BEYT-NAHREYN ARAP TARİHİ – İkinci Bölüm : ARAMİ Göçleri – Derleyen: Mim Yavuz Binbay

İkinci Bölüm : ARAMİ Göçleri

1 Aramilerle İlgili Köken Tartışmaları

Eski çağın en önemli medeniyet merkezleri olan Mezopotamya, Mısır ve Anadolu; tarihin ilk dönemlerinden itibaren birçok kavmin göç ettiği ve üzerinde hâkimiyet kurmak için çetin mücadeleler verdiği yerlerdir. Söz konusu coğrafyalara yönelen bu göç hareketleri, bazı dönemlerde kalabalık kavimlerin istilası şeklinde olurken bazen de bir kavmin yıllar boyu süren sızması seklinde meydana gelmiştir.

Aramilerin Anadolu’ya geliş süreci, Bronz Çağının sonunda tüm Yakındoğu’yu etkileyen göç dalgalarıyla aynı döneme rastlar. M.Ö On ikinci yüzyıl başları, tarihte tüm Yakındoğu ve çevresinde büyük karışıklıkların ve değişimlerin yaşandığı ‘Karanlık Çağ’ olarak adlandırılan bir dönemdir. Hakkında çok az bilgi sahibi olunan bu dönemde, Anadolu’da Hitit İmparatorluğu yıkılır;

Mezopotamya’nın güneyinde Kassit egemenliği çözülür, yine Mezopotamya’nın kuzeyinde ise Assur İmparatorluğu zayıflamaya başlar. Bununla beraber Ege kökenli Deniz Kavimleri, Akdeniz’i, Anadolu’nun iç bölgelerini ve Doğu Akdeniz sahillerini etkileyen yıkımlara neden olurlar. Bu istilalar sonucu Doğu Akdeniz’de Levant, Ugarit ve Hatti düşer; ‘Deniz Kavimleri’ne bir tek Mısırlı III. Ramses direnir ve Yakındoğu’nun çehresini değiştiren bu Kavimler hakkında da şöyle bir yorum yapar:

“ Kuzeydeki ülkelerde, adalarda kargaşa oldu, birden bir kargaşa aldı götürdü. Kimse önlerinde duramadı, Hatti, Kode, Karkamış, Arzava, Alaşiya, onlar birden harap oldular. Onlar bir yerde, Amurru’da bir ordugâh kurdular. Onlar halkını ülkelerinde yalnız bıraktılar. Onlar (deniz kavimleri), önlerinde bir ateşle Mısır’a doğru geldiler. Onların ana güçleri, Peleset, Tjekker, Şekeleş, Denyen ve Veşeş idi. Bu ülkeler birleşikti ve onlar ellerini dünyanın çevresine kadar yaydılar..”Pritchard 1969: 262–263.

III. Ramses’in bu söyleminde yer alan Filistin halkı, Doğu Akdeniz kıyılarına yerleşerek İsraillilerle Kenan topraklarını paylaşır. Bu, yine Suriye’deki Sutû, Ahlamû ve hepsinden önemlisi Assurluların Arami olarak tanımladığı Batı Sami göçerlerinin geçimleri evcil sürü hayvanlarına bağlı, sürülerini en iyi şekilde beslemek amacıyla farklı bölgelere mevsimsel göçler düzenleyen göçebe hareketlerinin arttığı bir dönemdir.

Aramiler, Sami ırkından bir kavimdir. Bu kavim; yaşadığı kabul edilen Arabistan’daki coğrafi şartların olumsuzlukları ve medeniyet merkezlerinin cazibesi gibi sebeplerle daha iyi yaşama şartları aramak amacıyla eski çağın en önemli medeniyet merkezleri olan Mısır, Mezopotamya ve devamında da Orta Anadolu’ya kadar uzanan geniş bölgeye yayılmış olmakla birlikte kesintisiz ve etkili biçimde sızma diyebileceğimiz bir göç eylemi gerçeklestirmiştir.

Demir Çağı başlarında Anadolu ve Mezopotamya bölgelerinde büyük güçler siyasi kontrolü kaybeder. Yerleşim bölgeleri terk edilerek, ekonominin bozulmasıyla yerleşik köylü halk yarı göçebe gruplara katılır, bölgede kuraklıklar yaşanır ve tüm bunlarla beraber şehirleşme kavramı değişir.

Tüm Yakındoğu literatüründe, Batı Sami kökenli pastoralist bir grup olarak anılan Aramilerin özellikle Geç Bronz Çağı kültürünün yıkılışı sırasında Suriye-Arabistan çölünden Suriye’nin kent yerleşimlerine doğru göç eden bir göç dalgası olduğu kaydedilir. Assaf, Albright, Zadok gibi araştırmacılar Aram isminin ortaya çıkışını üçüncü binyılın sonları olarak tarihler.

Assaf,  Aram isminin III. Amenofis’in (1413-1377) topografik metinlerinde yer aldığını; Zadok, Aram sözcüğünün etimolojisinin bilinmemesine karşın, Aramuki toponiminin üçüncü bin yıl Ebla’sı kadar erken bir tarihe belgelenebildiğini söyler. Albright,  Aram ismini Eski Ahit’teki Sam’ın oğullarından biri olan Aram ile özdeşleştirir.

Aramilerin kökeni göreceli olarak göçebe Amoritlere dayandırılır. Amoritler, erken dönem Mezopotamya kaynaklarında en çok adı geçen, Batı Sami grubuna ait bir dili kullanan, çoğunluğu pastoralist (göçebe) yaşam biçimini benimsemiş bir topluluktur.

Yazıtlarda karşılaşılan Bişri Dağı gibi Aramilerle aynı yaşam alanlarını paylaşmaları, Aramice isimlerin Amoritçe öncellerinin varlığı, yine Amorit dili ile Aramice arasındaki benzerlik ve göçebe yaşam biçiminin süregelişi gibi varsayımlarla bu görüş desteklenmeye çalışılır.

Aramilerin kökeni ile ilgili tartışmalarda Sutû ve en çok da Ahlamû isimleriyle karşılaşılır. Sutû (Swtw) adı, metinlerde ilk olarak üçüncü bin sonlarında, ikinci bin başlarında görülür ve bu topluluk m.ö 1743’lü yıllarda Larsa Kralı I. Rim-Sin (m.ö1822–1763) dönemine ait belgelerde çöl göçebeleri olarak anılır. Ahlamû’dan da ilk kez el-Amarna’da bulunan ve Babil Kralını anlatan kırık bir mektupta söz edilir.

Ahlamû ve Arami isimleri konusunda Assur Kralı I. Tiglat-pileser’e (m.ö1114–1076) ait yıllıklarda hem Ahlamû’ya hem de Aramilere ilişkin şöyle bir ifade görülür:

“ Efendim tanrı Asur’un yardımıyla, savaş arabalarımı ve savaşçılarımı aldım ve çöle doğru yola çıktım. Efendim tanrı Asur’un düşmanları ahlamû-Aramilerin üzerine yürüdüm. Suhu ülkesinden, Hatti ülkesinin Karkamış kentine kadar olan yerleri bir günde yağmaladım. Onları kılıçtan geçirdim ve hazinelerini, sahip oldukları sayısız malları taşıdım. Efendim tanrı Asur’un silahından kaçan, diğer askerler Fırat’ı geçtiler. Onların ardından keçi derisi sandallarla Fırat’ı geçtim. Bişri Dağı’nın eteğindeki altı kenti aldım, onları yaktım, yıktım ve mallarını, hazinelerini kentim Asur’a getirdim. ”

Bu yazıtta yer alan ‘ahlamû-Arami’ (Ahlamê Armaia) ifadesi hem Arami isminin net bir şekilde ilk anılışı, hem de Ahlamû ve Arami ilişkisini yansıtan bir tamlamadır.

Yine Tiglat-pileser’e ait başka bir yazıta göre Kral, Ahlamû Aramilere karşı yürüttüğü savaşlarda yirmi sekiz kez Fırat’ı geçer; Orta Fırat bölgesindeki Rapiku’dan, Suriye çölündeki Palmira’ya ve hatta Lübnan dağlarının etekleri kadar uzak bölgelerde onlarla karşılaşır:

“ Yılda iki kez, toplam yirmi sekiz defa ahlamû-Aramiler’ini takip etmek için Fırat’ı geçtim. Onları Amurru ülkesi Tadmor’dan, Suhu ülkesi Anat’tan ve Karduniaş’ın Rapiku kenti kadar uzakta yendim. Ganimetlerini ve mallarını kentim Assur’a getirdim. ”

Bu yazıtlardan Ahlamû Aramilerin, Asur’u tehdit eden başlıca unsur konumunda oldukları rahatça anlaşılır. I. Tiglat-pileser döneminden sonra Ahlamû ismi bir süre Asur yıllıklarında görülmez, Arami ismi tek başına anılmaya başlar. Ama yaklaşık bir üç yüzyıl sonra II. Aşurnasirpal (m.ö 883–859) bir yazıtında Ahlamû ismini tekrar kullanır:

“ Aramilerce zapt edilen Nairi topraklarındaki, Asur kalelerindeki Asurluları, terkedilmiş kentlerine ve evlerine tekrar yerleştirdim. Onları huzur dolu evlere yerleştirdim. Bit- Zamanili adam Amme-ba’li’ye bağlı ahlamu-Arami’nin 1500’ünü aldım ve Asur’a getirdim. ”

Etnik köken itibarıyla Sami olan Aramilerin Ön Asya’da görülmeleri, Samilerin Arabistan’dan üçüncü defa göç etmeleriyle izah olunmaktadır. Tevrat’ın Tekvîn kitabına dayanarak ve eski geleneğin izinden giderek Aramileri Samilerden sayanlar, bu kavmin M.Ö. XIV. asrın son yarısında veya XV. asrın ilk yarısında Arabistan’dan Suriye’ye gelmiş olduklarını iddia etmektedirler. Sinear tabletlerinde bu kavme verilen Dağlılar yani Aramiler adı, bunların Arabistan’ın kumlu sahralarından geldiklerinin bir damgası olarak bu zamana kadar yaygınlaşmıştır. Arabistan çöllerinden batı sınırlarına geldiği ileri sürülen halka Sinearlıların Dağlılar değil, Çöllüler adını vermeleri doğal olacaktı. Ancak Çöllüler anlamına gelen bir ad değil de Dağlılar anlamındaki Aramiler ismini vermekle aslında menşelerine dair ipuçları da vermişlerdir. Zira Aramilerden önce Arabistan’dan Sinear’ın batı sınırlarına gelmiş olan Samilere Dağlılar anlamında bir isim değil, Batılılar anlamına gelen Amurrular adı verilmiştir. Sümerliler Aramileri, batılılar anlamına gelen Martu olarak adlandırırken, AKAD’lılar Ammurular olarak adlandırmıştır.

