BEYT-NAHREYN ARAP TARİHİ III– üçüncü Bölüm : Arami-Asur İlişkileri ve ARAMİLERİN ANADOLU’ DAKİ SİYASİ OLUŞUMLARI – Derleyen: Mim Yavuz Binbay

Sanat ve Kültür Alanında Arami-Asur İlişkileri ve Arami Göçlerinin Kültürel Etkisi:

Asur kentlerinden Ninive’de üzerinde Aramca yazı bulunan belgeler bulunmuş, diğer kenttelerede de Aramca yazılı tablet parçaları bulunmuştur. Semitik araştırmaların ve Arami yerleşimlerine ait kazı çalışmalarının daha eskiye dayanmasına karşın Arami isminin doğrudan anıldığı çalışmaların M.Ö 1900’lü yıllardan itibaren gerçekleştirildiği görülür.

Uluslararası ortak iletişim dili olarak kabul gören Aramca, Eski Ahit’te de kullanılmış; Pers egemenliği döneminde yaygın bir ticaret dili olarak konuşulmuş; bazı lehçeleri Kuzey Mezopotamya ve Güneydoğu Anadolu’da Süryani ve Keldani gibi topluluklar aracılığıyla günümüze kadar ulaşmıştır.

Tarihî kaynaklar Isa-Mesih’in Aramcanın bir diyalekti olan Süryanca konuştuğunu ve İncil’i bu dille vaaz ettiğini kaydederler. Isa-Mesih’in konuştuğu ve İncil’i vaaz ettiği dili, hâlen kiliselerinde ve dini eğitimlerinde kullanmakta olanlar Süryanilerdir (Çelik 2005:http://goc.bilgi.edu.tr).

Bilinen en eski yerleşim alanlarından biri olan Mezopotamya’nın Sami kökenli “Süryaniler”e yaklaşık 5. 000 yıldan beri ev sahipliği yapmasının önemi ayrıca Süryanilerin (Aramiler, Asurîler, Keldaniler) Hıristiyanlığın ortaya çıktığı (Kudüs coğrafyası dışında) dönem içerisinde bu inancı kabullenen ilk topluluk olmasıdır.

Tevrat’ın bazı yerleri bu dille yazılmıştı. Tevrat’taki bu Aramca kısımlar, Hıristiyanlıktan evvel bilinen Aramcadır. Bizzat Isa ve Havarileri bu Aramcayı konuşmuşlar. Talmud’a ve Samaritenlere ait birçok belgeler de bu dille yazılmıştır. Bunu bize ilk Hıristiyan cemaatlerin zamanından kalan ve bugün Vatikan’da muhafaza olunan İncil’e ait bazı yazmalar ispat etmektedir.

Suriye ve Filistin’de yazı dili Arami alfabesiyle,  Hz. İsa’nın dünya görüşünü içeren ve Havarilerin mektuplarından oluşan İncil kaleme alındı. İncil’in el yazmalarının çoğalması Hıristiyanlığın yayılmasını hızlandırdı. Bölgede konuşulan Batı Arami lehçesi bu yıllarda Hıristiyanlığın kültür diline dönüştü.

Hz. Muhammed tarafından vazedilen, birçok bölümü Arapçanın değişik bir lehçesiyle yazıldığı ifade edilen kur’anın bu bölümleri birçok kaynakça Aramca olduğu ifade edilmiştir.

Aramice yazıtların büyük çoğunluğu Güneydoğu Anadolu ve Suriye’de bulunmuş olmakla beraber bu dille yazılmış belgelerin Yunanistan, Mısır, Anadolu, Suriye, Kuzey Mezopotamya, Iran, Afganistan ve hatta Pakistan’a kadar genişleyen bir bölgeye yayıldığı görülmektedir.

Filvaki, Ahamenit imparatorluğu zamanında Aramca büyük bir himayeye mazhar olarak imparatorluk içindeki bölgelere yayılmış, hatta ana vatan topraklar üzerinde konuşulan lehçelere bile tesir etmiştir. İşte bundan dolayıdır ki bu devir Aramcasına ” imparatorluk Aramcası” denilmiştir.

M.ö VIII. yüzyılın son çeyreğinde Sam’al’dan Şam’a kadar bütün Arami merkezlerinde aynı dil ve aynı lehçe kullanıldığı için buna “Müşterek Aramca” denilmektedir. MÖ. IX. yüzyıl, Arami dilinin altın çağıdır ve bu devir “annaller, kasideler, ritüeller, efsane ve destanlar gibi çeşitli ve zengin bir edebiyatla” tev’em olmalıdır, fakat bu edebiyat kaybolmuş ve bize kadar intikal edememiştir.

Günümüzün Asurları, kökü Aramca şiveli diller konuşmaktadırlar. Asurlular konuşulan Arami dilini yazıya döktüler (Yonan, www. acsatv. com/filer/Qashisho). Günümüz Arap ve ibranileri de Aramcanın aynı kökten türemiş diyalekt ve lehçelerini konuşmaktadırlar.

Sanat eserlerinde, özellikle de heykel ve kabartmalar üzerinde, Kuzey Suriye’de Geç Hitit, Doğu Akdeniz kıyılarında Fenike, Asur kentlerinde de Asur üsluplarıyla iç içe geçmiş, bazı yönleriyle de onlardan ayrılan bir Arami üslubu veya Arami tipi ayırt edilebilmektedir. Asur’da en erken Arami tipleri M.ö IX. yüzyıla ait Asurnasirpal II’nin bronz kapı kabartmaları üzerinde görülür.

Kuzey Suriye’de, Geç Hitit kentlerinde de inşa edilen, ön cephesi sütunlu, arkasında uzun bir oda olan ve “Bit-Hilani” olarak adlandırılan saraylar Arami kentlerinde de karşımıza çıkar. Kaide üzerinde yükselen büyük heykel ve kabartmalarda, kral, aslan, grifon, sfenks, bitkiler ile askeri törenler ve dans eden hayvanlar gibi fantastik konular işlenmiştir. Tel Halaf’ta yerel kral Kapara (IX. yüzyıl) ve Tel Fahariya’daki kral Adduyis’in heykelleri de bu anlayışla yapılmıştır.

Aramilere ilişkin yazılar daha çok alfabe yazısıyla, uzun ömürlü olmayan papirüs üzerine yazıldığı çin günümüze ulaşamamıştır. Dolayısıyla bu toplum hakkındaki bilgilerimiz daha çok Asur kayıtları ve Eski Ahit’ten elde edilir. Az sayıda da olsa, taş gibi dayanıklı maddeler üzerine kazınmış Aramca yazıtlar da mevcuttur. Bu örneklerden en eskisi, Tel Halaf’ta bulunmuş ve M.ö X. yüzyıla tarihlenen tek satırlık yazıttır. Aynı bölgede Tel Fahariya’da ise bir heykel üzerinde çift dilli (Akkadca-Aramca) bir yazıt saptanmıştır. Batıda Halep’in güneyinde Sefir’de üç stel üzerinde bulunan ve VIII. yüzyıl ortasında Arpadlı Mati’el ile Asur valisi amisilu (KTKlı Bar-Ga’yah) arasındaki bir anlaşmadan söz eden yazıt ise bilinen en uzun Aramca kayıttır. Sam’al Krallığının başkenti Zincirli’de Kral Hadad ve Bar-Rakkab heykelleri ile Bar-Rakkab’ın kabartmaları üzerinde de yazıtlar yer alır. Aramca Asur döneminden sonra da uzun süre önemini korumuş; Ön Asya’daki geniş bir bölgede konuşulmaya ve yazılmaya devam etmiştir. Arami nüfuzunun dışında da Arami etkili sanat eserlerinin ve Aramca yazıtların varlığı bilinir.

Aramilerin oldukça uzun bir süreci kapsayan ve geniş bir bölgede yaşanan tarihlerinin ilk bölümü, büyük oranda Yeni Asur Krallığıyla bağıntılı olarak şekillenmiştir.

Yaklaşık 1300 yıllık bir tarihi olan Asurlularda sanat, Yeni Asur (1000–610) döneminde taşra sanatı olmaktan kurtulur, belirli bir olgunluğa erişir ve özgünlük kazanır. Yeni Asur döneminden günümüze ulaşan sanat eserleri, Kalhu (Nimrud), DurŞarrukin (Horsabad) ve Ninive (Koyuncuk) gibi Asur kentlerinde yapılan kazılarda ortaya çıkarılan görkemli kent yapıları, yine bu yapıları süsleyen kabartmalar ve devasa heykellerdir.

Asurlular, fethettikleri ülkelerde ekonomik ve siyasal egemenlikleri yanında kendi kültürel ve dünya görüşlerini de kabul ettirirler; onlardan da sanatsal ve kültürel olarak etkilenirler ve bu fikirleri kendi kültürleriyle birleştirirler. Bu bağlamda da ele geçirdikleri, siyasi ilişkilerde bulundukları Tel Halaf (Bit Bahiyani), Karkamış, Maraş, Zincirli gibi Geç Hitit ve Arami Krallıkları ile de kültürel ve sanatsal etkileşimler ve bunların örnekleri söz konusudur.

Bu etkileşimler ile daha çok mimarlık ve şehir planlamacılığı alanlarında karşılaşılır. Bununla beraber esinlenmeler, ikonografik motiflerden, fildişi sanat eserlerine, kentlerin flora ve bahçe düzenlemelerine dek görülebilir.

Bir Kuzey Suriye mimari yapısı olan, Geç Hitit ve Arami Krallıklarında da görülen bit hilani’nin Asur İmparatorluğunun merkezi durumundaki topraklar üzerinde de inşa edilmesi Asur kültürünün bazı unsurlarının batı etkileriyle açıklanabileceğini gösteren en önemli kanıtlardan biridir.

Asur devletinin Kuzey Suriye bölgesi ile sıkı ilişkiler içine girdiği III. Tiglatpileser döneminden itibaren saray yapılarında bit hilani uygulamaları sıkça görülür. Bu uygulamalar Asur yazıtlarında dahi yer bulur:

“ Onların Amorit dilinde bit hilani olarak adlandırdığı bir Hitit sarayının önünü bir portiko ile süsledim. 4610 talent ağırlığında, bronz, çiftli sekiz aslan … son derece yüksek dört sedir sütunu aslan heykelinin üstüne yerleştirdim ve onları girişi desteklesin diye inşa ettim.”

