanlığa karşı işlenmiş suçların en büyüğüdür.

Körfez Savaşı’nda Saddam yönetimince katledilen Kürtlerin, Türkmenlerin, komünistlerin, aydınların, sıradan insanların hesabı tutuldu mu? Aydınlarını, gazetecilerini, yazarlarını, yönetim muhaliflerini sorgusuz sualsiz tutuklayanların, insanlarına polisini saldırtanların, kadınlarını ekmek gibi satan ama insanca yaşamı çok gören yönetimlerin, vatandaşlarını çaprazlama kılıçlayarak petrol üstünde keyif sürenlerin hesabı tutuluyor mu peki? Onca yıldır bir İsrailli’ye karşı en az on Filistinli’yi katledenlerin varlıkları, korkunçlukları sorgulanıyor mu? 

Bu dizgeyi uzatmak mümkün… Zalim, hasta, yaşlı krallar, diktatörler, askeri yönetimler, sözde parlamentolarla, demokrasilerle yönetilen ülkelerdeki işbirlikçi partiler neden iktidardalar acaba? Çünkü halkına, vatandaşlarına zulmedenler, onlarla çelişmedikçe en iyi yöneticilerdir. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın”a emperyalizmin ruhunu açıklayan bir söz olarak bakabiliriz. Bu söz, emperyalizmin malum masalın aynası gibidir.

Emperyalizmin çok yüzü ve söylemi var. Bunlardan biri de insancıl görünmesidir. İnsancıllığı da balık yiyen türden bir insancıllık maalesef… Çoğu zaman kendi vatandaşına bile çok gördüğü insan hak ve özgürlüklerini, zorba yöneticilerden ve sözde demokratik ülkelerden talep eder. Bu, ‘yılan’ların kendileri için biraz daha iktidarda kalmalarına dönük bir görüntü kurtarma çabasıdır. İkilidir. Sözdedir. Yalandır. Emperyalistler, kendileri için zararlı olan, çizgi dışına taşan yönetimleri ve kralları, bir memurunu görevden alır gibi alır, ama halkına olanca kötülüğü yapanların, ülkesinin kaynaklarını halkıyla değil kendileriyle bölüştürdükleri için elinden geldiğince iktidarda tutar.

Kurt ve kuzu

İç çelişkilerinin sonuçlarını buraya kadar olan bölümlerde biraz olsun dilimin döndüğünce anlatmaya çalıştım. Ama emperyalizmin bir yüzü daha var: Ezop’un fabllarındaki “kurt” gibidir. Suyun başında da olsa, alt yanında bulanık suyu içmek zorunda olan “kuzu”ya suyumu bulandırıyorsun diyerek saldırmak ister. Saldırır da. Anımsayalım geçmişte olanlardan birkaçını: ABD’deki Oklahoma saldırısından sonra FBI ve CIA uzmanları önce Mısırlı Kör İmam’ı zanlı olarak gözaltına almıştı. Kısa bir aradan sonra ise olay yerindeki bir düğmeden yola çıkarak gerçek zanlıya ulaşmıştı. Ama aynı uzmanlar ikiz kuleler saldırısını faili meçhul bir olay olmaktan kurtaramamıştı. Yine de oluşturdukları dosyayı çoğaltarak müttefiklerine gönderdiler. Müttefikler ise en üst düzeyde “ikna” olduklarını açıklamakla yetindiler. Verileri kısmen basına sızdırmış olmalarına karşın kamuoyu ile paylaşmadılar. Bu şunu gösteriyor: “Kurtların kuzulara saldırmaları için gerekçelere gereksinimleri yok. Çünkü saldırmak ve ilhak etmek doğalarıdır.” 

Bugün İsrail’in Hamas patentli saldırıları bahane etmesi de böyle bir şey… Hamas’ın Filistin halkının temsilcisi görmemek, yapıp ettiğini eleştirmek başka, halkın bir zalim devlet tarafından kıyama uğratılması bambaşka, karşı olunması gereken bu bence.

Tarih gerçekten de duygucu ya da insani değildir. İnsani olan şeyler tarihsel çabaların sonucudur. Bir düşüncenin veya ideolojinin yaşama egemen olması, (düşüncenin/ideolojinin ona sahip çıkar ve benimseyen insanlar tarafından yaşama geçirilmesiyle olasıdır. İnsani gelişmeler tarihin değil insansal çabaların somutlaşmış halidir. Güçler dengesi hangi düşünceden yana gelişip güçlenirse o düşünce yaşama egemen olur ve insanları biçimlendirir. İşte bu gerçeklikten dolayı yaşamı değiştirmek, dönüştürmek insan merkezli bir çabanın sonucudur. Günümüzde acı olan emperyalizmin birbirine düşürüp düşman ettiği ülkeler açısından sınıf bilinçsizliğidir. Bu sınıfdışı çabalara güç vermektedir Marx’ın ve Engels’in bilimsel çalışmalarından öğrendiğimiz gerçekliklerden biri de şudur:  Toplumun sınıflara ayrılmasından bu yana, toplum içerisinde ortaya çıkan sınıf mücadelesinin yanında, bir de sınıflar içinde ve dışında ortaya çıkan bireyler arası mücadele kendini gösterir. Bu çerçeve içerisinde birey ve sınıf diyalektiğini Marx ve Engel şöyle dile getirir: Tek tek bireyler, ancak başka bir sınıfa karşı ortak bir mücadele yürütmek zorunda oldukça, bir sınıf meydana getirirler; bunun dışında, rekabet içinde birbirlerinin düşmanıdırlar. Bundan başka sınıfların kendisi de bireylere karşı bağımsız bir hale gelir; öyle ki, bireyler kendi yaşam koşullarını önceden hazırlamış olarak bulurlar.  Görülüyor ki sınıfıçi çatışmalar egemenlere yarıyor. 

Sınıfıçi çatışmalar egemenlere karşı mücadeleye dönüştürüldüğünde emperyalizmin gücünü kaybedeceğini ve yok olmaya başlayacağını göz ardı etmemeliyiz. Bu yöndeki çabaların savaşlara ve saldırılara dur diyeceğinin unutmamalıyız. Bir ülkenin gerçek bağımsızlığı veya emperyalizme yamanması, vatandaşlarının sınıf bilinciyle orantılıdır. Sınıf bilincinin egemen olduğu ülkeler, emperyalistleri kuşatan ateşten çember olabilir… Savaşlardan kurtulmak için kendimiz olabilmeyi başarmalıyız. Marksizm’i özümseyip içselleştirmekle ve hayata geçirmekle olasıdır bu dediğim de. Yoksa filistinleştirilen ülkelerden olabiliriz. Ve sonra sabun köpüğü gibi suni ideolojileri bayraklaştırıp ölüme gönüllü ya da gönülsüz yollanabiliriz.