Aramilerin Sami olduklarını son zamanlardaki arkeoloji buluntuları da teyit etmiştir M. Ö. XIV. yüzyılda Suriye’deki küçük prensler ve valiler tarafından Firavun Amenofis IV’e (1370–1352) gönderilen ve Tel El Amarna harabesinde bulunan mektuplarla Hattilerin Boğazköy arşivinde Aramilerden Habiru adıyla bahsedilmektedir.

Aramiler, Mezopotamya ve özellikle de Asur için tehlike oluşturmaya başladıkları m.ö XII. yüzyılda, yazılı belgelerde anılmaya başlayan toplumlardan biridir. Bu halk, ikinci binyıldaki Amurru ve birinci binyıldaki İbraniler gibi, Kuzeybatı Sami grubuna giren bir dil konuşmaktaydılar.

M.Ö. XIV. yüzyıl Tel El Amarna mektuplarının gönderildiği sırada, Suriye ve Filistin sınırlarında görünen ve yerli prensleri titretecek kadar kudretli olan tek kavmin Aramiler olduğu tarihçe kesin bir gerçek olduğuna göre Tel El Amarna mektuplarındaki Habiruların,  Aramiler olacağına süphe yoktur. Çünkü bu Aramiler çok geçmeden bütün Suriye’ye hâkim olmuş, Şam’da, Hama ‘da, Tedmür’de, Soba’da, Moab’da, Amman’da, Edom’da bağımsız prenslikler kurmuşlardır.

Aramilerden bir kol da Sinear’ı zapt ederek burada en kudretli Asur krallarını yıllarca uğraştıracak bir hükûmet vücuda getirmişlerdir.

Boğazköy metinlerinde LUSA. GAZ ideogramı ile gösterilen Habiruların ve Tel El Amarna mektuplarında pek çok zikredilen Sutuların Aramilerin ecdadı oldukları anlaşıldığından Aramilerin M.Ö. XIV. yüzyıldan beri Habur nehri dolaylarında bulunduklarına hiç şüphe yoktur. Fakat buraya nereden ve ne zaman gelmiş oldukları sorusuna gelince, yukarıda gösterilen eski Mezopotamya kaynaklarındaki kayıtlar, gerekse Tevrat rivayetleri Aramilerin Habur mecrasına gelmeden evvel güney Mezopotamya’da bulunduklarını gösteriyor.

Aramiler, Mısır’ın zayıf düşmesinden faydalanan Hattilerin Kadeş’e kadar ilerlemesini fırsat sayarak Suriye’ye yayılmışlardır. Mısır’da XIX. sülâlenin kuruluşuna kadar geçen kargaşalık devri, Aramilere yayıldıkları bölgelerde yerleşme imkânını vermişti. XIV. yüzyıl sonlarına doğru, Horemheb, Mısır’ın sarsılan nüfuzunu yeniden kurmak üzere çırpınırken Oront Vadisi’ne yayılan ve buralardaki Amurrularla karışıp kaynaşmış olan Aramiler, yukarı Suriye ve Naharina ile beraber Hattilerin nüfuzu altında bulunuyorlardı. Filistin ise Habirularla (Arami) Bedevî Saitlilerin (assu) çarpışma alanı olmuştu. Yukarı ve Aşağı Rezenu’da firavunların nüfuzu hiçe inmişti.

Arami kavimleri göç eylemlerinde geldikleri bölgelerin siyasi şartlarını çok iyi değerlendirerek etkili olmak ve yeni yerleştikleri yerlerde hâkim olabilmek için çalışmışlardır. Önceleri Mısır ile Hititler arasındaki mücadeleden doğan boşluğu değerlendirirken daha sonra Hitit ve Asur arasındaki mücadelelerden faydalanmışlardır.

M.Ö. XII. yüzyıl, eski Ön Asya tarihinin en hareketli devirlerinden biridir. M.ö II. binyılda Anadolu’da hâkim olan Hitit kavimlerinin yerini doğuda Urartular, batıda Frigler aldıkları gibi, “münbit hilâl” bölgesinde ve Mezopotamya’da oturan Hurri ve Kassitlerin yerine de Samî menşeli Aramilerin yerleşmiş oldukları görülür.

Anti (Doğu) Lübnan dağları ile Suriye Çölü arasındaki vahada yaşayan eski Amurrular yurduna gelen Aramiler, buralardaki değişik unsurlardan oluşan halkı hükümleri altına almış, M.ö XII. yüzyıldan itibaren merkezleri eski Ki-Mak ve Orant üzerindeki Hama ile Sam’al (Zincirli) olmak üzere birer hükümet kurmuşlardır. Buralardaki halk, Hurriler, Hattiler, Mitanniler, Amurrular, Kenanlılar gibi türlü etnik gruplardan oluşuyorlardı. Aramiler geldiğinde, umumiyetle konuşulan dil Amurruların Sami lehçesi idi. Amurruların prensliğine varis olan Aramiler onların dillerine ve dinlerine de varis olmuşlardır.

Mezopotamya tarihinin ana dönemlerini farklı kavimler belirlemiştir. M.Ö. I. binyıldaki kavimler de Asurlular ve Aramiler olmuştur. M.Ö. 1400’lerden 900’e kadar geçen dönemde Aramilerin göçleri devam etmiştir. Sümer-Akad kültürü nedeniyle ortak özellikler de gösteren Mezopotamya halkı için önceleri yeni karışıklıklar çıkaran Arami göçünün getirdiği Samiler, eski kültür bölgesine ulaşmışlardır.

Sami kavimlerinin üçüncü büyük göçünü teşkil eden Arami göçlerinin karakteri Ege göçleri gibi yakıp yıkıcı bir akın şeklinde değil, tersine aralıksız bir sızıntı hâlinde asırlarca devam etmesidir. İşte bu yüzdendir ki Asur devleti gelişimini yavaş ve devamlı adımlarla yapamamış değişik zamanlarda ilerlemelere ve tekrar gerilemelere maruz kalmıştır.

Arami istilâsı Ön Asya memleketleri ve medeniyetleri için Ege göçlerinden daha etkili olmuştur. Zira bu Sami istilası yavaş, fakat mütemadi bir şekilde cereyan etmiştir. Öyle ki arkası kesilmeyen bu müthiş insan akınının karşısında Asur Devleti bile varlığını ancak coğrafî mevkiinin sarplığı sayesinde koruyabilmiştir. Hatta Asur tarihinin tedrici bir gelişme seyri takip edememesinin sebeplerinden birini, bu zaman zaman artan veya eksilen Arami göçlerinin tesiridir.

Özellikle M. Ö. XI ve X. asırlar tam manasıyla Arami asrı olmuştur. Kuzey Suriye’de bulunan Hitit Şehir devletleri Arami istilasına karşı koyabilmek için Asur krallarının tebaalığını kabul etmistir.

Asur kralı I. Tiglat-pleser zamanında Arami göçebelerinin yerleşmelerine mâni olabilmek için, kendi ifadesine göre 28 defa Fırat’ı geçmiştir. Fakat Asur krallarının bütün bu gayretleri beyhudedir. Zira XI. yüz yılda Arami şehir devletlerinin çoktan kurulmuş ve inkişafa başlamış olduğu görülür.

2.2 Aramilerin Ortaya Çıktığı ve Yayılım Gösterdiği Coğrafya

Aramilerin anavatanı ve yayıldıkları coğrafyayı araştırmak için yola çıkıldığında bu konuyla ilgili verilere yine öncelikli olarak Orta Asur metinlerinde, özellikle de I. Tiglat-pileser’in, yukarıda da anılan, Arami adının da ilk kez geçtiği yazıtta rastlanır.

Kral, bu göçebe grupla hem Orta Fırat’ta, Karkamış kadar kuzeyde ve aynı zamanda Habur bölgesinde savaşır. Bu yazıtı temel alan pek çok araştırmacı, Aramilerin anavatanlarının Orta Fırat’ta Rapiku’dan, Suriye çölündeki Palmira’ya ve hatta Lübnan dağlarının eteklerine kadar uzanan bir bölgede olduğu konusunda hemfikirdir.

Bununla beraber Aramiler, zaman zaman sınırları hiçte net olmayan bu coğrafyanın dışına da çıkarlar. Örneğin, günümüzde Diyarbakır ve çevresinde, erken dönemlerde kurulan Arami krallıklarından biri olan Bit Zamani, Aramilerin kuzeyde ulaştıkları son nokta olarak görünür. Güneye bakıldığında da Aramiler, Lübnan’ı da aşarak, İsrail ile ilişkili görünen Zobah, Bet Rehob ve Makah gibi siyasi oluşumlara teşebbüs ederler.

Asur kralları yıllıklarında, Aramilerin yaşadıkları coğrafyayı KURar-ma-a-ia şeklinde tanımlar. ‘Aram ülkesi’ olarak anılan bu bölge, Orta Asur döneminde Mitanni-Hanigalbat, günümüzde de Kuzey Suriye ve Güneydoğu Anadolu topraklarının büyük bir bölümüyle örtüşür.

Ege göçlerinden sonra Asur Devleti yeni bir göç dalgası ile karşılaştı. Bu göç Arami göçleri idi. Gerçekten Ege göçlerinin meydana getirdiği karışıklıklardan çöl sakinleri yararlanmak istemiş ve kültür merkezlerine doğru akın etmeğe başlamışlardı. Aramilerden Bit-Zamani Kabilesi Diyarbakır ve çevresine, Bit-Adini kabilesi Fırat Nehri’nin büyük kıvrımı içerisine, Bit-Agusi kabilesi Kuzey Suriye, Fırat ile Karasu arasına, Bit Gabbari (Sam’al) kabilesi Gaziantep Zincirli bölgesine, Türkiye-Suriye sınırında Bit Bahiyani ve Nisibis (Nusaybin); Bit Adini ve Hamat krallıklarını kurarlar. Bit-Bruta kabilesi ise Kayseri civarına kadar yerleşmiştir. Anadolu topraklarındaki çok uluslu bir devlet olan Şubria’da da, Hurri ve Urartular yanında Arami nüfusunun da varlığı ifade edilir. (Bit=Beyt Arapça ev anlamına gelmektedir. örnegin Beyt-Bahiyani veya Bahiyaniler anlamına gelmektedir.)

Habur bölgesinde Arami kökenli Lake, Bit Halupe, Suhi ve Hindanu kabileleri yerleşik haldedir.