Kuzey Suriye saraylarından esinlenildiği açık olarak görülebilen hilani örnekleri özellikle de yedinci yüzyılda yaygınlık kazanır. Bu etkileşimle beraber Asurlular, bit hilaniyi tamamıyla değil, yalnızca giriş bölümüyle saray yapılarında bir ön-geçit olarak benimserler. III. Tiglat-pileser zamanında inşa edilen Hadatu (Arslantaş), III. Şalmaneser’in yaptırdığı, IV. Şalmaneser, III. Asur-dan, V. Aşur-nirari, turtanu Şamsiilu’nun da ikametgâhı olan Til Barsip, Ninive ve II. Sargon’un Horsabad sarayları bu tür bit hilani uygulamalarının görüldüğü Asur saraylarıdır.

Bununla beraber Kuzey Suriye ve Arami yerleşimleri ile Asur toprakları arasındaki kültürel ve sanatsal etkileşim karşılıklıdır. Aramilerin egemen olduğu Sam’al ve Tel Halaf gibi Kuzey Suriye yerleşimlerinde, gün ışığına çıkarılan heykellerde, kabartma ve ortostatlarda ve yine mimaride Asur sanatının izlerini görmek mümkündür.

Sam’al yontularında Asur etkileri, Kral Kilamuwa (835 – 810) döneminde iyiden iyiye kendini gösterir. Hatta Orthmann, Kral Kilamuwa’nın bizzat kendisine ait bir yazıtta kralın saç-sakal biçimini, duruşunu, adaleli yapısını Asur özellikleri olarak tanımlar. Kralın ilgili yazıta Ay Tanrısı Sin’in sembolü olan hilali, kanatlı güneş kursunu yerleştirmesini de Asur krallarına olan hayranlığı olarak yorumlar. Orthmann’ın gözlemlediği bu öykünmeler, Kilamuwa’nın haleflerinden Kral Barrakab’a ait bir yazıtta da yer alır.

Yine Sam’al’da ortaya çıkarılan, araba ile düşman takibi konulu bir kabartma, işleniş stili ile Asur kabartmalarındaki savaş sahnelerini hatırlatır. Bununla beraber Sam’al’daki bazı krali yapıların da Asur etkisi taşıdığı ifade edilir.

Tel Halaf da dikdörtgen kent planı ile Asur kent planlarına bir paralellik gösterir. Bununla beraber 808 yılından itibaren görülen Asur egemenliği doğrultusunda kentte, sanat ve mimari alanlarında ve keramik stilinde de Asur etkileri görülür.

Söz konusu tüm bu etkileşimlerin de Asur’un yayılımcı politikaları, nüfus nakli uygulamaları ve ekonomik faaliyetleri doğrultusunda geliştiği düşünülebilir.

ARAMİLERİN ANADOLU’ DAKİ SİYASİ OLUŞUMLARI –  Sam’al –Zincirli

Sam’al, Aramilerin Anadolu topraklarında egemenlik kurduğu; yerleşimde yapılan kazılarda ortaya çıkarılan heykel, mimari yapılar, yazıtlar ve kabartmaların Aramilerin Anadolu ile bağlantıları hakkında en fazla bilgi sunduğu devletlerden biridir.

Yerel yazıtlarda devletin adı Y’DY olarak da anılır. Hitit İmparatorluğu’nun on ikinci yüzyıl başlarında yıkılmasından sonra kurulan Geç Hitit krallıklarından birinin merkezi olan kentin, 920’li yıllarda Aramilerin egemenliği altına girdiği görünülür. Bu kent devletindeki Arami hanedanlığı Gabbar tarafından kurulur. Bmh, Hayanu, Şail, Kilamuwa, Krl, I. Panamuwa, Barşur, II. Panamuwa ve Barrakab da bu hanedanın yazıtlardan takip edilebilen diğer kralların üyeleridir.

Asur yıllıklarında Sam’al adına ilk kez III. Şalmaneser (858–824) döneminde rastlanılır. Bu dönemde Asur Kralı Şalmaneser’in Geç Hitit Krallıklarından oluşan bir ittifakla karşı karşıya geldiği ve bu karşılaşma sonucunda onları yenerek, sonrasında onlardan haraç aldığı görülür:

“ Gurgum’dan ayrılarak Sam’allı Haianu’nun tahkimli kenti Lutibu kentine ulaştım. Sam’allı Haianu, Patinalı Sapalulme, Bit-Adinili adam Ahuni ve Karkamışlı Sangara birbirlerine güvendiler ve savaşa hazırlandılar. Onlar bana savaş açtılar. Efendim Assur’un verdiği sözle benden önce giden korkunç silahlarım ve kutsanmış yüce gücümle onlarla savaştım ve onları yendim. Savaşçılarını kılıçla yere serdim, yağmur gibi üzerlerine yağdım tanrı Adad gibi, vücutlarını hendeklere yığdım, büyük ovayı savaşçıların cesetleriyle doldurdum ve kanlarıyla dağları kırmızı yün gibi kırmızıya boyadım. Onlardan sayısız savaş arabası ve koşumlu atlar aldım. Kentin önüne başlardan oluşan bir kule diktirdim ve kentlerini yaktım, yıktım ve yok ettim.

Aynı kentte, Dabigu’da kalırken Unkili Halparunda’dan, Gurgumlu Mutallu’dan, Sam’allı Haianu’dan ve Bit-Agusili adam Aramu’dan haraç aldım: gümüş, altın, kalay, demir, kırmızı-mor yün, fildişi, renkli elbiseler, keten giysiler,öküz, koyun, şarap ve ördekler (işşuru rabatu)”

Sam’al’ın bu yazıtlarda Geç Hitit devletlerinin bir müttefiki görünmesine karşın ilerleyen yıllarda Asur karşıtı herhangi bir ittifakta yer almadığı ve Asur yanlısı bir dış politika izlediği dikkati çeker. Sam’allı Kilamuwa yazıtında, Kilikya Ovasındaki Danuna Krallığının saldırısına karşı Asur Kralı V. Şamsi-Adad’ı yardıma çağırdığını söyler.

“ Babamın evi, güçlü krallıkların tam ortasındaydı. Herkes onu yutmak için eline uzanırdı. Oysa kralların elinde, sakalı yutan bir ateş gibi, eli yutan bir ateş gibi ben vardım. Danuna kralı beni yenmeye çalıştı, ama ben ona karşı bir kuzuya bir kız, bir elbiseye bir adam veren Assur Kralını gönderdim. ”

Bununla beraber Samal bağımsızlığını sekizinci yüzyılın ortalarına kadar korur. Sam’al Kralı Barrakab’ın yazıtları, kentin babası II. Panamuwa döneminde, Asur Kralı III. Tiglat-pileser’in egemenliğini kabul ettiğini ve II. Panamuwa’nın Tiglat-pileser’in çadırında, ona sadık bir biçimde öldüğünü ifade eder. Bu ifadelere göre Sam’al, Asur İmparatorluğunun vassal bir devletidir. Yine Kral Panamuwa’nın adı, 738 ila 735 yılları arasında, III. Tiglat-pileser’in Asur vergi listelerinde yer alır. Halefi ve oğlu Kral Barrakab’ın ardından, Asur Kralı V. Şalmaneser (727 – 722) tarafından, 725 yılında bir Asur eyaleti haline gelir.

Arami egemenliği ve Batı Sami kültürü yanında kent, Hitit, Suriye, Luvi ve Fenike kültürlerini ve halklarını da barındırır. Asur’un Kuzey Suriye bölgesindeki egemenliği doğrultusunda kent kültüründe, özellikle de saray çevrelerinde Asur etkileri de görülmeye başlar.

Günümüzde Gaziantep’in İslahiye ilçesinin 10 Km. kuzeyinde, Fevzipaşa bucağına bağlı Zincirli Köyündeki kalıntılar, bir krallık kentini ve kalesini kapsar. Zincirli ya da Sam’al kazıları, Kral Humann, Felix Von Luschan ve Robert Koldewey yönetiminde 1888–1890–1891, 1892, 1894 ve 1902 yıllarında gerçekleştirilir. Bu çalışmalarda Sam’al kentinin sarayları, önemli yapıların yer aldığı akropolisi ve dış surları ortaya çıkartılır. Yuvarlak bir plana sahip olan kent, çift bedenli ve 720 metre çapında surlarla çevrilidir ve kentin ilk kez 1300lü yıllarda surlarla çevrildiği düşünülür. Kentin dış surlardaki üç kapısı güney, batı ve kuzeydoğu yönlerinde yer alır. Bununla beraber içkalenin güney yönünde yalnızca bir kapısı vardır.

Kentin saray yapıları yine diğer Kuzey Suriye yerleşimlerinde de görülen, girişi uzun cepheli, sütunlu portikolara sahip, bir avlu etrafında toplanmış bit hilani yapılarıdır. Yerleşimdeki en eski yapı E yapısıdır. Bununla beraber sitadelde başlıca iki yapı söz konusudur: Yukarı Saray ve Aşağı Saray. D yapısı olarak da adlandırılan Yukarı Saray, Kilamuwa tarafından dokuzuncu yüzyılda inşa ettirilir. Landsberger, bu yapının aynı zamanda, 670 yılında Asurlu bir yöneticinin, muhtemelen Esarhaddon’un geçici ikametgâhı olarak da kullanıldığını, ama yapının yerel bir yönetici tarafından inşa ettirilmiş olabileceğini söyler. Yapının içkalenin doğusunda ve kuzey surlarının önündeki en yüksek noktada inşa edildiği görülür. Yukarı Saray, kuzeydoğu ve kuzeybatı yönlerinde, birer ana avlu etrafında toplanan iki hilaniden oluşur. Yine bu yapıya ait bir kışla binasının varlığı da söz konusudur. Sevin, tipik bir Kuzey Suriye mimarisi ve hilani özellikleri yanında Yukarı saray’ın Yeni Asur mimarisi özellikleri taşıdığını da belirtir.

Sevin’e göre Yukarı Saray, Kuzey Suriye geleneği ve Yeni Asur mimarisinin ortak bir ürünüdür. Öyle ki hilani yapıları, Kuzey Suriye mimarisindeki bağımsız karakterlerini yitirerek, Asur saray örneklerinde olduğu gibi saray yapısının bir parçası haline gelirler. Yine Yukarı Saray’da, diğer Kuzey Suriye hilani örneklerinde görülen çok katlılık özelliği de genelde bulunmaz; hilani girişlerinde görülen, üst katlara çıkışı sağlayan merdivenlerin yerinde de küçük birer oda yer alır. Kazı çalışmaları sırasında hilani yapıları dışında birçok heykel, kabartma, yazıt, stel ve ortostatlara da rastlanır.