Aramilerle özdeşleştirilen diğer bir coğrafi tanım ise Aram Naharaim’dir. O’Callaghan, bu bölgeyi kabaca batıda Karkamış ve Halep, doğuda yukarı Fırat boyunca, Habur Nehri kadar uzağa; kuzeyde Urfa’dan Tel Halaf’a, hatta Nusaybin ötesine tanımlar. Ayrıca O’Callaghan, Aram ismi ile birlikte anılan Naharaim’in, Amorit dilinde ya da erken Batı Sami dilinde ‘nehirler ülkesi’ veya ‘nehir ülkesi’ anlamına geldiğini belirtir. Eski Ahit karakterlerinden biri olan İbrahim’in kardeşi Nahor ile de ilişkilendirir; bu bağlamda Eski Ahit’te öykülenen İbrahim’in hizmetkârını, oğluna kız bulması için kardeşi Nahor’un ülkesine göndermesini hatırlatır.

Harran bölgesi de Aram özellikleri taşır. Bununla beraber Aram ismi Eski Ahit’te Suriye bölgesini de işaret eder. Gerçekten de Suriye’nin güneyinde en güçlü Arami devleti olarak bilinen Aram-Şam Krallığı yer alır.

Tüm bunlarla birlikte on birinci yüzyılda Akdeniz kıyılarındaki Arvad, Biblos, Sidon ve Tire gibi küçük Kenan devletlerinde de Arami nüfusunun varlığı söz konusudur. Mezopotamya’nın güneyinde, Babil halkı arasında da Arami nüfusuna rastlanır. Gambulu, Pukudu ve Itu gibi Assurluların Arami olarak nitelendirdiği kabileler görülür. Babil nüfusu içerisinde yer alan Kaldu kabilesinin ya da diğer adıyla Kaldeliler’in zaman zaman Aramilerle bir tutulmasına karşın Kuhrt ve Oates gibi bazı araştırmacılar, eski kaynakların bu iki topluluk arasında ayrım yaptığını; Arami ve Kaldelilerin aynı kökenden ama birbirlerinden farklı gruplar olduğunu ifade eder.  Eski Ahit’e bakıldığında da Arami ve Kalde topluluklarının aynı kökenden ama farklı gruplar olarak tanımlandığı görülür.

Aramiler; Dicle ve Fırat’tan Kerkha’ya, Akdeniz’e kadar olan alanda göçebe hâlinde yaşadıkları gibi, Filistin’in doğu ve güney bölgelerine de yayılmış bulunuyorlardı. Asur krallarından Tiglatpleser III’e ait bir yazıtta Dicle boylarından İskenderun Limanı’na kadar uzayan bölgede 25 Arami kabilesinin bulunduğu haber verilmektedir. Aramilerin Asur kaynaklarında Amurru memleketinin Aramuları denilen birleşik zümreleri kuzey Suriye’nin mahsullü bölgesiyle Anti Lübnan (doğu) dağları ve Suriye çölü arasındaki verimli vahada erkenden Kimask ve Hama prensliklerini kurmuşlardı. Sam’al Prensliğinin de yeni Hatti Arami karması olduğu anlaşılmaktadır. Dicle Irmağı’ndan İskenderun Körfezi’ne kadar uzayan bölgede dolaşan Aramiler, kuzey Suriye’deki küçük Arami prensleriyle Şam krallarına insan ve malzeme deposu rolünü görüyorlardı. Şam’ın güneyinde Mavera-yı Ürdün çevresine yayılan Aramiler de buralarda Soba, Moab ve Amon ve Edom Prensliklerini kurmuşlardır.

Asur kralı Tiglatpilaser (m.ö 1114–1076) Aramiler için Ahlami Armaye adını kullanır. Fırat’ın batı yakasındaki Suriye’ye geçiş yolu da bu halkın denetimindeydi.

Hitit imparatorluğunun yıkılmasından sonra kurulan geç Hitit şehir devletlerinden birçoğunun Aramilerin eline geçtiğini Asur belgelerinden öğreniyoruz. Hattena, Hamat (Humus), Til-barsip (Tel Ahmar), Guzana (Tel-Halaf) gibi şehirler Aramileşmiş, Suriye’deki en zengin Arami şehri Şam (Damascus) olmuştu. Yeni Asur kralları annallerinde Şam şehrini Arami mukavemetinin merkezi olarak kabul ederler.

Adana Karatepe’de yapılan kazı sonuçları da göstermiştir ki Arami yerleşimi Çukurova bölgesinde de etkili olmuştur. İçel ili sınırları içindeki Gözne Şıhbağı’nda bulunan Arami yazıt yaklaşık 2700-2800 yıllık bu yazıttan da anlaşıldığı üzere Aramiler İçel bölgesine kadar da sokulmuşlardır.

Hitit Krallığının M.Ö. 1200’lü yılların başlarında yıkılmasından sonra Suriye’nin kuzeyindeki bir dizi Hitit kenti Aramilerin eline geçti. Bu kentler yeni kurulan Arami beyliklerinin merkezi oldu. Amanos Dağları (Nur Dağları=Gâvur Dağları)’nın eteklerindeki Sam’al (amal=Zincirli höyük=Bit Gabbar) aynı adı taşıyan bir Arami kent devletinin merkeziydi. Aramilerin eline geçen bu Hitit kentlerinde eski kültürlerle yeni Arami kültürü bir süre sonra yavaş yavaş kaynaşmaya başladı. Arami beyleri, hem Aramca hem Hititçe adlar almaya başladı.

Hitit Devleti’nin yıkılmasıyla Aramiler karşısında en mühim mukavemet kudretlerinden biri ortadan kalkmış olduğundan, müteakip asırlar içinde Aramilerin Güneydoğu Anadolu’daki bütün kültür merkezlerine yayıldıklarını görüyoruz.

Ege göçleri sonunda Hititlerin yıkılması Aramilerin işini kolaylaştırmış, çöl sakinleri kültür merkezlerine doğru akın etmeye başlamışlardı. Anadolu’nun birçok bölgesine özellikle de kaynakların şimdiye kadar tespit edebildiği Anadolu’daki en ileri göç noktaları olan Orta Anadolu’da eski çağın önemli ticaret merkezi Kayseri’ye kadar gelebilmişlerdir.

Hititlerden sonra Güneydoğu Anadolu’da ve Kuzey Suriye’de ilk kurulan beylikler dil, yazı ve kültür alanlarında Hitit geleneklerini 200 yıl sürdürdüler. Daha sonraki yıllarda bölgede Arami dili ve kültürü hâkim oldu.

Asur ve Urartu belgelerinde evvelce Hitit imparatorluğuna ait olan ve fakat bilahare Aramilerle meskûn bulunan şehirlere “Hatti memleketi” deniliyordu.

Aramilerin kurduğu kent devletleri, genellikle aşiret reisi ve kurucusunun adının önüne eklenen bit (beyt-ev) sözcüğüyle tanımlanırdı. Asur’un hemen batısında, Dicle ile Fırat Nehri arasında kuzeyden güneye doğru Bit-Zamani, Bit-Bahiyani, Bit-Halupe ve batıda Bit-Adini krallıkları yer almaktaydı. Aramiler Basra Körfezi bölgesine yerleştikleri yerlere kendi adlarını vermişlerdi.

Asur merkezi bölgesine en yakın Arami Krallığı olan Bit-Bahiyani’nin başkenti Guzana (Tel Halaf), en kuzeydeki Bit-Zamani’nin başkenti ise Amedi (Diyarbakır) idi. Fırat’ın hemen doğusunda bulunan Til Barsip (Tel Ahmar) ve Hadatu (Arslanta) Bit-Adini’nin iki önemli kentiydi. Bu kentler M.Ö. IX. yüzyılda Asur eyalet sistemi içine alınmışlardır. Asur kralı III. almaneser m.ö 856 yılında Bit-Adini üzerine ilerlemiş, arkasından da Fırat’ı geçerek M.ö 853 yılında Asi Nehri kıyısında ki Karkar’da birleşik Arami gücünü yenmiş ve böylece bölgede geçici de olsa üstünlüğünü kabul ettirmiştir. Ancak Fırat’ın batısındaki ve Suriye’deki krallıklar, uzun süre otonomilerini korumak için ortak mücadele vermişlerdir.

Fırat’ın batısındaki Kargamış(Karkamış) ve Pattina/Unki (Antakya) Hititli karakterini korurken, Sam’al (Zincirli), Halep yakınındaki Arpad (Bit-Agusi), Hama ve Şam birer Arami kentine dönüşmüştü. Bütün kentlerde Arami nüfusu yaşamakla birlikte, Hama gibi önemli bir krallık M.Ö. X. ve IX. yüzyılda Luwice adlar taşıyan, VIII. yüzyılda ise Arami kökenli krallar tarafından yönetilmiştir. Sam’al ve Bit-Adini’de de Aramilerin yönetiminde Hitit kültürü varlığını korumuştur. Sam’al’da Arami yazısı ve sanatının tanımlanmasına önemli katkılar yapan kabartma ve yazıtlar bulunmuştur.

Pattina/Unki örneğinde olduğu gibi, kentler hem Luwice, hem de Aramca adlarla anılabiliyordu; bu da Aramilerin zaman içerisinde kentin adını değiştirecek kadar egemen nüfus hâline gelişine işaret etmektedir.

Tiglatpalasar III (745–727) 732’de, Şam’ı fethederek Aramilerin Suriye’deki en güçlü devletinin varlığına son vermiş ve buradaki Aramileri Asur sınır boylarına yerleştirmiştir. M.Ö. 720 yılında da Asur kralı Sargon II Aramilerin Hama prensliğini de ortadan kaldırarak Mezopotamya Aramileri ile Dicle ve İskenderun arasında dolaşan göçebe Aramiler de dahil bütün Suriye Aramilerini Asur imparatorluğu içine aldı.

Aramilerin Siyasi Oluşumları ve Toplumsal Yapısı

Daha önce de değinildiği üzere Aramiler, tarihsel metinlerde yer aldıkları M.Ö onikinci yüzyılın sonlarından itibaren Suriye Çölünden Kuzey Suriye’ye ve Yukarı Mezopotamya’ya yayılan göçebeler olarak anılırlar. Pek çok araştırmacı onların pastoralist göçebe bir yaşam sürdüğü konusunda hemfikirdir. Geç Bronz Çağı sonlarında Demir Çağı başlarında Aramilerin siyasi kargaşadan yararlanarak Kuzey Suriye bölgesinde kontrolü ele geçirmeye başladıkları görülür. Aralarında siyasi açıdan hiçbir zaman bir birliktelik görülmese de Aramiler on birinci yüzyıl sonlarından başlayarak Suriye’nin her yerinde irili ufaklı, sayısız kent devletleri kurarlar. Onuncu yüzyıldan itibaren de Kuzey Suriye ve Yukarı Mezopotamya’da, egemenlik kurmaya başlarlar.

O’Callaghan, Orta Asur metinlerinde adı geçen Til-Nahiri bölgesinin, Nahor’un yerleştiği topraklar olduğunu ve yine Orta Asur metinlerine göre Harran’ın güneyine denk geldiğini söyler. Bununla beraber torunlarınca gezgin bir Arami olarak adlandırılan Yakup’un Harran’a kaçışına değinir.