Luschan’ın ortaya çıkardığı yazıtlar, genelde dokuzuncu yüzyıl ortası ile sekizinci yüzyıl sonu arasına tarihlenir. Fenikece, Aramice ve kente özgü bir Arami lehçesi olan Sam’al lehçesi ile yazılmış bu metinler kentin bağımsız olduğu döneme aittir. Kilamuwa, I. Panamuwa, II. Panamuwa ve Barrakab gibi Sam’al krallarına ait bu yazıtlardan tarih, kültür gibi kente ait ayrıntılar hakkında bilgi edinilebilir.

Sam’al kabartmaları, heykelleri ve ortostatları incelendiğinde de Hitit, Geç Hitit ve Kuzey Suriye sanatının yerel özellikleri ile karşılaşılır. Bununla beraber Batı Sami unsurları da bu yontularda rastlanılan özelliklerdir. Bu Batı Sami unsurlarını Akurgal ve Darga Aram özelliği olarak nitelerler. Darga, Akurgal’ın Kuzey Suriye bölgesindeki yerleşimlerle ilgili sanatsal sınıflandırmasını temel alarak Zincirli heykel ve kabartmalarını, Zincirli I /Geleneksel Hitit (1050 – 850), Zincirli II/Geç Hitit (850 – 800), Zincirli III/Arami-Asur (800 – 8. yüzyılın sonları) olarak gruplandırır.

Akurgal, ikinci bin yılın ikinci yarısında, Hitit sanatının etkili olduğu Güneydoğu Anadolu ve Kuzey Mezopotamya’da, birinci bin yılbaşlarından itibaren güneyden gelen Sami göçleri ve Deniz Kavimleri etkisi ile sanat stillerinin değiştiğini söyler. Bu bağlamda da bölge sanatını,

1) Geleneksel Hitit Stili I ve II.

2) Assurlaşmış Geç Hitit Stili.

3) Aramlaşmış-Asurlaşmış Geç Hitit Stili.

4) Aramlaşmış-Asurlaşmış-Fenikeleşmiş Geç Hitit Stili olarak gruplandırır.

Darga’nın Zincirli I/Geleneksel Hitit olarak tanımladığı heykel ve yontuların arasında üç kapı aslanı ve bir sfenks protomu da yer alır. Darga, bu kapı aslanlarının stilini Hitit İmparatorluğunun geleneksel sanat anlayışıyla özdeşleştirir.

Yine kent kalesinin güney kapısında ortaya çıkarılan kabartmalar Darga ve Akurgal’a göre Hitit sanatına ait özellikler taşır. Bu kabartmalar ayrıntıların işlenmediği, ortostat tipi yüksek kabartmalardır. Bunlarda erkek figürlerin geleneksel Hitit anlayışında, kısa etekli, sakalsız, spiral saç biçimli, başları külahlı, ayakları çarıklı olarak işlendiği görülür.

Darga’nın Zincirli II/Geç Hitit olarak gruplandırdığı kabartma ve heykellerde yontu stilinin biraz daha yerel etkiler –Kuzey Suriye- taşıdığı açıktır. Bu dönemde kent nüfusunu Luvi, Hurri, Arami ve diğer Sami kökenli halkların oluşturduğu görülür. Darga da bu stil değişikliğini kent nüfusunun etnik yapısıyla açıklar. Yerel etkileri taşıyan bu çalışmalar, kalenin Dış Kapısı (İç Kale Güney kapısı) üzerinde yer alır.

Sam’al Kralı Kilamuwa’yı betimlediği düşünülen üç metre yüksekliğindeki büyük heykel ve kapı aslanları bu gruba dahildir. Bu döneme ilişkin kabartma ve heykellerde, saç modellerinin değiştiği, ensede toplanan spiral topuzun yerini sık bukleli saç modellerine bıraktığı, giysi eteklerinin uzadığı, ayaklardaki çarıkların yerini sandaletlerin aldığı görülür. İç Kale Güney kapısında göze çarpan önemli bir kabartma da Asur esinli olduğu söylenen Savaş Arabası Kabartmasıdır.

Yine Darga’nın Zincirli III/Arami-Asur olarak tanımladığı biçimde, stil açısından oldukça değişik yapıtlara rastlanır. Bu yontularda Batı Sami özellikleri iyiden iyiye kendini göstermeye başlar. Bu kabartmalarda Darga ve Akurgal’ın Aram olarak tanımladığı değişik yüz tipleri, saç-sakal modelleri, tiara türü başlıklar, zengin pli ve püsküllü-uzun etekli elbiseler dikkat çeker. İç kalenin saray yapılarındaki ortostat tipi kabartmalar genelde bu stili izler. Kral Barrakab’a ait kabartma, Müzisyenleri ve saray adamlarını konu eden bir ortostatlar, yine bir sfenks kabartması, sütun kaidesi olarak kullanılmış bir çift sfenks bu dönem yontularına gösterilebilecek en iyi örneklerdir.

Yine İç kalede yer alan tambur biçimli bazalt sütun kaideleri, bitkisel motifleri ve örgü dizileri göz önüne alınarak Darga ve Akurgal tarafından Arami biçemi olarak nitelendirilirler.

Ayrıca Darga, mezar stelleri konusunda da Aramilerin özel bir stil geliştirdiğini söyler. Buna örnek olarak da ziyafet konulu bir mezar stelini gösterir. Tanrı Hadad’ın heykeli ve Asur Kralı Esarhaddon’un steli de Sam’al kazılarında ortaya çıkarılan önemli buluntular arasındadır.

Beyt – Bahiyani – Guzana (Tel Halaf)

Habur üçgeninde yer alan Beyt Bahiyani devleti, başkenti Guzana – günümüzde Tel Halaf – ile özdeşleşir. Tel Halaf, Suriye-Türkiye sınırında, Habur Irmağının kaynağının hemen yanında yer alır. Yerleşim, ilk kez Alman diplomat Max Freiherr von Oppenheim tarafından 1899 yılında keşfedilir. Kazılar yine Oppenheim yönetiminde, 1911–1914 yılları arasında, 1927 ve 1929 yıllarında gerçekleştirilir. Oppenheim ilk olarak Tapınak- Saray olarak adlandırılan yapının kuzey cephesini bulur.  Sonraki yıllarda gerçekleştirilen kazılarda birinci bin yıla, dokuzuncu ve sekizinci yüzyıllara tarihlenen Arami devletinin kalıntıları ile beraber beşinci bin yıla ait prehistorik yerleşimler ortaya çıkarılır.

Tel Halaf’ta ilk yerleşim 5500–5000 yılları arasına tarihlenir. Halaf aynı zamanda Tholos tipi mimarisi genelde konut olarak kullanılan, kubbeli, yuvarlak bir ana mekânla yanında bir ya da birkaç gözlü dikdörtgen bir çıkıntıdan oluşan bir yapı olarak tanımlanır ve parlak boyalı, ince duvarlı, geometrik şekillerle bezeli çanak çömleği yerleşmenin adıyla anılan bir kültürü de temsil eder. Yerleşim, yaklaşık 3500 yıllık bir terk edilişin ardından birinci bin yılda yeni bir kültürü ağırlar. Halaf’ta Arami yerleşiminin başlangıcı tam olarak bilinmese de kent, Asur kaynaklarında ilk kez Asur Kralı II. Adad-nirari’nin (911–891) zamanında, Bit Bahiyani devletinin başkenti Guzana olarak anılır:

“ Büyük tanrı, efendim Assur’un ve büyük orduma yol gösteren savaş tanrıçası İştar’ın emriyle; Sivan ayında, aynı eponimde Hanigalbat ülkesine yürüdüm. Hanigalbat ülkesinin yukarısından ve

aşağısından vergi aldım. Böylece büyük Hanigalbat ülkesinin efendisi oldum ve kendi ülkemin sınırlarına kattım. Onları tek bir güç altında topladım. Habur Nehrini geçtim ve Bit-Bahiyanili adam Abi-salamu’nun ele geçirdiği Guzanu kentine yürüdüm. Habur nehrinin doğduğu Sikanu kentine girdim. Sarığımın efendisi, rahipliğimden hoşnut tanrı Şamaş’ın büyük gücüyle, ondan sayısız savaş arabalarını, atlarını, sarayının altın, gümüş eşyalarını aldım. Ona vergi yükledim. ”

II. Aşurnasirpal (883–859) ve oğlu III. Şalmaneser (858–824) zamanında Guzana Asur’un vasal bir devleti olarak görünür. Yine bu döneme tarihlenen Guzana valisi Hadad-yis’inin (Akkadca Adad-it’i), Tanrı Adad’a adadığı gerçek boyutlarda, üzerinde Akkadca-Aramice çift dilli bir heykel eski Sikanu, günümüzde Tel Feheriye’de ortaya çıkarılır:

“ Yeraltı dünyasının ve cennetin yöneticisi, bol yağmur gönderen, tüm insanlığa çayır ve su kaynakları sağlayan, kardeş tanrılar için tapınağı sunularla donatan ve paylaştıran, nehirleri

yöneten, dört bir yana refah getiren, ona dua edene şefkat gösteren, Guzanu kentinde oturan büyük tanrı, Guzanu tanrısı Tanrı Adad’a. Şamaş-nuri’nin oğlu, Guzanu kentinin valisi Adad-it’i bu heykeli uzun sürecek hayatı için, ailesinin, torunlarının, halkının iyiliği için, vücudundan hastalığı kovmak için, dualarının duyulması, sözlerinin kabulü için bağışladı ve adadı. ”

827 ve 808 yılları arasında Guzana bağımsız bir devlettir. 808 yılında III. Adadnirari kenti kuşatır, bir Asur eyaletine dönüştürür ve Mannu-ki-Aşur’u Guzana valisi olarak atar.  III. Asur-dan’ın (772–755) yönetiminde, 759 yılında, Guzana’da Asur egemenliğine karşı yine bir isyan gerçekleşir. Son olarak II. Sargon (721–705) döneminde Guzana valilerinin adına rastlanılır. Yedinci yüzyılda kentin tamamen Asur egemenliğinde olduğu gözlemlenir. Asur İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra da Guzana Yeni Babil İmparatorluğu’nun bir parçası olur.

Guzana krallığı, Bahiyani kabilesinin şeyhlerinden sonra Bit Bahiyani olarak adlandırılır. Sıralamaları kesin olmasa da Guzana yazıtlarından Bahiyani, Hadianu, Kapara, Şamaş-Nuri, Hdys’y ve Zident gibi kral isimleri izlenir. Beyt Bahiyanili Abisalamu’nun ismi yalnızca Asur belgelerinde anılır. Bununla beraber kuzey girişteki büyük heykeller üzerinde yer alan yazıtlarda Kapara, Pa-li-e ülkesinin kralı olarak gözükür.

Tel Halaf, bir kale ve bir dış kentten oluşur ve Arami kentlerinde pek görülmeyen bir şekilde dikdörtgen planlıdır. Birinci bin yıla ait olduğu düşünülen dış kent, 50 hektarlık bir alan üzerine kuruludur; kentin doğu, batı ve kuzey kesimleri dikdörtgen şeklinde bir savunma duvarı, kuzeyi ise nehir ile çevrilidir. Kent kapısı Zincirli’de olduğu gibi güneydedir ve doğruca kaleye açılır. Kale, yaklaşık 20 metre yüksekliğindedir.

Tel Halaf’ta yapılan kazılarda Asur fethinden önceki döneme ait iki dönem görülür: Beş evreli, Tapınak-Saray’ı, Altın Mezarı (Goldgruft) ve diğer mezar yapılarını da kapsayan Eski Yapı (Altbau) ve tek evreli, bit hilani’nin yeniden inşa edildiği Kapara dönemi olarak bilinen Yeni Yapı (Neubau). 808 yılından sonrası ise Asur dönemi olarak anılır. Kentteki en önemli yapı, kalenin arkasında, kent kapısının kuzeybatısında yer alan, hem dini, hem de idari amaçlara hizmet ettiği düşünülen Tapınak-Saray’dır. Frankfort, Tapınak-Saray’ı şimdiye dek günışığına çıkarılmış en etkileyici bit hilani olarak tanımlar. Yapı, Kral Kapara’nın Sarayı olarak da adlandırılır. Bununla beraber tüm Kuzey Suriye yerleşimlerinin buluntuları incelendiğinde Tel Halaf yontularının oldukça özgün olduğu görülür. Saray, arkada kalın bir duvarla kaledeki diğer yapılardan izole haldedir. Yapı uzun bir koridorla birbirlerinden ayrılan üç küme odadan ibarettir. Sarayın idari bölümü de küçük odalarla çevrili iki büyük avludan oluşur. Merdiven kalıntıları sarayın en az iki katlı olduğunu gösterir. Tapınak-Saray ve çevresi büyük heykellerle süslüdür. İri gagalı kuşlar, grifonlar, sfenksler görülmeye değer heykel çalışmalarıdır. Tapınak-Saray’ın girişinde ise gerçekten sıra dışı bir manzara ile karşılaşılır: Bir buçuk metre yüksekliğinde, hayvan betimli kaideler üzerinde, yine üç metre uzunluğunda üç dev heykel karşılar. İkisi erkek, biri kadın tanrı heykeli olduğu düşünülen bu dev heykeller, aynı zamanda girişteki portikoları destekler. Kadın heykelinin kaidesi dişi aslan, diğer iki erkek heykellerin kaideleri bir boğa ve bir erkek aslan betimidir.

Girişin önündeki taraçada, bağımsız bir sütun üzerinde yine dev bir kuş heykeli ile karşılaşılır. Tapınak-Saray’ın doğu girişindeki kapıyı akrep vücutlu, iki büyük kapı figürü bekler. Giriş aslanların, av sahnelerinin ve sfenkslerin resmedildiği ortostatlarla süslüdür. Dik bakışlı, iri gözlü tüm bu figürler siyah volkanik taşlar üzerine betimlidir. Yine bu yapının güney bölümü, kuzeyde yer alan girişin her iki yanı, siyah bazalt ve kırmızı kireçtaşından kabartma ortostatlarla desteklidir. Bu ortostatlarda at, boğa, ceylan, aslan ve kuş gibi hayvan betimleri yanında savaşçılar, okçular, sapancılar, süvariler, güreşen-balık tutan-hurma toplayan insanlara da rastlanır. Figürler genelde küçük boyutlardadır. Bazı figürlerin oldukça acemice betimlendiği görülür. Arabayla aslan avı, hayvanlar arası savaş sahneleri gibi kompozisyonların farklı sanatlardan esinlenilerek kopya edildiği düşünülür.

Özyar, doktora çalışmasında bu kabartmaları başlıca üç gruba ayırır: Birinci grup, bitki ve doğa olaylarını, hayvanların olağanüstü hünerlerini, doğaüstü yaratıkları ve cinleri, aynı zamanda av sahnelerini ve mitolojik olayları betimleyen kabartmalardan oluşur. İkinci grupta askeri ve krali sahnelerin işlendiği sahneler görülür. Üçüncü grubu ise birinci ve ikinci grubun dışında kalan kabartmalar oluşturur; bu kabartmalarda da ilk iki grupta yer alan kabartma sahnelerinin birer kopyalarına rastlanır. Birinci grup kabartmaların kireçtaşı üzerine işlenmişken, ikinci grup kabartmaların bazalt üzerine hakkedildiğini belirtir. Bununla beraber Özyar, birinci gruptaki kabartmaları Orta Asur ve Mitanni gliptik sanatı ile ilişkilendirir.

Oppenheim, bu ortostatların daha önceki dönemlere ait olduğunu ve Kapara tarafından tekrar kullanıldığını öne sürer. Naumann da bu kabartma dilimlerinin Kapara’nın Sarayından, yani dokuzuncu yüzyıldan daha eski bir döneme ait olduğunu ve bu yapıda tekrar kullanıldığını söyleyerek bu görüşe katılır. Ortostatlar üzerindeki “Hadianu’nun oğlu, Kral Kapara’nın sarayı” yazısının yanı sıra bazı ortostatlarda, daha eski bir yazı olduğu düşünülen “Hava Tanrısının Tapınağı” ibaresinin yer alması da Oppenheim ve Naumann’ın bu görüşlerini destekler. Moortgat ise bu kabartmaları, küçük ortostatlardaki ikonografik karşılaştırmalar temelinde 900’lü yıllara tarihler.

Orthmann bu küçük ortostatlar ve Kuzey girişteki kabartmalar arasında stil açısından farklılıklar olduğunu öne sürer. Tapınak-Saray’ın etrafında krali mezarlara da rastlanır ve bu mezarların yine Kapara öncesi döneme ait olduğu düşünülür. Bu mezarlar ve yapının önündeki krali mozole yerleşimde bir ölü kültü olduğu izlenimini verir.

Halaf’taki diğer bir önemli yapı kompleksi de Tapınak-Saray’ın kuzeydoğusunda yer alan, bir konut ve bir kışlayı barındıran krali bir ikametgâhtır.

Frankfort bu kışla-sarayın Horsabad Kalesinde yer alan vezir konutunu çağrıştırdığını belirtir. Bununla beraber kent tapınağı da önemli bir yapıdır. Yapının bölgedeki Asur işgalinden sonra Aramilere ait kutsal alanların üzerine inşa edildiği düşünülür.

Mellink, Halaf’taki sanatın temelde Asur olmadığını öne sürer. Mimaride olduğu gibi ortostatlarda da batı ile benzerliklerini irdeler. Moortgat da bölgede 1200’lü yıllardan itibaren Arami-Suriye etkileri görüldüğünü, 808 Asur kolonizasyonuna değin bu etkilerin devam ettiğini söyleyerek 1200 ila 808 yılları arasını Arami dönemi olarak niteler. Bununla beraber Kapara dönemi heykel ve kabartmaları incelendiğinde stil farklılıkları göz önüne alınarak bu dönem, Arami-Asur geçiş dönemi olarak da düşünülebilir.

Yerleşimde, kale kapısındaki ve türbedeki büyük ve küçük mezar figürleri, hilani’deki bazı küçük kabartmalar, bronz ve gümüş kaplar ve amforalar, çömlekler, şişeler, kazanlar Eski Yapı ya da Arami dönemine tarihlenir. Keramik stili olarak yine parlak boyalı, ince duvarlı, geometrik şekillerle bezeli tipik Halaf keramik geleneğinin devam ettirildiği görülür. Bununla beraber girişteki büyük heykeller, kült heykelleri, büyük kuş heykeli ve akrep adam heykelleri Kapara dönemine aittir. Asur dönemi buluntuları ise genelde fragmanlar şeklinde yassı heykeller ve keramik parçalarıdır. Bunlar sekizinci ve yedinci yüzyıllar arasına tarihlenen buluntulardır.

Beyt- Zamani – Amedi

Anadolu topraklarında, bugünkü Diyarbakır ili çevresinde yer alan, Aramilere ait diğer bir devlet de Beyt Zamani’dir. Asur yazıtları gibi yazılı kaynaklarda adı sıklıkla anılmasına karşın bölgede bugüne dek yapılan kazılarda Arami kültürünü yansıtan, keramik, heykel, kabartma veya mimari kalıntı gibi herhangi bir maddi kültür buluntusuna rastlanmaz; bu nedenle de bu devletin tarihi yazılı belgeler aracılığı ile takip edilebilir.

Beyt Zamani’nin adı direkt olarak anılmasa da, bu devletin yer aldığı Kaşiyari Dağları (günümüzde Tur Abdin) bölgesine, Arami kabileler üzerine Asur Kralı Assurbel-kala (1073–1056) tarafından, pek çok sefer düzenlendiği görülür.