Eski Antlaşma – Yaratılış ve Daniel bölümlerine göre Babilli Kaldeliler ve Keldaniler aynı topluluk olarak görülür. Kuzey Arabistan’da yaşamış olan Sami ırkından yarı göçebe Keldaniler, sonraları Güney Mezopotamya’nın Ur Kenti çevresine yerleşmişlerdir. (Yaratılış 11:28) Daniel’in Kitabında da ‘yıldızbilimciler’ olarak anılmışlardır. Bununla beraber ‘Keldani’ sözcüğü İbranice’de ve Aramice’de bir büyücü topluluğu anlamına gelir.

Arami devletlerinin Demir Çağına ilişkin yazılı kanıtları oldukça sınırlıdır. Aramilerin ilk siyasi oluşumları, I. Tiglat-Pileser’in yakıp yıktığı Bişri ve Lübnan Dağlarının eteklerindeki kentler olarak görülür. Sader, göçebe yaşamları ve kabilesel örgütlenmeleri göz önünde tutulduğunda Aramilere ait bu kentlerin, geleneksel kent kavramından öte büyük bir olasılıkla çadır alanları şeklinde olabileceğini söyler.

Sader yine başka bir çalışmasında Aramilerin siyasi oluşum sürecini başlıca üç döneme ayırır: M.Ö On birinci ve onuncu yüzyıllara tarihlediği Sakin Yerleşimler, Sader’e göre işgal edilen topraklardan ibarettir. Şehirleşme sürecini Sader, onuncu ve dokuzuncu yüzyıllara yerleştirerek Sam’al gibi tahkimli kentleri ve kent devleti kavramını irdeler. M.Ö Dokuzuncu ve sekizinci yüzyıllara tarihlediği Merkezi Krallık sürecini de başkent ya da kral kent kavramlarıyla özdeşleştirir.

Sader’in önerisinde de yer alan Aramilere ilişkin tahkimli kentler (alāni dannūti), kral kentler (alāni šarrūti) ve komşu yerleşmeler (alāni ša limēti) kavramları, Assur yazıtlarında II. Aşurnasirpal (883–859) döneminden itibaren görülmeye başlar. Ayrıca Ikeda, alāni dannūti’nin yani tahkimli kent tanımının yöneticisinin bilinmediği, hala kabile anlayışı ile yönetilen kentler için kullanıldığını, alāni šarrūti’nin de belirli bir yöneticiye ait krali bir ikametgâhın yer aldığı kentler olduğunu belirtir.

Bununla beraber III. Şalmaneser’in atalarından söz ettiği bir yazıtından Aramilerin ilk olarak Pitru ve Mutkinu kentlerini Aşur-rabi (1013–973) zamanında, Gidara-Rakammatu’yu II. Tiglat-pileser’in krallığında, onuncu yüzyılın ortalarında ele geçirdiği anlaşılır:

“ O zaman Ana-Assur-uteraşbat, Hatti halkı tarafından Pitru olarak adlandırılan ve Fırat’ın karşı kıyısında Saguara Nehri üzerinde yer alan kent ve Fırat’ın bu kıyısında yer alan Mutkinu kenti, benden önceki bir prens, atam I. Tiglat-pileser’in kurduğu, II. Aşur-rabi zamanında Aramilerce zorla alınan bu iki kent- bu kentleri yeniden inşa ettim. Oraya Assurluları yerleştirdim. Kar-Şalmaneser kentinde kalırken Fırat ve deniz kıyısındaki krallardan haraç olarak gümüş,altın, kalay, bronz, bronz ve demir kaseler, öküz, koyun, renkli elbiseler ve keten giysiler aldım. ”

Yukarıda anılan Asur yazıtlarından Aramilerin Orta Asur döneminin sonlarında pastoralist göçebe yaşamdan yerleşik hayata geçtikleri anlaşılır.

Arami devletlerinin pek çoğu yukarıda da görüldüğü üzere Aramice ‘ev’ anlamına gelen beth (Asur tanımı bit) ön ekiyle anılır ve bazıları bu şekilde kurucularının ya da yöneticilerinin isimleriyle özdeşleştirilir: Sam’al/Bit-Gabbari, Şam/Bit-Haza’ili gibi. Bu ön ekler aynı zamanda bu topluluğun kabilesel sosyal örgütlenmelerini de çağrıştırır. Arami kabileleri liderleri için, ‘şeyh’ olarak tanımlanabilecek ‘nasika’ unvanı kullanılır. Suriye’deki önemli devletlerin kralları da Aramice metinlerde ‘kral, yönetici’ anlamına gelen mlk (Melik) olarak anılır.

Arami devletlerinin Asur egemenliğine girişinden sonra ilgili metinlerde bu devlet yöneticileri ‘vali’ anlamına gelen saknu (Aramice skn veya pht) terimi ile nitelendirilir. Onuncu yüzyıla tarihlenen, Tel Feheriye’deki Guzanalı Hadad-yis’i’nin Fırtına Tanrısı Hadad’a adadığı heykelde yer alan Akkadca-Aramice çift dilli bir yazıtta da bu uygulamanın bir örneği görülür: Hadad-yis’i Akkadca yazıtta kendisinden vali olarak söz ederken, Aramice yazıtta kendisini Guzana Kralı olarak tanıtır. Tüm bunlarla beraber Asur yazıtlarında, Arami yöneticiler kral olarak değil de şeyh olarak yer alırlar.

Aramilerce kurulan devletler genelde kent devletleri şeklindedir. Bu devletlerin pek çoğu Geç Hitit kökenlidir. Aramiler, bu devletleri fethederek ya da aralarına sızarak egemenlik altına alırlar. Asi Irmağının orta kısmında bulunan güçlü Hamat Krallığı (günümüzde Hama) bu konuda iyi bir örnek oluşturur. Dokuzuncu yüzyıl sonlarında, sekizinci yüzyıl başlarında Aramileşen bu devletin daha önceki yöneticileri Hurri ve Hitit isimleri taşır. Eski Ahit’te de İbrani kralları Davut ve Süleyman dönemlerinde Kral Toi’nin (Eski Antlaşma 2001: 389, II. Samuel 8: 9–10. Hama Kralı Toi, Davut’un Hadadezer’in bütün ordusunu bozguna uğrattığını duydu. Toi Kral Davut’u selamlamak ve Hadadezer’le savaşıp yendiği için onu kutlamak üzere oğlu Yoram’ı ona gönderdi. Çünkü Toi Hadadezer’le sürekli savaşmıştı. Yoram Davut’a altın, gümüş, tunç armağanlar getirdi.)  adı ile anılan bu devletin diğer önemli yöneticileri Irhuleni ve oğlu Uratamis’tir. Şamlı Hadadezer, Assur kralı III. Şalmaneser’e karşı M.Ö 853 yılında, Irhuleni’nin krali kenti Karkar’da savaşır. Karkar savaşından sonra III. Şalmaneser, Hamat topraklarının birçoğuna saldırarak bir dizi önemli kenti yok eder. Irhuleni’nin oğlu Uratamis’ten sonra Hamat’ın yöneticisi, Hamat ve Lu’aş kralı Zakkur’dur. Zakkur, Suriye’de, özellikle Şam ve Bit Agusi’yi tehdit eden büyük ve yeni bir güç yaratır. Zakkur’un diktirdiği bir stele göre Şam kralı Bar Hadad, Bit Agusi, Kue, Unki, Gurgum, Sam’al ve Melid kralları Zakkur’a saldırır, ama başarısız olurlar.

III. Tiglat-pileser döneminde, 738 yılında da Hamatlı Eni-ilu bu krala haraç öder. 720 yılında II. Sargon tarafından Hamat bir Asur eyaletine dönüştürülür. Aramilerin egemenlik kurdukları diğer bir önemli Geç Hitit kökenli devlet de Amanosların doğusunda uzanan Sam’al-Zincirli’dir. Sam’al isim olarak kuzey anlamına gelir. Zaman zaman Y’DY olarak da anılan bu devlet, birinci bin yılın başlarında Gabbar isimli bir Arami tarafından ele geçirilir, sonrasında da bu yerleşim Bit Gabbari olarak anılmaya başlar. Aramilerin Anadolu topraklarında kültürel olarak en fazla etkinlik gösterdikleri devlettir. Kent, Arami kültürünün dışında Hitit, Suriye, Luvi ve Fenike kültürlerini de bünyesinde barındırır. Yazıtlarda Gabbar’dan sonra adı geçen krallar, Bmh, Hayanu, Şail, Kilamuwa, Krl, I. Panamuwa, Barşur, II. Panamuwa ve Barrakab’tır. III. Tiglat-pileser döneminde Asur’un vasal bir devleti olan Sam’al, Barrakab’ın ölümünden sonra V. Şalmaneser (727–722) tarafından bir Asur eyaleti haline getirilir.

Diğer bir Arami devleti olan Bit Bahiyani, Habur üçgeninde yer alır. Başkenti Guzana, günümüzde Tel Halaf, Türkiye-Suriye sınırındadır. Kentin adı ilk kez II. Adadnirari (912–891) tarafından anılır.

Bit Bahiyani’nin doğusunda, günümüzde Mardin – Tur Abdin’in güneyinde, Nusaybin (Nisibis) yakınlarında Arami karakterli başka bir krallık daha vardır. II. Adadnirari’nin bu bölgenin yöneticileri üzerine bir dizi sefer düzenlediği bu krallık Temanitler olarak adlandırılır. Bu küçük krallığın II. Tiglat-pileser zamanından beri Aramilerin elinde olan önemli kentlerinden biri Gidara’dır.

Aramilere ait diğer bir siyasi oluşum da Bit Zamani’dir. Günümüzde Tur Abdin ve Diyarbakır çevresinde yer alan Bit Zamani devletinin adına ilk kez Arami Kralı Ammeba’li ile Asur Kralı II. Tukulti-ninurta (890–884) zamanında rastlanılır.