Beyt Zamani isminin Asur krali yazıtlarında ilk yer alışı ise Kral II. Tukultininurta (890–884) zamanına rastlar:

“ …la, zamanın valisi, bana şöyle yazdı: ‘ Güçlü Nairi topraklarına …, kalbini dikti dağların karşısına ….’ Efendim Assur’un yardımıyla Sivan ayında, ilk günü, Ili-milku eponiminde, Ninive’den hareket ettim. Nairi topraklarına yürüdüm… Subnat Nehrindeki, Kaşiyari Dağına geçtim. Bit-Zamanili adam Ammeba’li’ye ait Patiskun kentine yaklaştım. … kurdum … karşı… çevresindeki iki kenti yıktım. Ülkesinin tahıl ve samanını … … ülkesinin halkını öldürdüm. Onları yendim. Oğulları … çoğunu kılıçla yere devirdim. Ona merhametli davrandım. Oğlu … . Onun hayatını kurtarmak için bana boyun eğdi ve ona merhametli davrandım. … …  Bit-Zamanili adam Amme-ba’li’ye karşı merhametli davrandım. Onları terkedilmiş kentlere ve huzur dolu evlere yerleştirdim. Ona, … heykeli önünde efendim Assur’a yemin ettirdim, … : ‘Düşmanlarıma atlarını verirsen, tanrı Adad korkunç bir şimşekle ülkeni çarpsın!’ Tukulti-Ninurta zamanında onun uzun stelleri ve iki kuribu-genii yapıldı ve onlar tapınağa getirildi. Duvarlara ön avludaki tanrı Nunnamnir’i, kapıdaki tanrı Enpi’yi yerleştirdim. Bit-Zamanili adam Amme-ba’li’nin … Nairi topraklarının aldığım gümüşün üçte ikisini tanrı …’ya verdim ve üçte birini sarayımda kullandım. O zaman efendim, tanrı Assur’a ördek ve diğer tavukları kurban ettim. ” Amedi merkezli Bit Zamani, Tukulti-Ninurta’nın başlıca hedefleri arasındadır.

886 yılında düzenlenen bir seferle bu devletin Asur’un vassalı haline geldiği anlaşılır.

Halefi II. Aşurnasirpal’in (883–859) ikinci, beşinci ve onuncu seferlerinde başlıca hedefi Nairi olarak tanımladığı Yukarı Dicle bölgesidir. Aşurnasirpal’e ait Kuruh Monolitinde, Beyt Zamanili Amme-baili’nin adamlarınca çıkarılan bir isyanda öldürüldüğü ve Asur Kralının Amme-baili’nin, vasal kralın öcünü almak amacıyla harekete geçtiği görülür. Yine diğer bir yazıtta Hulayalılar, Damdamusa’ya saldırır, Asur kralı da kente yardıma gider. Kral, Damdammusa’yı ele geçirir. Bu arada Beyt-Zamani’nin merkezi Amedi’yi de kuşatır, yakıp yıkar ama ele geçiremez. Yine Amedi çevresinde ve Beyt Zamani kontrolünde olduğu düşünülen Sinabu ve Tidu gibi önemli kaleler boşaltılarak yerlerine Asurlular yerleştirilir, Damdammusa ve Sinabu gibi kentler Asur’a dahil edilir. İzleyen yıllarda buraya Asurlu krallarca valiler atanması da Amedi’nin de bir Asur eyaletine dönüştürüldüğünü akla getirir.

ARAMİLERE İLİŞKİN KÜLTÜREL UNSURLARIN TANIMLANMASI

1 Aramilerde Dil ve Literatür

Aramiler gibi göçebe bir grubun Yakındoğu tarihinde ayrıcalıklı bir yere sahip olmasının nedeni dilleridir. Eski Mezopotamya tarihine bakıldığında Amoritler, Sutu gibi diğer göçebe grupların dillerinin yalnızca bu gruplarca konuşulduğu, bölgenin kültürel gelişimine herhangi bir katkıda bulunmadıkları görülür. Arami dili ise geniş bir coğrafyada, farklı kökenden halklarca da konuşulmuş, Yakındoğu literatüründe kullanılmış ve yedinci yüzyılda lingua franca(Ana dilleri farklı olan toplulukların iletişim için kullandıkları ortak dil.) olarak Akkadcanın yerini almıştı.

Aramice, Kenanca (Fenikece ve İbranice), Arapça ile beraber Sami dillerinin kuzeybatı grubunu oluşturur. Dilbilgisi bakımından da Sami dil ailesinin diğer üyeleriyle aynı özellikleri paylaşır. Arapça ve İbranice ile arasında yüzeysel bir ses farkı vardır ve Fenikece pek çok sözcüğü bünyesinde barındırır. Bununla beraber Zadok, Aramicenin Yukarı Mezopotamya ve Suriye’de ikinci bin yılda konuşulan Amorit lehçelerinin birinin gelişimiyle oluştuğunu, onomastik buluntuların da bu görüşü desteklediğini söyler.

Albright da benzer bir görüşle Aramicenin fiil yapısının Amorit diline oldukça yakın olduğunu ifade eder. Aramiler sahip oldukları yirmi sekiz sesi, on birinci ve onuncu yüzyıllarda Fenike alfabesinden aldıkları yirmi iki harfle dile getirmişlerdir. Bu nedenle Aramice harf formları ilk dönem yazıtlarında Fenike harfleriyle büyük bir benzerlik gösterir; harf formlarının gelişimi sekizinci yüzyılda başlar ve ‘kübik’ harf formunun benimsenmesiyle tamamlanır. Ayrıca Arapçanın geçmişte ve günümüzde kullanılan alfabelerinin Aramicenin el yazısı formundan türediği ifade edilir.

Aramice, Suriye’de ikinci bin yılın son çeyreğinde ortaya çıkar; Anadolu, Kuzey Mezopotamya, İran, Yunanistan, Mısır, İsrail gibi coğrafyalarda bulunan yazıtlardan bu bölgelerde de yaygın olarak kullanıldığı anlaşılır. Aramicenin Yakındoğu’da ne kadar geniş bir alanda kullanıldığı Eski Ahit öykülerinde de yer bulmuştur. Asurlu Sanherib’in bir temsilcisi 710 yılında Kudüs’e, halkın teslim olmasını istemek için gelir. Tartışma sırasında Yahudalılar şöyle der:

“Lütfen biz kullarınla Aramice konuş. Çünkü biz bu dili anlarız. Yahudi dilinde konuşma. Surların üzerindeki halk bizi dinliyor.”

Aramice, Asur İmparatorluğunda da etkin bir şekilde kullanılmış; imparatorluk sınırları içerisinde, özellikle Ninive’de bulunan, ekonomik ve yasal metinlerde karşılaşılmıştır. Bununla beraber Aramicenin en yaygın olduğu dönem ise Pers dönemi (539–332) olmuştur. Ahamenid Hanedanı da Aramiceyi lingua franca olarak kullanmaya devam etmiştir.  Aramicenin Yakındoğu’daki bu üstünlüğü M.S. 7. yüzyılda Arapların gelişine kadar sürmüştür. Bununla beraber M.S. 8. yüzyıl boyunca ve günümüzde Aramicenin Kuzey Mezopotamya’da özellikle de Süryani dini literatüründe yaşadığı görülür; hatta Nesturi misyonerlerince de Moğolistan’a kadar taşındığı söylenir.

Aramicenin bu kadar geniş bir alana yayılmasının başlıca nedeni, alfabetik yazının çivi yazısına göre oldukça basit oluşu ve ortak veya benzer dilbilgisi özellikleri sebebiyle diğer Sami dillerini konuşan halklar tarafından da kolayca anlaşılabilmesidir. Bu yaygınlık aynı zamanda nüfustaki büyük değişikliklerle de bağlantılıdır. Aramiler, III. Tiglat-pileser (745–727) zamanında başlayan nüfus nakilleri ile Yakındoğu’ya dağılır, gittikleri ülkelere dillerini de götürürler. Ayrıca Aramilerin etkin ticari faaliyetleri de bu dilin bu kadar geniş bir coğrafyada kullanılma sebepleri arasında yer alır.

Pers İmparatorluğunun lingua franca olarak kullandığı Resmi Aramicenin esas alındığı, edebi metinlere kısaca bir göz atıldığında, Mısır Elephantine’de bulunan, orada yaşamış Yahudi kolonisinin beşinci yüzyıla tarihlenen arşivleriyle karşılaşılır.

Bununla beraber Mısır’daki diğer buluntular arasında Aramice en önemli edebi metin ise Ahikar Sözleri’dir. Aslının, Mısır’da beşinci yüzyıl sonlarında bulunan kopyasından en az bir yüzyıl kadar önce yazıldığı düşünülür. Anlatının sahibi Ahikar, Asur sarayının danışmanlarından biri, Esarhaddon’un yazıcısıdır. Anlatı, tanrılara itaat, disiplinin önemi, insanüstü nitelik taşıyan krallar, büyüklere saygı, tehlikeli arkadaşlıklar gibi geleneksel konuları işler. Ayrıca Ginsberg, metindeki masalsı sahnelerin Tel Halaf hayvan kabartmalarını anımsattığını düşünür.

Tüm bunlarla beraber Aramice, Eski Ahit’ın Ezra’nın Kitabı gibi bazı bölümlerinde ve yine Eyüp’ün Kitabı gibi diğer dini metinlerde kullanılmıştır. Hatta Yunanca İncil’de de Aramice bazı sözcüklerin yer aldığı söylenir. Yine Aramicenin alt lehçelerinden olan Filistin ya da Galile Aramicesinin Hz. İsa’nın konuştuğu dildir. Aramiceye Yahudilik ve Suriye Hıristiyanlığı gibi dinlerin yanı sıra Mandaizm ve Maniheizm gibi dinlerin literatürlerinde de rastlanır.

Büyük İskender’in fetihleriyle, Aramice Yakın Doğu’nun büyük bir bölümünde resmi statüsünü kaybetse de, Grek-Roma emperyalizminden etkilenmeyen Nabatean Krallığı, Palmira, Edessa (Urfa) gibi bölgelerde değerini korur.

Günümüze gelindiğinde Aramicenin Yakındoğu’daki hala bazı etnik gruplarca, farklı lehçelerle konuşulduğu görülür. Batı Aramicesi Suriye ve yakın çevresinde; Doğu Aramicesi Türkiye, Irak ve İran’ın bazı bölgelerinde konuşulmaya devam eder.

2 – Aramilerde Sanat ve Kültür

Aramilerin maddi kültürleri ve sanatsal uygulamaları hakkında da Zincirli, Tel Halaf ve Hamat gibi yerleşim merkezlerinde ortaya çıkan buluntular sayesinde bilgi edinilebilir. Aramiler çoğunlukla yerleşik hayata geçtikleri bölgelerin sanatsal geleneklerini, özellikle de Geç Hitit ve Kuzey Suriye sanatlarını benimsemişler, yapıtlarına zaman zaman kendi Batı Sami özellikli perspektiflerini de yansıtırlar. Asur İmparatorluğunun Suriye ve Kuzey Mezopotamya’da etkin bir güç haline gelmesiyle sanatta Asur esinli uygulamalar da görülmeye başlanır.

Zincirli, Tel Halaf ve Hamat kazılarında saray ve tapınaklar, sütunlar, duvar kabartmaları, büyük heykeller ve heykel betimli sütun kaideleri bulunur. Özellikle de Tel Halaf’ta Arami toplumuna özgün bir bit hilaniye, heykellere ve kabartmalara rastlanılır. Heykellerde aslanlar, sfenksler ve grifonların betimlendiği; kabartmalarda insanlar, hayvanlar ve bitkiler kadar askeri ya da krali tören sahnelerinin de işlendiği görülür. Zincirli’de, yine bir bit hilani yapısına, Hitit, Geç Hitit, Batı Sami ve Assur etkili olduğu gözlenen kabartmalar ve heykellere, sütun kaidelerine rastlanır. Aramiler yerleşik hayatı benimsedikleri diğer Kuzey Suriye yerleşimlerinde de genel olarak saray ve tapınaklarda Kuzey Suriye geleneklerini sürdürürler, bit hilani tipi yapılar ve uzun odalı tapınaklar inşa etmeye devam ederler. Yine saray ve tapınak süslemelerinde sütunlar, çift kaideler, heykeller, kabartmalar ve yontu sanatının diğer örnekleri uygulandığı görülür.

Bu çalışmalarda, Aramilerin bakış açıları olarak değerlendirilen kendi Batı Sami kökenlerini yansıtan fizyonomik özellikleri ile de karşılaşmak mümkündür. Söz konusu bu fizyonomik özellikleri, Akurgal ve Darga Arami biçemi olarak tanımlarlar.

Akurgal, Geç Hitit sanatıyla ilgili incelemelerinde Arami biçemi tezini ortaya atar. Akurgal’a göre, Tel Halaf ve Zincirli kabartma ve heykelleri, Konya Ereğlisi yakınlarındaki İvriz Kaya Kabartması, Karatepe kabartmalarının bir bölümü ve Maraş mezar stelleri Arami, diğer bir deyişle Sami özellikleri taşır. Akurgal, kavisli Sami burunları, kısa boyları ve basık vücut ölçüleri, helezon şekilli saç bukleleri, kulak önü bukle favorileri, Asur ya da Hitit özellikleri taşımayan özgün başlıkları (tiara), bazı kabartmalarda karşılaşılan çöl tipi sandaletleri ile bu biçemi tarif eder.

İvriz Kaya Kabartmasında yer alan Tanrı figürünün saç-sakal biçimini, Kral Varpalavas’ın süslü mantosunu ‘Aramlaşmış’ olarak tanımlayan Akurgal, Fenike etkileri de gösteren Karatepe kabartmalarından, Kral Asitavata’yla özdeşleşen Ziyafet Sahnesinde çalgıcıların yer aldığı sol bölümde de Sami unsurlarına rastlandığını ifade eder. Yine Maraş mezar stellerindeki figürlerin saç biçimlerini, hüzünlü yüz ifadelerini Fenike ya da Arami biçemi olarak niteler. Ayrıca mezar steli geleneğinin de bir Fenike ya da Aram özelliği olduğunu söyler.

Darga da çalışmasında Akurgal’ın bu görüşlerini daha detaylı bir şekilde irdeler ve tekrarlar. Akurgal ve Darga’nın çalışmalarında öne sürdükleri bu Arami biçemi, yine Arami ismiyle anılan bu halk gruplarının Batı Sami kökenleri ve fizyonomik benzerlikleri göz önünde tutularak Batı Sami biçemi olarak da adlandırılabilir.

Kuzeydeki Arami yerleşimlerinde kentsel ve mimari gelenekler, Geç Hitit ve Kuzey Suriye sanatının iyi bilinen örnekleriyle paralellikler gösterir. Bu bağlamda Kuzey Suriye’de, dolayısıyla da Güneydoğu Anadolu bölgesindeki Arami yerleşimlerinde karşılaşılan kentsel geleneklerden biri beyt hilani mimarisidir.

Kuzey Suriye’deki ilk beyt hilani örnekleri, Alalah’ta (Tel Açana), on sekizinci yüzyıldaki Kral Yarim Lim’in ve on dördüncü yüzyıl öncesine tarihlenen Nikmepa’nın saraylarında görülebilir.

Beyt hilani, dokuzuncu ve yedinci yüzyıllar arasında bölgede yaygın bir şekilde görülen, ön cephesi iki ya da üç sütunlu, arkasında küçük oda topluluklarının çevrelediği enlemesine ocaklı bir salonu bulunan, çoğunlukla iki ya da üç katlı bir saray yapısıdır. Girişin her iki yanında yer alan merdivenler üst katlara ulaşmaya sağlar.

Beyt hilani, Mezopotamya ve Asur mimarisinde benzerlerinin varlığına rağmen, özellikle de ön cephe planı ile Kuzey Suriye’ye özgü bir mimaridir. Kuzey Suriye örneklerinde portikolar ana binaya ön oda olarak hizmet etmelerine karşın, Asur ve Mezopotamya’daki benzerlerinde bu tür bir işlev söz konusu değildir. Bununla beraber bit hilani yapısının boyutları, alışılageldik Mezopotamya ve Mısır mimari uygulamalarının aksine daha küçüktür.

Beyt hilaninin yukarıdaki tanımına uygun olan yapı kalıntılarına Anadolu topraklarında, Tel Halaf, Zincirli, Sakçegözü ve Tel Tayinat gibi yerleşimlerde rastlanır. Dokuzuncu yüzyıla tarihlenen Tel Halaf’taki Tapınak-Saray, bit hilani tipi mimari yapılar arasında en eski ve en görkemlisi olarak anılır. Tel Tayinat, Sakçegözü ve Zincirli beyt hilanileri arasında da büyük benzerlikler göze çarpar.

Bununla beraber onuncu yüzyılda Kudüs’te inşa edilen Kral Süleyman’ın tapınağının Eski Ahit’teki tanımı da beyt hilani mimarisini anımsatır:

“ Tapınağın dış cephesine bitişik, ana bölümün ve iç odanın çevresindeki duvarlara bitişik, odalardan oluşan katlar yaptırdı. …Kirişler tapınağın duvarlarına girmesin diye duvarların çevresinde dışarıya doğru çıkıntılar bıraktı.”

Beyt hilani, genellikle, özellikle de Asur mimarisinde sarayın belirli bir bölümü olarak kabul edilir. Anıtsal girişler, avlular, taht odaları, süitler ve kabul odaları, bu yapı içerisinde önemli bir yere sahip olsa da beyt hilaninin esas özelliği sütunlu bir cepheye sahip olmasıdır.

Kuzey Suriye sanatında önemli bir yeri olan ve Zincirli, Tel Halaf, Arslan Taş, Hamat gibi Arami yerleşimlerinde yapılan kazılarda da ele geçirilen ve sanatsal değer taşıyan diğer bir buluntu sınıfı da fildişleridir. Fildişi oymaların ya da kakmaların yazıtlarda, kapı ve duvar dekorasyonlarında, mobilya fragmanlarında, taht süslemelerinde, yatak ve karyola başlarında, mücevher kutularında, buhurdanlıklar ve küçük şişelerde kullanıldığı görülür.

 3 – Aramilerde Din

Aramilerin yerleşik hayat kurdukları Mezopotamya ve Kuzey Suriye’de, yerleştikleri ortamlardaki mevcut kültürü benimsemeleri din alanında da göze çarpar. Bu bağlamda Aramilerin diğer Suriye ve Mezopotamya toplulukları ile aynı dini paylaştıkları, görülür.

Her Arami Krallığının ayrı bir panteonu olmasına karşın, Hitit ve Suriye gibi Yakındoğu’nun diğer toplumlarında da büyük saygı duyulan ünlü Fırtına Tanrısı Hadad en büyük tanrı konumundadır. Hemen her Aramice yazıtta, Hadad’tan övgüyle söz edilir. Tüm Batı Sami toplumunda aynı derecede saygı gören, Batı Sami dünyasında kazandığı olağanüstü saygınlık Hıristiyanlık dönemine dek devam eden ve eski kutsal evi Halep olarak bilinen Hadad, Aramiler arasında da genellikle bir boğanın üstünde, şimşeklerle donanmış bir şekilde betimlenir. Hadad, Bit Bahiyani Aramilerince de ‘Habur’un Efendisi’ ya da ‘Sikanlı Hadad’ olarak anılır. Aramilerin saygı gösterdiği tanrıların arasında Tire kentinin baş tanrısı Melkart da yer alır.

Demir Çağı’nda kuzey batının en ünlü Sami tanrıçası olan, çıplak ve aslan başıyla tasvir edilen Biblos ve Sidon’un Hanımı Astarte, Mezopotamyalı İştar’ın Batı Sami dünyasındaki karşılığıdır. Klasik dönemin ‘Suriye Tanrıçası’ Atargatis kültü de yine Astarte ile ilişkilidir. Astarte’nin erkek formu olarak düşünülen Atar da Aramiler arasında saygı gören, Arpad / Bit Agusi Kralı Attar-şamak’ ın da ismini taşıdığı bir tanrıdır.

Aramiler arasında yine ortak, tanıdık bir külte, Harran’ın Ay Tanrısı Sin’e rastlanılır. Samilerin yanı sıra Perslerin, Yunanlıların ve Romalıların da tapındığı Ay Tanrısı, Aramicede Sahr olarak anılır. Bu kült 2000 ile 539 yılları arasına tarihlenen uzun bir geçmişe sahiptir; 539 yılından sonra da farklı isimler altında yaşamaya devam eder. En büyük ilgiyi Kuzey Mezopotamya’nın Sami kökenli yarı göçebe yerleşimcileri arasında gören Ay Tanrısının sembolü hilaldir. Mezopotamya ve Kuzey Suriye kökenli birçok kabartmada bu sembolün kullanıldığı görülür. Bereket Tanrısı, Göğün Işığı gibi isimlerle de anıldığı olur.

Sam’al Kralları Panamuwa ve Barrakab’ın yazıtlarında da Arami tanrılarının adı geçer:

“ Hadad, El, Hanedan’ın Efendisi Rakib-El, Şamaş, Reşep ve Y’DY’nin tüm tanrıları. ”

Rakib-El’in (Rekub-El, ‘El’in arabacısı’) ismi ve ‘Hanedan’ın Efendisi’ unvanı yalnızca Zincirli’ye özgüdür. Yine Zincirli’deki kazılarda Kral Kilamuwa’ya ait, altın bir kın üzerinde Rakabel’in adı görülür. Adı anılan diğer tanrılar ise Yakındoğu’da en eski zamanlardan beri bilinen tanrılardır.