Bit Agusi, Halep’in 35 km kuzeybatısında yer alan, ilk dönemlerinde Yahan olarak da bilinen, yine Geç Hitit kökenli Arami devletlerinden biridir. Yahan ve Bit Agusi’nin kurucusu Gusi’nin adı ise ilk kez II. Aşurnasirpal (884–858) tarafından anılır:

“ O sırada Iahanu ülkesinden bir adam, Gusu’dan haraç aldım; gümüş, altın, kalay, demir, bronz, öküz, koyun ve keten giysilerle süslü elbiseler. Patinu, Lubarna’nın krali kenti Kunulua kentinden ayrıldım, Orontes Nehrini geçtim. Patinu, Lubarna’nın tahkimli kenti Aribua’ya girdim ve kenti aldım. Luhutu ülkesinin arpa ve samanını biçtim ve orada depoladım. Sarayında bir şölen düzenledim. Asur halkını kente yerleştirdim. Aribau kentindeyken Luhutu ülkesinin kentlerini ele geçirdim. Halklarının çoğunu kılıçtan geçirdim, yaktım ve yıktım. Askerlerini canlı yakaladım ve onları kentlerinin önünde kazığa geçirdim. ”

Başkent önceleri Arne iken, devletin Arami Gusi tarafından ele geçirilmesiyle, sekizinci yüzyıldan itibaren başkent Arpad olur. Bit-Agusi zaman zaman başkenti Arpad ile (günümüzde Tel Rifa’at) beraber Arpad Krallığı olarak da anılır. Fırtına Tanrısı Hadad nedeniyle bir kült merkezi olan Halep kenti de Bit Agusi sınırlarına dâhildir. Bu devlet dokuzuncu ve sekizinci yüzyıllarda, güçlü kralların yönetiminde Kuzey Suriye’de başlıca güç olur ve Asurlularca, III. Tiglat-pileser dönemine, yani 740’lı yıllara kadar tam olarak ele geçirilemez.

Bit Agusi sınırları içinde, Halep’in güneydoğusu Sefire’de yapılan kazılarda, Aramice en uzun metinler olarak bilinen Arpadlı Mati’el ve meçhul şahıs KTKlı Bar-Ga’yah arasındaki bir anlaşmayı içeren üç yazıt ortaya çıkarılır ve bu yazıtlar sekizinci yüzyıl ortalarına tarihlenir. Tel Rifa’at, yani eski Arpad’ta yapılan kazılarda da birinci bin yılın başlarına ait buluntulara rastlanır. Bununla beraber modern Halep ve çevresinde yapılan kazılarda yine 1100’lü yıllara ait Geç Hitit stili saray yapısı, kabartma ve ortostatlar ele geçirilir.

Bu krallığın, Şam Kralı Hadadezer’in önderliğini yaptığı, Asur karşıtı, Suriye koalisyonu içerisinde yer almadığı da görülür. Bu da Arpad Krallığının Asur yandaşı olduğu izlenimini verir. Yine Asur kralı V. Aşurnirari (754–745) ile Attar-şamak’ın oğlu Mati’el arasında bir anlaşma söz konusudur. Mati’el sonradan bu anlaşmayı bozar ve pek çok Kuzey Suriye devletini Asur’a karşı kışkırtır. Buna sinirlenen Asur Kralı III. Tiglat-pileser (745–727), 743 yılında Arpad’a yürür ve iyi korunan kenti üç yıl boyunca kuşatır. Kent, 740 yılında düşer ve Tiglat-pileser buraya kendi memurlarınıyerleştirir. Asur kaynaklarında ve Sefire antlaşmalarında yalnızca dört kralın ismi görülür: Gusi, Aram, Attar-şamak ve Mati’el. Bu dört kral 870–740 yılları arasında, çeşitli tarihlerde Bit Agusi’yi yönetir.

Başkenti Til Barsip olan Bit Adini (günümüzde Tel Ahmar), Mezopotamya, Anadolu ve Akdeniz yollarını gözetim altında tutan bir noktada yer alır. Yukarı Mezopotamya ve Kuzey Suriye’nin batısındaki en güçlü krallık olarak görülür. Fırat’ın doğu kıyısında yer alan başkenti Til Barsip’in adı hiyeroglif Luvice yazıtlarda Masuwari olarak geçer.

Bit Adini ismine ilk kez Asur Kralı II. Adad-nirari’nin (911–891) yazıtlarında rastlanır. Bu devlet Asur İmparatorluğunun II. Aşurnasirpal (884–858) döneminden beri batıda savaştığı büyük düşmanlarından biridir; stratejik konumu nedeniyle önemlidir. Ama bu devleti oğlu III. Şalmaneser (858–824) ele geçirir; Kral Ahuni’yi yakalar ve Ahuni’nin tahkimli kenti Til Barsip’i Kar-Şalmaneser adıyla yeniden yapılandırır:

“ Iyyar ayının on üçüncü gününde, Aşur-bel-ka’in eponiminde, Ninive’den ayrıldım, Dicle’yi geçtim, Hasamu ve Dihnunu dağlarını aştım ve Bit Adinili adam Ahuni’nin tahkimli kenti Til Barsip kentine ulaştım ve ele geçirdim. Bit Adinili adam Ahuni, vahşi silahlarımın ve öfkeli kıyımımın yüzündeki yansımasından hayatını kurtarmak için Fırat’ı geçti. Yabancı ülkelere geçti. Efendim, büyük efendi Assur’un emriyle Til Barsip, Alligu, Nappigu ve Rugulitu kentlerini krali kentlerim olarak kuşattım. Oralara Assurluları yerleştirdim ve krali ikametgahım olarak saraylar yaptırdım. Til Barsip’i Kar-Şalmaneser, Nappigu’yu Lita-Assur, Alligu’yu Aşbat-la-kunu ve Rugulitu’yu Kibit-Assur olarak tekrar adlandırdım. ”

Til Barsip’te bulunan yazıtların her ikisi de Fırtına Tanrısına adanmıştır ve yerel hanedan hakkında bilgi verir. Bu stellerden Stel A Ariyahinas’ın ismi kayıp oğluna, Hamiyatas’ın muhtemel son halefine; Stel B ise Til Barsip’in yine muhtemel kralı Hamiyatas’a ait görünür. Bununla beraber Asur yazıtlarında Bit Adini ve Til Barsip ile özdeşleştirilen tek isim Kral Ahuni’dir ki bu durum bu devlete ilişkin hanedan sorununu da gündeme getirir. Ikeda, Ahuni’nin Til Barsip kenti ile özdeşleştirilmesine karşın bu kentin Ahuni’nin fethine kadar bağımsız bir Hitit kenti olduğunu ileri sürer.

Hawkins de bu fethin kentin Asurlularca alınmasından kısa bir süre önce Ahuni tarafından gerçekleştirildiğini söyleyerek bu görüşe katılır. Ussishkin ise birinci bin başlarından itibaren Til Barsip’te Aramilerin hüküm sürdüğünü, onuncu ya da dokuzuncu yüzyıl başlarında bir Hitit hanedanının kentte, yerel Arami halkı üzerinde kendi otorite ve kültürünü empoze ettiğini savunur.

Anadolu toprakları dışında var olan diğer bir güçlü Arami devleti de Suriye’nin güneyinde yer alan Aram-Zobah, sonraları Aram-Şam devletidir. Kuruluşundan gelişimine kadar hakkındaki pek çok bilginin Eski Ahit’ten de takip edilebileceği Aram-Zobah, ikinci binyılın sonlarında ve birinci binyıl başlarında Suriye’deki başlıca güçlerden biridir. Kral Hadadezer ile Davut arasında pek çok savaşın gerçekleştiği görülür. Yine Eski Ahit’in bildirdiğine göre eşkiya Rezon, Şam’ı kuşatır ve Şam Kralı olur:

“ Tanrı, efendisi Sova Kralı Hadadezer’den kaçan bir düşmanı, Elyada oğlu Rezon’u Süleyman’a karşı ayaklandırdı. Davut Sovalılar’a saldırdığında, Rezon çevresine haydutları toplayıp onlara önderlik etmişti. Birlikte Şam’a gitmişler, orada kalıp yönetimi ele geçirmişlerdi. Hadat’ın yaptığı kötülüğün yanı sıra, Rezon Süleyman yaşadığı sürece İsrail’in düşmanı oldu; Aram’da krallık yaparak İsrail’den nefret etti.”

Aram-Şam devleti, dokuzuncu yüzyılda Asur’un güçlü bir rakibi olur; bu dönemdeki Kralı Hadadezer, Suriye’deki devletlerden oluşan, Asur yayılmacılığına karşı geniş bir koalisyona liderlik eder. III. Şalmaneser, bu askeri güçlerle Karkar’da pek çok kez karşılaşır:

“ Argana kentinden ayrılarak Karkar kentine ulaştım. Krali kentini yıktım, yok ettim ve yaktım. On iki kraldan bir ittifak meydana gelmişti: Şamlı Hadadezer’in (Adad-idri) 1,200 savaş arabası, 1,200 süvari ve 20,000 askeri; Hamatlı Irhuleni’nin 700 savaş arabası, 700 süvarisi ve 10,000 askeri; İsrailli (Sir’alaia) Ahab’ın (Ahabbu) 2,000 savaş arabası ve 10,000 askeri; Bybloslu 500 asker; Mısırlı 1,000 asker; Irkanatu ülkesinin 10 savaş arabası ve 10,000 asker; Arvad kentinden Matinu-ba’al’ın 200 askeri; Usanatu ülkesinin 200 askeri; Sianu ülkesinden Adunu-ba’al’ın N,000 askeri ve 30 savaş arabası; Araplardan Gindibu’nun 1,000 devesi; Ammon, Bit-Ruhubili adam Ba’asa’nın N,000 askeri. Onlar savaşmak için bana saldırdılar. Efendim Assur’un bana verdiği üstün güçle ve güçlü silahlarla, bana bahşedilen benden önce giden kutsal bayrakla onlarla çarpıştım.

Gilzau kadar uzak Karkar kentinde onları yendim. Askerlerinden, savaşçılarından 14,000’ini kılıçla yere devirdim ve tanrı Adad’ın yaptığı gibi onların üstüne yağdım. Ovayı onların yayılan cesetleriyle doldurdum ve büyük ordusunu kılıçla yere devirdim. Akan kanlarından bir wadis yarattım. Ova, çok sayıdaki cesetleri için çok küçüktü; büyük arazi hepsini yakmaya yeterli değildi. Orontes Nehrinde vücutlarından bir köprü gibi bent kurdum. Onlardan savaş arabaları, süvari ve atlarını aldım. ”

Şam Krallığının adı, Hamat Kralı Zakkur’a karşı bir koalisyonda yine Aram Kralı Bar Hadad önderliğinde yer alır.66 732 yılında III. Tiglat-pileser Şam’ı dize getirir ve Asur eyalet sistemine dâhil eder. Lake, Hindanu, Bit Halupe, Suhi, Bit Makah, Geşur ve Bet Rehob ise diğer Arami siyasi oluşumları olarak öne çıkar.

Aramilerin sosyal örgütlenmelerinde göze çarpan diğer bir nokta da sosyal sınıf kavramının çok fazla ön plana çıkmayışıdır. Sosyal sınıf kavramı ile yalnızca Sam’al Kralı Kilamuwa’nın bir yazıtında karşılaşılır:

“ Ben Kilamuwa, Hayanu’nun oğlu, babamın tahtına oturan. Eski krallardan önce mškbm, köpekler gibi sindirilmişti. Mamafih, ben bazısı için bir babaydım. Bazısı için bir anneydim. Bazısı için bir kardeştim. Bir koyun görmemiş olan onu sürü sahibi yaptım. Bir öküz görmemiş olan onu sığır çobanı ve altın-gümüş sahibi yaptım.

Gençliğinden beri giysi görmemiş olan o, benim zamanımda donandı. mškbm ile ilgilendim. Onlar, annesine hasret bir öksüz gibi bana itaat ettiler. mškbm, b’rrm’e saygı göstermezse, b’rrm, mškbm’e saygı göstermezse benim yerime oturacak olan çocuklarımdan biri, bu yazıtı yıkmalı.”

Bu yazıttaki mškbm muhtemelen ekonomik açıdan koruma ihtiyacı olan bir sınıfı ve b’rrm de güçlü bir sosyal tabakaya işaret eder. Bununla beraber diğer eski Yakındoğu toplumlarında da görüldüğü üzere Aramilerde de kadın toplumda önemli bir konumda gözükmez. Dion da çalışmasında bu konuya değinirek yedinci yüzyılda Harran’da yapılan bir nüfus sayımının sonucuna göre Arami topluluğunun tek eşliliği tercih ettiğini de sözlerine ekler.

Arami topluluklarının ekonomik faaliyetlerine bakıldığında ise yine pastoralist göçebe geçmişleri doğrultusunda ağırlıkla hayvan besiciliği yaptıkları görülür. Koyun ve öküzlerden hemen her yerel yazıtta söz edilir ve varlıkları diğer evcil hayvanlardan çok daha fazla belgelendirilebilir. Büyükbaş hayvan yetiştiriciliği yerleşik hayata geçmiş Arami kabilelerinin ekonomisinde önemli bir rol oynar.

Aşağı Habur ve Orta Fırat’ta da evcil kuşlardan ördek ve kazların varlığı görülür. Yine zirai ve tarımsal faaliyetler de yazıtlarla belgelenir. Suriye’de buğday ve sarımsak gibi ürünlerin yanında arpa en yaygın ürün olarak görülür. Harran bölgesi gibi uzun süreli yerleşim bölgelerinde de ağırlıkla ekim yapıldığı bilinir. Dion, Aramice yazıtlar ve tabletlerde üzüm bağlarının öneminin anlatıldığını ve bilgeler arasındaki şarap kullanımının yaygın olduğunu ifade eder. Dion ayrıca Orta Fırat’ta ticaretle uğraşan kabilelerin varlığından da söz eder.

Asur yazıtları da, yünün ve ketenin de her yerde üretildiğini gösterir. Lüks bir ürün olan mor kumaşların üretiminin Fenikeli ve Aramilerce gerçekleştirildiği ve bunların ticaretinin de yine Fenikeli ve Arami tüccarların elinde olduğu düşünülür. III. Şalmaneser ya da diğer Asur krallarının yazıtları da yukarıdaki satırları doğrular niteliktedir:

“ Aynı kentte, Dabigu’da kalırken Unkili Halparunda’dan, Gurgumlu Mutallu’dan, Sam’allı Haianu’dan ve Bit-Agusili adam Aramu’dan gümüş, altın, kalay, demir, kırmızı-mor yün, fildişi, renkli elbiseler, keten giysiler, öküz, koyun, şarap ve ördekleri haraç olarak aldım. ”

Yine Asur yazıtlarında karşılaşılan su mermeri, sedir ağacı ve diğer değerli kerestelerin ise Geç Hitit ve Sam’al kökenli olduğu düşünülür.

ARAMİ-ASSUR İLİŞKİLERİ –  Siyasi İlişkiler

Aramilerin de kökeninin dayandırıldığı Batı Sami pastoralistlerinin siyasi bir faktör olarak ortaya çıkması M.Ö on beşinci yüzyıl sonlarına rastlar. Kassit Kralı I. Kadaşman-Harbe, bu pastoralistlerden Sutûların Bişri, Hurri dilindeki ismiyle Hehe Dağındaki kalelerini tahrip eder. İzleyen yıllarda bu pastoralist kabilelerin, yani Sutû ve Ahlamû’nun Hitit ve Mitanni ile beraber Asur’a karşı savaştığı görülür. Orta Asur döneminde, Sutû ve Ahlamû ismi Asur yıllıklarında, I. Adad-nirari (1305–1274) tarafından anılır:

“ Arik-din-ili’nin oğlu, Tanrı Enlil’in valisi, Aşur’un vekili,Turukku ülkesinin fatihi, Qutu’nun geniş dağlarının ve tepelerinin kralları gibi büyük, sınırları genişleten, Kudmuhu ülkesi ve onun müttefikleri, yağmacı Ahlamû, Sutû, Yauru ülkelerinin fatihi. ”

Halefi I. Şalmaneser (1274–1245), Mitannileri ve müttefikleri Hitit ve Ahlamû’yu Cezire’de yener ve Hanigalbat ülkesinin fethini tamamlar. Bununla beraber Hanigalbat topraklarının büyük bir çoğunluğu hala Batı Sami pastoralistlerinin kontrolü altındadır. Böylece Asurlular ve Ahlamû gibi Batı Sami kökenli pastoralistler arasında uzun ve mücadeleli bir dönem de başlamış olur. I. Tukulti-ninurta (1244–1208) da bir yazıtında Mari, Hana, Rapikum ve Ahlamû dağlarını ele geçirdiğini belirtir.  Zadok gibi bazı araştırmacılar da Orta Fırat bölgesindeki bu Ahlamû dağlarını Batı Sami pastoralistlerinin toplanma alanı olan Bişri Dağı ile özdeşleştirir. Bununla beraber Zadok, I. Tukulti-ninurta’nın yalnızca bir fetihten bahsettiğini, herhangi bir çarpışmadan söz etmediğini söyler.

On ikinci yüzyılda, oğlu I. Tiglat-pileser (1114–1076) ile beraber Asur’da yeni bir döneme girilir. Bununla beraber I. Tiglat-pileser yazıtlarında Aramilerden söz eden ilk Asur kralıdır. Kral, ordusunu güneydoğuda Babil, batıda Lübnan kadar uzak bölgelere sefere gönderir. Bu dönemde de Aramiler, yine Asurluların en tehlikeli rakiplerinden biridir ve I. Tiglat-pileser de krallığının ilk yıllarında onlarla mücadele etmek zorunda kalır. Aramiler, ulaşımı keser, Asur köylerine kadar sokularak ürünleri mahveder; bölgede ciddi bir karışıklığa ve açlığa neden olurlar. Bölgedeki Asur halkı dağlara kaçar. Bunun üzerine Kral, ordularıyla ahlamû-Aramiler’in üzerine yürür; onları Suhu ile Karkamış arasındaki bölgede yener ve Bişri Dağındaki Arami kentlerini yakıp yıkar. Yine bir başka yazıta göre I. Tiglat-pileser, Aramileri takip etmek için yılda iki kez, toplamda yirmi sekiz defa Fırat’ı geçmek zorunda kalır. Bu uzun takip onların ne kadar zorlu bir düşman olduğunu da ortaya koyar. I. Tiglat-pileser, Aramiler üzerine yaptığı bu seferlerle Basra Körfezi ile Akdeniz’i birbirine bağlayan önemli kervan yollarını eline geçirir.

I. Tiglat-pileser’in ölümü ile Asur devlet yönetiminde görülmeye başlanan değişimler sona erer ve Aramilerin istilaları daha da artar. Bir sonraki Asur Kralı Asur-bel-kala’nın (1073–1056) yazıtları, özellikle de Kırık Obelisk, bu Arami-Asur mücadelesini betimleyen önemli kanıtlardan biridir. Asur-bel-kala da I. Tiglat-pileser gibi güneyde Babil’e ve batıda Lübnan’a kadar yönelerek kısa bir dönem için Orta Asur İmparatorluğunu canlandırır. Kırık Obelisk’te Kralın bu girişimleri, özellikle de Arami baskısına karşı koyuşu öne çıkar. Asur-bel-kala, bu yazıtlarda bugün Diyarbakır – Üçtepe’nin batısında uzanan Sinabu’yu da kapsayan Yukarı Dicle bölgesinde, hem de bu bölgenin güneyindeki Kaşiyari dağlarında ve Asur kontrolü altındaki diğer bölgelerde Aramilerle savaştığını ifade eder:

“ O yıl, İyyar ayında, Kaşiyari Dağı eteğinde Pauza kentinde, Aramilere karşı seferde, onlarla savaştı. Aynı yıl, aynı ay Aramilere karşı seferde onlarla Nabula kentinin merkezinde savaştı. ”

Bununla beraber Asur-bel-kala, artan Arami baskısı karşısında Asur’un merkez topraklarını güvende tutmak için, Yukarı Dicle bölgesini gözden çıkarır ve bölgeden geri çekilir. Yukarı Dicle bölgesindeki Asur egemenliğinin bitiş nedeni hakkında doğrudan bir kanıt bulunmamakla birlikte, Aramiler başlıca etken olarak görülür. Bu durum Asur’u yeniden zayıflama sürecine sokar ve krallığın genişleme çabalarını kesintiye uğratır.

Aramiler, Assur-bel-kala döneminde Yukarı Dicle bölgesine yerleşmeye başlamış olmakla beraber Fırat’ın doğusunda da varlıklarını sürdürürler.

II. Eriba-Adad (1055–1054) ile başlayan dönemde Asur, yüzyıldan fazla bir süre için karanlık bir döneme girer. Söz konusu bu dönem için net bilgiler edinilemese de ileriki dönemlerde bu karanlık yüzyıla yapılan atıflardan Aramilerin üstün güç oldukları ve önceleri Asur toprağı olarak bilinen yerlerin büyük bir bölümünü işgal ettikleri anlaşılır. Yine bu zaman dilimi içerisinde Aramiler, Fırat’ı geçerek Habur’a kadar ilerlerler.

II. Asur-dan’ın (934–912) tahta çıkması ile beraber Asur’da yine bir hareketlenme görülür ve II. Asur-dan ile Yeni Asur dönemine girilir. Bu dönemde, yaklaşık bin beş yüzyıllık bir süre boyunca aynı soydan geldiği düşünülen Asur krallarınca, alınan ama sonradan kaybedilen toprakları geri kazanmak amacıyla batıya, kuzeye ve Anadolu topraklarına yönelir. Asur-dan da bu politika doğrultusunda Aramilerin ele geçirdiği ve bir yüzyıldan fazla bir süre için ellerinde tuttukları toprakları geri alır ve mülteci konumuna düşen Asurlular, topraklarına geri dönerler.

Asur’dan, yazıtlarında Aramilere karşı zafer elde ettiğini öne sürse de bu dönemde Aramilerin Fırat’ta Bit Adini, Habur’da Bit Bahiyani gibi güçlü Arami krallıklarını kurdukları görülür.