Benzer olarak, eski Bit Agusi topraklarında, Sefire’de bulunan antlaşma yazıtları da ‘Arpad’ın Tanrıları’ndan söz eder. NKR, KD’H, RHBH ve ‘DM Arpad’ın yerel tanrılarıdır. Hamatlı Zakkur da yazıtında panteonunun baş tanrısı, ‘Göğün Efendisi’ Baalşamayn ile panteonun Ilu-Wer gibi diğer yerel tanrılarını listeler.

Zakkur’un yazıtında da adı geçen, aynı zamanda en eski Sami tanrılarından biri Dagan’ın oğlu olan Baal, Aramilerce Yağmur Tanrısı olarak kabul görür.

Şamlı Bar Hadad’ın Tanrı Melkart ve Hamatlı Zakkur’un Ilu-Wer steli gibi Arami Krallarının da Mezopotamya’nın diğer kültürleri gibi inşa ettirdikleri tapınaklar ve yerleştirdikleri kült heykellerle övündükleri görülür. Hamat’da tapınakların kaldırım tabakalarında bulunan sekizinci yüzyıla ait grafitiler kısa adak dilekleri olarak yorumlanır.

Mühürlerde, kabartmalarda ve mezar taşlarında kurban masaları ve şarap sunu şekilleri tasvir edilir; yazıtlarda da tanrıların ‘ekmek ve su’ kabulünden ve –yine Yakındoğu’da yaygın olarak görülen- koyun kurban edildiğinden bahsedilir. Bununla beraber Aramilere ilişkin diğer dini kurallar ve ritüel uygulamaları tam olarak bilinmemektedir.

SONUÇ

Aramiler, zamanla hem küçük gruplar hâlinde göçerek geldikleri ve hem de büyük nüfus nakilleriyle yerleştirildikleri bugünkü Mezopotamya topraklarında ve Ön Asya’da yerli halkla ve Asur kentleri ve çevresindeki tarım alanlarında Asur halkıyla kaynaşmış, bazı bölgelerde halkın çoğunluğunu oluşturmuşlardır. Bu süreç bir anlamda bu coğrafya halkının Aramileşmesine zemin hazırlamıştır.

Bölgede bu dönemin hâkim devleti Asurluların yanında Güneydoğu Anadolu ve Anadolu’nun birçok bölgesinde yaşayan Hitit ve bakiyelerini de dil, din kültür ve ırkı yapı bakımından büyük oranda etkilemiştir.

Ancak Aramiler birçok şehir kurmuş olmalarına ve de diğer şehirlerde etkili olmalarına rağmen siyasi bir birlik oluşturarak kendi millî devletlerini de kuramamışlardır.

Aramiler bulundukları her bölgenin kültürüne adapte olmuşlar ve bunun sonucu olarak da sanatlarında Mısır, Ege, Finike, Hitit ve Asur sanatlarının tesirleri görülmektedir.

Arami dili çok geniş bir alanda yayılmış ve Asurlular, Geç Hitit şehir devletleri, Babil, Suriye-Filistin ve Finike şehirleri, Persler, Ahamenişler zamanında yaygın olarak kullanılmıştır.

Aramiler Asurca ile akraba olan ve kolay anlaşılan dilleri nedeniyle kentlerde, tapınaklarda ve sarayda önemli görevlere yükselmişlerdir. Aramcanın oldukça geniş bir bölgede konuşulması, başta ticari ilişkilerde olmak üzere, farklı toplulukların ortak anlaşma dili konumuna gelmesine yol açmıştır. Mezopotamya kültürünün Doğu Akdeniz kıyıları ve Kilikya üzerinden Batı dünyasına (Grek kültürüne) aktarılmasında da Aramcanın önemli bir rol oynadığı anlaşılmaktadır.

İkinci bin yılın sonlarında, Yakındoğu’da gerçekleşen Deniz Kavimlerinin yıkıcı hareketleri, bölgenin ekonomik, siyasi ve sosyal yapısında büyük değişikliklere yol açar. ‘Karanlık Çağ’ olarak da nitelendirilen bu dönemde bölgede, özellikle Suriye ve Mezopotamya’da yeni etnik gruplar ortaya çıkar. Bu etnik gruplardan Aramiler, Yakındoğu tarihinde ön planda yer alırlar ve Suriye çöllerinden çıkıp, tüm Mezopotamya’ya, Suriye’ye ve hatta Doğu Akdeniz kıyılarına yayılan Batı Sami kökenli, yarı göçebe bir grup olarak tanımlanırlar.

Süryani ve Keldani toplulukları, Aramilerin günümüzdeki uzantıları sayılmakla beraber, Eski Ahit’te Aramilerin İbranilerin ataları oldukları yolunda da referanslar bulunur. Bu referansların ötesinde yazılı kaynaklarda, Aram ismi öncelikle coğrafi bir bölge ile özdeşleştirilir. Bu özdeşleştirmeden yola çıkılarak da ‘Arami’ isminin etnik bir kimlikten öte, kabaca batıda Karkamış ve Halep, doğuda yukarı Fırat boyunca, Habur Nehri kadar uzağa; kuzeyde Urfa’dan Tel Halaf’a, hatta Nusaybin ötesine tanımlanan ‘Aram’ bölgesinde yaşayan, genelde Batı Sami kökenli pastoralistlerin oluşturduğu toplulukları adlandırmakta kullanıldığı düşünülebilir.

Genelde kabileler halinde yaşayan Aramiler, Anadolu’da günümüzde Urfa, Mardin, Diyarbakır, Siirt, Adıyaman ve Gaziantep yörelerine yerleşerek, bu bölgelerdeki kent devletlerinde hanedanlıklar kurarlar. Bit Zamani, Sam’al ve Bit Bahiyani Anadolu toprakları içerisinde yer alan önemli hanedanlıklardır. Bu kent devletleri arasında Gaziantep sınırları içerisindeki Sam’al-Zincirli ve Nusaybin yakınlarında, hemen Türkiye-Suriye sınırında bulunan Bit Bahiyani, buluntuları ile Arami topluluğunun Batı Sami özelliklerini yansıtan örnek yerleşimlerdir. Bit Zamani de Diyarbakır ve çevresinde yer alır.

KAYNAKÇA :

ALBAYRAK, K. (1997), Keldanîler ve Nasturîler, Vadi Yayınları, Ankara.

BOSSERT, H. Th. (1948), “Karatepe’de Bulunan Fenike-Eti Bilinguisleri’’

Belleten, C. XII, S. 47, Temmuz 1948, TTK Basımevi, Ankara.

BÜLBÜL, M. (2005), Türkiye’nin Süryanileri, Tasam Yayınları, Istanbul.

DINÇOL, M.A. 1991’’Aramice’’-‘’Aramiler’’, TDV. Islâm Ansiklopedisi C.3, Güzel Sanatlar Matbaası,  Ist.

GÜNALTAY, M. (1987), Yakın sark III, Suriye ve Filistin, TTK. Basımevi, Ankara.

IPLIKÇIOĞLU, B. (1994), EskiçağTarihinin Ana Hatları, Bilim Teknik Yayınevi, Istanbul.

KINAL, F. (1954) “A. Dupont Sommer: ’’Les Arameens. L’orıent Ancıen Illustren. 2. . Lıbraırıe A. Maısoneuve. Paris 1949. 124 S. 8’’, AÜ. DTCF. Dergisi, C. 12, S 1-2, Ankara.

KINAL, F. (1958), ‘’Kargamis sehri Tarihi Hakkında’’ Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi C. 16, S. 3–4, Ankara.

KÖROĞLU, K. (2006), Eski Mezopotamya Tarihi,Baslangıçtan Perslere Kadar, Iletisim Yayınları, Istanbul.

MANSEL, A.M-BAYSUN, C.vd. (1945), Ilk ÇağTarihi, Milli Eğitim Basımevi, Istanbul

MEMIS, E. (2007), Eski Çağda Mezopotamya, Ekin Kitabevi, Bursa.

MEMIS, E. (2009), Eski ÇağTürkiye Tarihi (En Eski Devirlerden Pers Istilasına Kadar), Çizgi Kitabevi, Konya.

NARÇIN, A. (2008), A’dan Z’ye Asur, Ozan Yayıncılık Ltd., Istanbul.

IMEK, M. (2003), Süryaniler ve Diyarbakır, Çiviyazıları Yay., Istanbul.

YONAN, G. “Tarihte Unutulmus bir Ulusal Azınlık, Asurlular” www. acsatv. com

Akurgal 2005 E. Akurgal, Anadolu Kültür Tarihi, TÜBİTAK, Ankara, 2005.

Albright 1975 W.F. Albright, “ The Emergence of The Arameans ”, Cambridge Ancient History II/2, 1975, 529–536.

ARAB I D.D. Luckenbill, Ancient Records of Assyria and Babylonia, I,Chicago, 1926.

ARAB II D.D. Luckenbill, Ancient Records of Assyria and Babylonia, II,Chicago, 1927.

Assaf 1997 A. A. Assaf, “ SYRIA, Syria in the Iron Age ”, The Oxford Encyclopedia of Archaeology in the Near East, ed. Erich Meyers,1997, Vol. V, 131/134.

Bordreuil 1997 P. Bordreuil, “ Fakhariyah Aramaic Inscriptions ”, The Oxford

Encyclopedia of Archaeology in the Near East, ed. Erich Meyers,1997, Vol. II, 301.

Bowman 1948 R. A. Bowman, “ Arameans, Aramaic and the Bible ”, Journal of the Near Eastern Studies 7/2, 1948, 65–90.

Bunnens 1995 G. Bunnens, “ Syro-Anatolian Influence on Neo-Assyrian Town Planning ”, Abr-Nahrain Supplement 5, 1995, 113-128

Cook 1997 E. M. Cook, “ Aramaic Language and Literature ” The Oxford Encyclopedia of Archaeology in the Near East, ed. Erich

Meyers, Vol. I. 178–187. 81

Darga 1992 M. Darga, Hitit Sanatı, Akbank Kültür ve Sanat Kitapları:56, İstanbul, 1992.

Dion 1995 P. E. Dion, “ Aramaean Tribes and Nations of First-Millennium Western Asia ”, Civilizations of The Ancient Near East Vol. I, ed.

J.M.Sasson, New York, 1995, 1281–1294.

Driver 1956 G.R. Driver, Canaanite Myths and Legends, Old Testament Studies No. III, Edinburgh, 1956.