II. Adad-nirari Hanigalbat ülkesi üzerine altı sefer düzenler. Bu seferlerde çoğunlukla Nisibis (Nusaybin) bölgesinde yerleşik olan Arami kabilesi Temanitler ile savaşır. Altıncı Hanigalbat seferinde, Hanigalbat’ı ve Nisibis’i ele geçirir ve Temannulu Nur-Adad’ı da yenerek aldığı diğer esirlerle birlikte Asur’a getirir.

Huzirina (günümüzde Urfa yakınlarındaki Sultantepe) ve Guzana da II. Adad-nirari’nin ele geçirdiği bölgeler arasındadır; Babil’in kuzeybatı sınırında uzanan Lake ve Hindanu gibi Arami yerleşimlerinden de haraç ve vergi alır. Katnu ve Bit Halupe de diğer vergiye bağladığı Arami yerleşimleridir.

II. Tukulti-ninurta (890–884) dönemine gelindiğinde Asur’un öncelikli hedefleri arasında Nairi ülkesinin ve Habur ile Dicle boyunca yerleşmiş zengin Arami yerleşimlerinin yer aldığı görülür. Tukulti-ninurta özellikle de Asur’un Yukarı Dicle Bölgesindeki hâkimiyeti bitmeden çok kısa bir süre önce veya sonra kurulan Amedi merkezli Bit Zamani Devletini hedefler. 886 yılına tarihlenen bir seferin kaydı sayesinde bölgenin Asur’un hâkimiyetindeki bir vasal devlet olduğu ve Asur’un burada uyguladığı politika anlaşılır.

Asur’un bu bölgede uyguladığı vasallık politikası da yine karşılıklı sorumlulukları içeren klasik bir vasallık politikasıdır. Asur, vasalı yaptığı devleti yabancı saldırılara karşı korur, vasal devlet de bilgi akışı sağlar ve düzenli vergi öder. Vasal devletin bu sorumlulukları, burada görevli Asurlu bir memur tarafından izlenir ve bulunduğu bölgeden sorumlu olan eyalet yöneticisine rapor edilir. Yerel yöneticiler, kendi ülkelerinde yine kraldır; Asur Devleti bu devletlerin iç işlerine karışmaz ama Asur kralları, çoğu zaman söz konusu bu yöneticilerin yetkilerini sınırlandırır.

II. Tukulti-ninurta’nın oğlu II. Aşurnasirpal (883–859) ile Mezopotamya yeni bir tarz ile tanışır ve Asur devleti de en görkemli dönemlerinden birini yaşar. Krallığının ilk yıllarında seferleri kuzey ve kuzeydoğuya yönelik olsa da Aşurnasirpal’in ikinci, beşinci ve onuncu seferlerinde başlıca hedefi Yukarı Dicle bölgesidir. Kral bu seferlerinde bölgeyi Nairi olarak tanımlar. Bu dönemde bölgedeki Arami devleti Bit Zamani yine Asur vasalı konumundadır; Aşurnasirpal’e ait Kuruh Monolitinde, Bit Zamanili Amme-baili’nin adamlarınca çıkarılan bir isyanda öldürüldüğü ve Asur Kralının Amme-baili’nin, vasal kralın öcünü almak amacıyla harekete geçtiği görülür.

Yine diğer bir yazıtta Hulayalılar, Aşurnasirpal zamanında Asur vasalı bu devletin parçası ve Bit Zamanili İlanu’nun krali kenti olan Damdamusa’ya saldırır, Asur kralı da kente yardıma gider. Kral, sonradan Damdammusa’yı Asur için ele geçirir. Bu arada Bit Zamani’nin merkezi Amedi’de de kent kapısı önünde savaşır ve kentin meyve bahçelerini tarumar eder. Amedi üzerine direkt bir sefer düzenlendiğine dair bir beyana rastlanmasa da yakın çevresinde olduğu anlaşılan yine Bit Zamani kontrolündeki Sinabu ve Tidu gibi önemli kaleler boşaltılarak yerlerine Asurluların yerleştirilmesi, Damdammusa ve Sinabu gibi kentlerin Asur’a dahil edilmesi, sonraki yıllarda buraya Asurlu krallarca valiler atanması Amedi’nin de bir Asur eyaletine dönüştürüldüğü izlenimini verir.

Yine Aşurnasirpal döneminde Babil ve Arami Bit Adini’nin Lake ve Suhu’yu ticari nedenlerle kışkırttığı görülür. Asur Kralı bu isyanı acımasız bir şekilde sonuçlandırır ve bunun faturasını Bit Adini’ye çıkarır. Bit Adini’nin Marina, Rugulutu, Ialligu gibi kentlerini alır. Lake, Hindanu bu dönemde de Asur’a vergi ödeyen Arami devletleri arasında yer alır. Tüm bunlarla beraber ünlü Tel Feheriye yazıtları da bu döneme tarihlenir. Aramice-Akkadca çift dilli bu yazıtlar, Asur’un vasalı konumundaki Guzana kentinin valisi Hadad-yis’i tarafından Fırtına Tanrısı Hadad’a adanır.

Aşurnasirpal’in halefi III. Şalmaneser’in (858–824) seferlerinin de genel olarak batı, kuzey, kuzeybatı ve kuzeydoğu yönlerinde yoğunlaştığı görülür; Kral neredeyse tahta çıkar çıkmaz batıdaki, özellikle de kuzeydeki devletlerle sorun yaşar. Karkamış, Pattina, Sam’al, Kue ve Hilakku’dan oluşan bir Suriye-Hitit ittifakıyla karşı karşıya gelir. Gurgum, Kummuh ve Bit Adini bu ittifaka katılmasa da bu hareketi destekler. III. Şalmaneser bu koalisyonu yener ve Asur topraklarının hemen yanı başında uzanan Arami devleti Bit Adini’ye yönetiminin ilk dört yılı boyunca seferler düzenlemeye başlar. Üçüncü yılda Bit Adini Kralı Ahuni başkenti Til Barsip’i terk eder; Şalmaneser de kenti işgal ederek Kar-Şalmaneser (Şalmaneser’in Limanı) olarak yeniden yapılandırır. Kentin düşüşü Asur’a Halep yolunu açar. Ertesi yıl Ahuni, tanrıları, savaş arabaları, atları, oğulları, kızları ve ordularıyla birlikte yakalanarak Asur’a getirilir.

853 yılına gelindiğinde Şalmaneser, Aram-Şam Kralı Hadadezer’in önderliğinde, Hamatlı Irhuleni’nin, İsrailli Ahab’ın, Biblos’un, Mısır’ın, Itakanatu’nun, Arvadlı Matinu-ba’al’ın, Usanatu’nun, Sianulu Adunu-ba’al’ın, Arap Gindibu’nun, Ammon’un, Bet Rehoblu adam Ba’asa’nın ekonomik nedenlerle oluşturduğu on iki krallı bir ittifakla karşılaşır. Asur Kralı bu ittifakla yönetiminin altıncı, onuncu, onbirinci, on dördüncü yıllarında Hamatlı Irhuleni’nin krali kenti Karkar’da savaşır.

Bununla beraber Şalmaneser, Karkar savaşından sonra Hamat topraklarının birçoğuna saldırır, Irhuleni’ye ait bir dizi önemli kenti yok eder. Yine krallığının on sekizinci ve yirmi birinci yıllarında Hadadezer’in halefi Şam Kralı Hazael’le karşı karşıya gelir; Şam’ın dört kentini ele geçirir. Bunu izleyen yıllarda Suriye’nin iç kesimlerindeki kentlerle beraber Asur, kuzeyde Tabal ve Kue ‘yi egemenliği altına alır. Beraberinde batıya uzanan ticaret yolları ile Toroslar üzerindeki maden yataklarının da egemenliğinin Asur’a geçmesi Asur’a ekonomik yönden büyük bir kazanç sağlar.

III. Şalmaneser’den sonra Asur zor bir döneme girer. Başta Asur, Ninive, Arbela gibi kentler olmak üzere tüm Asur’u etkileyen ve sebebi tam olarak bilinmeyen isyanlar görülür. Bu dönemin ilk kralı ise Şalmaneser’in oğlu V. Şamsi-Adad’tır (823–811). Babil kralı Marduk-zakur-şumi’nin yardımıyla tahta çıktığı düşünülen Şamsi-Adad’ın faaliyetleri öncellerine göre çok daha mütevazıdır. Asur Kralının seferleri genelde Babil ve Nairi bölgesine yöneliktir. Kralın bu Nairi tanımı, Radner ve Schachner’e göre Amedi ve Bit Zamani ile aynı bölgedir.

III. Adad-nirari (810–783) de yönetimi boyunca önemli seferler düzenleyen bir Asur kralıdır. Yönetimi sırasında Bel-Harran-beli-uşur, Nergal-eriş ve Şamsi-ilu gibi bazı Asur valilerinin ön plana çıktığı görülür.

Antakya-Asi nehri yakınlarında bulunan bir taş stel, söz konusu bu valilerden en güçlü konumdaki Şamsi-ilu’nun, Kral Adad-nirari ile beraber iki Arami devletinin, Hamatlı Zakkur ile Arpadlı Attar-şamak’ın egemenlik bölgelerini belirlediğini, bu iki devlet arasında aracılık yaptıklarını gösterir:

Adad-nirari’ye ait bir başka yazıtta da Asur Kralının annesi Semiramis (Kraliçe Semiramis (Sammuramat), Asur Kralı V. Şamsi-Adad’ın ölümünden sonra oğlu III. Adad-nirari büyüyünceye dek, beş yıl Asur’u yönetmiş ve Adad-nirari tahta geçtiğinde de Asur yönetiminde etkili olmuş tarihi bir karakterdir.) ile beraber Fırat’ı geçerek, Arpadlı Attar-şamak’a karşı askeri bir harekâtı yürüttüğü görülür.

Yine III. Adad-nirari’nin yazıtlarında Kralın düzenlediği Hatti gibi batı, özellikle de Şam seferlerine rastlanır. Kral, yönetiminin beşinci yılında Şam’ın itaatini sağlar, Şam’ı Asur’un vasal devletleri arasına katar. Ardından gerçekleştirdiği Hatti seferiyle vergi vermeyi kesen Hatti krallarını yendiğini iddia eder.

IV. Şalmaneser (782–773) döneminde de Asur valisi Şamsi-ilu ile tekrar karşılaşılır. Maraş yakınlarında, Kızkapanlı köyünde bulunan ve 773 yılında yazıldığı düşünülen bir stel Şamsi-ilu’nun Şam üzerine bir seferini anlatır. Stelde Şamsi-ilu, Şam seferini anlatırken Asur Kralına hiç değinmez, bu yorumu da seferi Şamsi-ilu’nun yönettiği ve valinin bu dönemde de etkili bir isim olduğu izlenimini verir.