Donbaz 1990 V. Donbaz, “Two Neo-Assyrian Stelae in the Antakya and Kahramanmaraş Museums” Annual Review of the Royal Inscriptions of Mesopotamia Project 8, 1990, 4–24.

Eski Antlaşma 2001 Kutsal Kitap, Eski Ve Yeni Antlaşma (Eski Ahit. Zebur, İncil),İstanbul, 2001.

Frankfort 1952 H. Frankfort, “ The Origin of The Bît Hilani ”, Iraq 14, 120–131.

Frankfort 1954 H. Frankfort, The Art and Architecture of Ancient Orient,Harmondsworth, 1954.

Fitzmyer 1997 J. A. Fitzmyer, “ Sefire Aramaic Inscriptions ”, The Oxford Encyclopedia of Archaeology in the Near East, ed. Erich Meyers,Vol. IV, 512/513.

Ginsberg 1958 H. L. Ginsberg, “ The Words of Ahiqar ”, The Ancient Near East, An Anthology of Texts and Pictures, ed.by James B.Pritchard, Princeton, 1958, 245–249.82

Gonnella vd. 2005 J. Gonnella, W. Khayyata, K. Kohlmeyer, Die Zitadelle von Aleppo und der Temples des Wettergottes, Neue Forschungen und Entdeckungen, Münster, 2005.

Grayson 1972 A. K. Grayson, Royal Inscriptions of Mesopotomia: Assyrian Periods, Vol. 1, Weisbaden, 1972.

Grayson 1990 A.K. Grayson, “Assyria; Ashur-Dan II to Ashur-Nirari V (934– 745 BC)”, Cambridge Ancient History III/I, 1990, 238–281.

Grayson 1991 A. K. Grayson, Assyrian Rulers of the Early First Millenium BC I (1114 -859 BC), The Royal Inscriptions of Mesopotamia AssyrianPeriods/ Vol 2, Toronto, 1991.

Grayson 2002 A. K. Grayson, Assyrian Rulers of the Early First Millenium BC I I (858 – 745 BC), The Royal Inscriptions of Mesopotamia AssyrianPeriods/ Vol 3, Toronto, 2002.

Green 1992 T. M. Green, The City of the Moon God Religious Traditions of Harran, Leiden, 1992.

Hawkins 1982 J. D. Hawkins, “ The Neo-Hittite states in Syria and Anatolia ” Cambridge Ancient History III/1, 1982, 372–441.

Heimpel 2003 W. Heimpel, Letters to the King of Mari: A New Translation with Historical Introduction, Notes and Commentary, Winona Lake,2003.

Hrouda 1962 B. Hrouda, Tell Halaf IV, Die Kleinfunde Aus Historischer Zeit,Berlin, 1962.

Ikeda 1979 Y. Ikeda, “ Royal Cities and Fortified Cities ”, Iraq 41, 75–87.83

Ikeda 1984 Y. Ikeda, “Hittites and Aramaeans in the Land of Bit-Adini ”, in: H.I.H.Prince Takahito Mikasa (Hg.), Monarchies and Socio-Religous Traditions in the Ancient Near East, Wiesbaden, (Bulletin of the Middle Eastern Culture Centre in Japan 1) 1984,27–35.

KAI II H. Donner – W. Röllig, Kanaanäische und Aramäische Inschriften, Band II Kommentar, Wiesbaden, 1973.

Klengel 2000 H. Klengel, The Crisis Years and the New Political System in

Early Iron Age Syria Some Introductiory Remarks, Essays on Syria in the Iron Age Ancient Near Eastern Studies 7, ed. Guy

Bunnens, Louvain, 2000, 21–30.

Köroğlu 1998 K. Köroğlu, Üçtepe I: Yeni Kazı ve Yüzey Bulguları Işığında Diyarbakır/ Üçtepe ve Çevresinin Yeni Assur Dönemi Tarihi Coğrafyası, Ankara 1998, Türk Tarih Kurumu Yayınları.

Köroğlu 2006 K. Köroğlu, Eski Mezopotamya Tarihi Başlangıcından Perslere Kadar, İstanbul, 2006.

Krader 1959 L. Krader, “The Ecology of Nomadic Pastoralism”, International Social Science Journal, XI, 1959, 499–510.

Kuhrt 1995 A. Kuhrt, The Ancient Near East c.3000-330 B.C., Vol. II, Londra,1995.

Kupper 1957 J. R. Kupper, Les Nomades en Mésopotamie au temps des roi des Mari, Paris, 1957.

Landsberger 1948 V. B. Landsberger, Sam’al, Studien zur Entdeckung der Ruinenstaette Karatepe, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1948.

Lipinski 2000 E. Lipinski, The Aramaeans: Their Ancient History, Culture,Religion, Leuven, 2000.

Luschan I-IV F. von Luschan, Ausgrabungen in Sendschirli Ausgeführt und Herausgegeben im Auftrage I-IV, Berlin, 1893–1911.

Macqueen 1995 J. G. Macqueen, “The History of Anatolia and of the Hittite Empire: An Overview”, Civilizations of the Ancient Near East

Vol. II. ed. J.M.Sasson, New York, 1995, 1085 – 1105.

 J. Matthers, “ The River Qoueiq, North Syria, and its Catchment ”, Oxford: British Archaeological Reports, International Series, 1981.

Meissner 1933 B. Meissner, “ Die Keilschrifttexte auf den steinemen Orthostaten und Statuen aus dem Tell Halaf ”, Archiv für Orientforschung,

Beiband 1, Berlin, 1933, 71–79.

Mellink 1958 M. J. Mellink, Review Tell Halaf III, American Journal Archaeology 62, 1958, 438–440.

Moortgat 1955 A. Moortgat, Tell Halaf III, Die Bildwerke, Berlin, 1955.

Naumann 1975 R. Naumann, Eski Anadolu Mimarlığı, Türk Tarih Kurumu,Ankara, 1975.

Oates 1991 J. Oates, “ The Aramaeans ”, Cambridge Ancient History III/2,1991, 184–186.

O’Callaghan 1948 R. T. O’Callaghan, Aram Naharaim, Roma, 1948.

Oded 1979 B. Oded, Mass Deportations and Deportees in the Neo-Assyrian Empire, Wiesbaden, 1979 85

Oppenheim 1931 M. F. Oppenheim, Tell Halaf Eine neue Kultur ältasten Mesopotamien, Leipzig, 1931.

Oppenheim 1945 H. Schmidt, Tell Halaf I, Die Prähistorischen Funde, Berlin,1945.

Oppenheim 1950 F. Langenegger, K. Müller, R. Naumann, Tell Halaf III, Die Bauwerke, Berlin, 1950.

Orthmann 1971 W. Orthmann, Untersuchungen zur späthethitischen Kunst, Bonn,1971.

Özyar 1991 A. Özyar, Architectural Relief Sculptures at Karkemish, Malatya and Tell Halaf: A Technical and Iconographic Study, Bryn Mawr  1991.

Parker 2001 B. J. Parker, The Mechanics of Empire. The Northern Frontier of Assyria as A Case Study In Imperial Dynamics, Helsinki, 2001.

Radner- Schachner 2001 K. Radner ve A. Schachner, “Tuşhan’dan Amedi’ye: Assur

Roaf 1996 M. Roaf, Mezopotamya ve Eski Yakındoğu, Atlaslı Uygarlıklar Ansiklopedisi 9, İstanbul, 1996.

Roaf -Schachner 2004 M. Roaf ve A. Schachner, “ The Bronze Age to Iron Age transition in the upper Tigris region: new information form

Ziyaret tepe ve Giricano ”, Anatolian Iron Ages 5, ed. A.

Çilingiroğlu ve G. Darbyshire, Londra, 2004, 1–9.

Pritchard, Princeton, 1958, 218–220.

Rouks 1992 G. Rouks, Ancient Iraq, Londra, 1992.

Sader 1987 H. Sader, Les Arameens de Syrie depuis leur fondation jusqu’a leur transformation en provinces assyriens, Beyrut, 1987.

Sader 1992 H. Sader, “ The 12th Century B.C. in Syria:The Problem of the Rise of the Aramaeans ”, The Crisis Years: The 12th Century B.C. From Beyond the Danube to the Tigris, ed. W.A.

WARD&M.SHARP JOUKOWSKY, Iowa, 1992, 157–163.

Sader 2000 H. Sader, “ The Aramaean Kingdoms of Syria Origin and

Formation Processes ”, Essays on Syria in the Iron Age, Ancient Near Eastern Studies Supplement 7, ed. Guy Bunnens, Louvain,2000, 61–76.

Schwartz 1989 G. M. Schwartz, “ The Origins of the Aramaeans in Syria and

Northern Mesopotamia:Research Problems and Potential Strategies ”, To the Euphrates and Beyond (Archaeologica Studies in Honour of M. Van Loon, Ed. O.M.C. Haex, H.H.

Curves, P.M.M.G. Akkermans) Rotterdam, 1989, 275-291.

Schwartz 1995 G. M. Schwartz, “ Pastoral Nomadism in Ancient Western Asia ”, Civilizations of The Ancient Near East Vol. I, ed. J.M.Sasson, New York, 1995, 249 – 258.

Sevin 1997 V. Sevin, Anadolu Arkeolojisi Başlangıçtan Perslere Kadar,İstanbul, 1997.

Sevin 1999 V. Sevin, Yeni Assur Sanatı, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1999.

Strommenger 1985 E. Strommenger, “Assyrian Dominitaion, Aramaean Persistence ”, Ebla to Damascus: Art and Archaeology of Ancient Syria, ed.

Harvey Weiss, Washington, D. C., 1985, 322-325.

Weidner 1940 J. Friedrich, G.R. Meyer, A. Ungnad & E. F. Weidner, “ Die Inschriften vom Tell Halaf, Keilschrifttexte und aramäische Urkunden aus einer assyrischen Provinzhaupstadt ”, Archiv für  Orientforschung, Beiheft 6, Berlin, 1940.

J. Winter,“Ivory Carving”Ebla to Damascus: Art and Archaeology of Ancient Syria, ed. Harvey Weiss, Washington, D.C., 1985, 339-346.

Wolley 1955 L. Wolley, Alalakh, An Account of the Tell Atchana in the Hatay,1937–1949, Londra, 1955.

Zadok 1991 R. Zadok, “ Elements of Aramaean pre-history ”, Ah Assyria… Studies in Assyrian History and Ancient Near Eastern Historiography Presented to Hayim Tadmor, ed. M. Cogan & I. Eph’al, Scr Hieros 33, Kudüs, 1991, 104–117. 88