III. Adad-nirari’nin diğer oğlu III. Asur-dan (772–755), Suriye ve Babil’e yaptığı başarısız seferlerle anılır; döneminde veba salgınları, Asur, Arafa (günümüzde Kerkük) ve Guzana’da isyanlar görülür.

Yukarıda da görüldüğü üzere Asur’un dokuzuncu yüzyıldaki hızlı gelişimini sekizinci yüzyılın ilk yarısındaki duraklama dönemi izler. Ülkenin sınırlarında herhangi bir değişiklik olmasa da yönetimde zaaflar, valilere ve yüksek rütbeli devlet memurlarına verilen olağanüstü yetkiler görülür. Yine bu dönemde Anadolu’nun doğusunda Urartu devleti egemen konumdadır; Urartu Kralı II. Sarduri (756–730), Melid, Kummuh ve Gurgum gibi Geç Hitit Krallıklarının yanı sıra Arami Arpad Krallığı ile de ittifak halindedir. Bununla beraber Kuzey Suriye’deki Arami krallıkları üstünde Urartu’nun siyasi etkisi hızla yayılmaya başlar.

V. Aşur-nirari 746 yılında Kalhu’da çıkan bir isyan sırasında öldürülür. Yerine krali soydan geldiği tartışmalı, genelde bir gaspçı olduğu düşünülen III. Tiglat-pileser (745–727) geçer.

III. Tiglat-pileser, tahta çıktıktan sonra iç isyanları bastırır, askeri seferler için III. Şalmaneser dönemi sınırlarının ötesini hedef olarak seçer. Asur Kralı bu dönemde Fırat’ın batısında yalnızca Geç Hitit ve Arami Krallıklarıyla değil, Urartu ile de uğraşmak zorunda kalır. 743 yılında Urartu, Arpad, Malatya, Kummuh ve Gurgum’dan oluşan bir ittifak ile karşılaşır ve bu ittifakı Kummuh – Halpa’da (günümüzde Adıyaman Gölbaşı) yener. Güneyde Babil’de ise Kaldeliler ve Aramiler kral için başlıca sorun oluşturan halk topluluklarıdır ve onları da yine krallığının ilk yıllarında dize getirir.

Asur Kralı daha sonra da batı seferlerine devam eder. Arpad, Unki ve Aram-Şam başlıca hedefleri arasındadır. Arpad’ın 740 yılında da düştüğü görülür.

Tiglat-pileser, 738 yılında idari konularda reform hareketlerine girişir. Bu reformlar dahilinde eyalet sınırlarını yeniden düzenler, krali otoriteyi güçlendirmek amacıyla eyalet valilerinin yetkilerini sınırlar. Askeri alanda gerçekleştirdiği yenilikler arasında Arami kabilelerinden oluşan askeri birlikler göze çarpar. Asur Kralının öncelik verdiği diğer idari uygulama ise nüfus nakil politikaları olur. Tüm kentler ve bölgeler boşaltılarak halkları daha uzak bölgelere gönderilir, yerlerine diğer ülkelerden gelen halklar yerleştirilir. Burada başlıca amaç milliyetçi oluşumları önlemek, halkların direnişini kırmaktır. Bu bağlamda Tiglat-pileser, önceliği Aramice konuşulan bölgelere verir. Ama bu öncelik Asur’un Aramileşmesine, ilerleyen yıllarda da ülke birliğinin çözülmesine yol açar.

Bu dönemde Yukarı Dicle bölgesindeki Tuşhan eyaletinde yeniden güvenlik sağlanır, Nairi topraklarının kralları vergiye bağlanır. Anadolu’nun güneydoğusunda, Harran güzergâhındaki Arami kenti Hadatu (Arslan Taş) eyalet merkezi haline getirilir ve Asur Kralı burada kendisi için bir saray yaptırır.

Tiglat-pileser, 727 yılında öldüğünde Asur, Basra Körfezi’nden Mısır’a, kuzeyde Anadolu ve Kilikya’ya kadar uzanan büyük bir imparatorluk şeklinde yoluna devam eder. III. Tiglat-pileser’in ardından Asur ve Babil Kralı olarak V. Şalmaneser (726–722) ismi ile karşılaşılır. Şalmaneser de babası gibi batıya yönelir. Bu dönemde Anadolu topraklarındaki güçlü Arami Krallığı Sam’al ve başkenti ele geçirilir.

V. Şalmaneser’in kısa süren yönetim sürecinden sonra III. Tiglat-Pileser’in oğlu olduğu tartışmalı olan II. Sargon (721–705) Asur tahtına çıkar. II. Sargon’un saltanatı, imparatorluğun geleneksel fetih ve genişleme politikasının son dönemi olması açısından önemlidir. Bu dönemde Asurluların, Aramilere ait kent devletlerinin hemen hemen hepsinde tam egemenlik kurdukları ya da vasal devlet olarak himaye altına aldıkları görülür. Bundan böyle Sargon ve haleflerinin Aramilerle ilişkilerinin nüfus nakilleri uygulamalarıyla sınırlı kaldığı göze çarpar.

Toplu nüfus nakilleri, III. Tiglat-pileser öncesinde de Asur krallarınca uygulanan ve Yakındoğu’da Mezopotamya, Hitit İmparatorluğu ve Mısır gibi uygarlıklarda uzun süreden beri bilinen, öncelikle sivil halkın anayurtlarından başka coğrafyalara büyük oranlarda sürülme olayıdır. Yeni Asur İmparatorluğu döneminde de nüfus nakilleri, imparatorluğun gelişim ve inşasının gerçekleşmesinde temel bir politika ve rutin bir uygulama olur. Bu temel politika ve uygulama, Asur yönetiminin imparatorluğun her bölgesine yayılmasını sağlamak gibi bir amaca hizmet eder.

Bununla beraber bu uygulama, III. Tiglat-pileser (744–727) döneminde ve sonrasında da II. Sargon ve Sanherib yönetimlerinde dikkat çekici bir yaygınlık kazanır. Tiglat-pileser döneminde nüfus nakilleri, belirli bir sisteme oturtularak Aşurbanipal’e (668–627) kadar geçen süre içerisinde de toplam nüfus nakillerinin yüzde sekseni gerçekleştirilir. Yaklaşık üç yüz yıllık bu süreçte, dört buçuk milyon insanın yurtlarından sürülerek farklı coğrafyalara yerleştirildiği söylenir.

III. Tiglat-pileser öncesinde, Kuzey Suriye, Nairi ve Ararat ülkeleri, Namri ve Asur’un doğu bölgeleri ile sınırlı olan nüfus nakilleri, imparatorluk büyüdükçe daha da geniş bir coğrafyayı kapsar. Tiglat-pileser döneminde, bu uygulama güneybatıda Mısır’dan, kuzeydoğuda Hazar denizi kıyılarına, batıda ve kuzeybatıda Yadnana ve Muşki ülkelerinden doğu ve güneydoğudaki Media ve Elam ülkelerine kadar tüm Yakındoğu’ya yayılır. Hatta Sam’allı II. Panamuwa’nın bir yazıtında, III. Tiglat-pileser’in uyguladığı bu nüfus nakillerinin geniş coğrafyasına ilişkin şöyle bir ifade görülür: “ doğunun kızlarını batıya ve batının kızlarını doğuya getirdi. ”

Yazıtlar ve diğer yazılı belgeler dışında Asur kabartmalarında bu nakiller acınası sahneler olarak betimlenir: Omuzlarına eşyalar, çantalar yüklenmiş, sıska çocuklarının elinden tutmuş, askerler eşliğinde yürüyen insanlar. Nüfus nakil politikalarının uygulandığı coğrafya dikkatle incelendiğinde bu uygulamada önceliğin Aramice konuşulan bölgelere verildiği dikkat çeker. Asur krali yazıtları da Aramice konuşulan bölgelere öncelik tanınan bu uygulamaların pek çok örneğini sunar. Aramilerle birçok kez karşı karşıya gelen Asur kralı II. Adad-nirari (911–891) bir yazıtında, Anadolu topraklarında Nisibis (Nusaybin) ve çevresinde yaşayan Arami Temanit kabilesi ile ilgili şöyle bir söylemde bulunur:

“ Aynı eponimde, Temannulu Nur-Adad’ı ve askerlerini esir aldığım o savaşta, onu beraberimde ülkeme, Ninive’ye getirdim. ”

Yine Anadolu topraklarında yaşayan Harranlı Arami (uruGambulāja) Gambuluların, II. Sargon, Sanherib ve Aşurbanipal dönemlerinde küçük gruplar halinde Asur kentine yerleştirildikleri görülür. Aramice konuşulan bölgelere verilen önceliğin nedeni, Asur’un nüfus nakilleri politikasındaki amaçlarından biri olan ulusal ve etnik grupları çeşitli bölgelere dağıtarak, milliyetçi oluşumları zayıflatma bağlamında Arami topluluğunun da birliğini bozmak ya da direnişini kırmak olarak düşünülebilir.

Yazıtlarda III. Tiglat-pileser, II. Sargon ve Sanherib’in çoğunlukla güney Babil’den, Keldani ve Arami kabilelerini imparatorluğun çeşitli bölgelerine yerleştirdiği takip edilir. Yine yazıtlardan ve diğer yazılı belgelerden izlenebildiği üzere Hamat, Şam, Bit Adini gibi Suriye’deki Arami yerleşimlerinden de imparatorluğun başka bölgelerine yerleştirilen halklar söz konusudur. Nairi, Hilakku, Unki, Karkamış, Kummuh ve Gurgum gibi bölge coğrafyasının diğer halkları da bu nüfus nakil politikası düzenlemelerine dahil edilir. Asur İmparatorluğunu kalkındırmak için gerekli insan gücünü sağlamak da bu uygulamanın diğer yan amaçlarından biridir. Ayrıca bu politika Asur ile yapılan anlaşmalarda, anlaşmaya uymama cezası olarak da uygulanır. V. Aşur-nirari ve Bit Agusili Mati’el arasında yapılan anlaşmanın maddeleri bu tür bir ceza uygulamasının da örneğini sunar:

“ Eğer Mati’ilu, bu anlaşmaya karşı bir hata yaparsa, Mati’ilu oğulları, kızları, saray memurları ve ülkesinin halkıyla beraber ülkesinden çıkartılacak, ülkesine geri dönemeyecektir. ”

Asurlu yöneticiler, sürgünlerin büyük bir bölümünü ‘Asur halkı olarak’ tanımlar; yeni yerleşimciler, yerel halkla aynı hak ve sorumluluklara sahip görünürler. Bununla beraber sürgünler arasında toprak sahipleri, tarım işçileri, zanaatçılar, bilginler, uzmanlar, işadamları, saray ve devlet görevlileri, köleler, hizmetçiler, sığıntılar ve esirler gibi çeşitli sosyal sınıflardan insanlara rastlanır.

Devam edecek…