Red ve inkâr politikasında Beyt-Nahreyn ARAPLARI – Mim Yavuz Binbay

portreSon yüzyılda en çok konuşulan olgulardan biri olan red ve inkâr politikasında gözlemlediğimiz eksik bir olguya (Halkaya) değinmek istiyoruz. Son yüzyıl inkâr politikasına karşı Kürt halkı, yüzyılın en trajedik katliamına maruz kalan Ermeni ve Süryani halkları hâkli ve meşru tepkilerini çeşitli boyutlarda dillendirdiklerini gözlemlemekteyiz. Ne yazık ki Araplar benzer veya farklı boyutlarda aynı baskılara trajedilere maruz kalmalarına rağmen etkin bir örgütlülüğe sahip olmamaları sebebiyle alt düzeyde bile olsa Beyt-Nahreyn Araplarının tepkilerini gözlemleyememekteyiz. Tepkiler gözlenemeyince Arapların yaşadıkları baskılar; Etnik kültürel varlıklarının red ve inkâr edilmesi, dillerinin yasaklanması, her an topraklarından “göç ettirilme-Nakledilme tehdidi vd. trajediler yok sayılıyor. Yaşanmamış kabul ediliyor. Oysa tarihe baktığımızda Beyt-Nahreyn Arapları sadece son yüzyılda değil Osmanlı yönetimi altında geçen yaklaşık 600 yıllık dönemde koşullara bağlı değişik baskılara maruz kaldığını gözlemlemekteyiz.

29 Ekim’de 1920’de ilan edilen Cumhuriyetin ve devrim adı altında uygulanan politikaların ulusal ve uluslararası daha önce belirlenmiş hedefleri vardı.

20 Kasım 1922 tarihinde başlayan Lozan Barış Konferansı, aslında yeni Türkiye Devleti’nin sınırlarının çizilmesi içindir. 24 Temmuz 1923’de Lozan Barış Konferansında ağırlıklı olarak siyasal, mali- ekonomik konular ve mübadele görüşülmüştür. Mübadele Sözleşmesi sadece Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanmıştır. Diğer azınlıkların (Araplar vd.) mensubu oldukları devletlerle herhangi bir görüşme yapılmamıştır. Baştan beri yok sayılmışlardır. Türk-Yunan nüfus mübadelesi, her iki ülke için de “ulus devlet” oluşturmaya yönelik iki milyon insanı ilgilendiren ayrıca incelenmesi gereken tarihsel bir trajedidir.

TBMM Hükümeti’nin mübadele isteğinin başlıca iki nedeni vardı. Öncelikli amaç, Batı’nın müdahalesine gerekçe oluşturan Hristiyan kökenli bazı azınlıklardan tamamen kurtulmak, böylece 1914 katliamından sonra sınırlar içinde kalan Hristiyan kökenli nüfusu olabildiğince asgariye indirmek. İkincisi ise Müslüman unsurları (Arap-Kürt-Çerkez- Laz vd.) din olgusu çerçevesinde Osmanlının devam eden algısının etkisiyle kendi etrafında kolayca toplayabileceği düşüncesiyle, Misak-ı Milli sınırları içinde “ulus devlete giden yolu açabilmekti.

Azınlıklar açısından Sevr’den daha kötü haklara sahip olan Lozan Antlaşması’nın III. Bölümü (Madde 37- 45) bu hakları düzenlemektedir. Anlaşma’nın 40. Maddesi şöyledir; “Gayrimüslim azınlıklara mensup olan Türk vatandaşları, hem hukuk bakımından hem de uygulamada diğer Türk vatandaşlarına uygulanan aynı muamele ve aynı güvencelerden yararlanacaklardır. Bunlar özellikle giderleri kendilerine ait olmak üzere her türlü hayır kurumuyla, dinsel ya da sosyal kurumlar, her türlü okullar ve buna benzer öğretim ve eğitim kurumları kurmak, yönetmek ve denetlemek ve buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak ve dini ayinleri serbestçe yapmak konularında eşit hakka sahip olacaklardır.”

Antlaşmanın 41. maddesi ise “gayrimüslim azınlıklara mensup Türk vatandaşlarının, önemli oranda bulundukları il ve ilçelerde, söz konusu azınlıklara devlet bütçesi, belediye ya da diğer bütçelerce, eğitim, din ya da hayır için ayrılan tutarlardan, hakkaniyete uygun ölçülerde pay ayrılacaktır” demektedir.

Lozan antlaşmasından günümüze değin bu hakların hiç biri hayata geçirilmedi. Oysaki Sevr antlaşması Kürtlere ve Ermenilere daha geniş imtiyazlar veriyordu. Süryani ve Arap halkları ise Sevr’de de yoktu. Sevr’de olmayan Süryani ve Arap halklarının (Azınlık) hakları bu güne değin keyfi olarak uygulanmadı. Süryaniler ve Araplar diğer azınlıklardan farklı olarak okul açma ve vakıf kurma hakları gasp edilerek, Türkleştirme politikalarını en acı yaşayanlardır.

Cumhuriyetin kuruluşundan sonra sıra Müslüman olan tüm unsurları, ülke içeresinde Sünni Türk olmayan unsurları (Alevi, Nusayri, Caferi, Şii vb.),  Kürtleri ve Arapları eğitim yoluyla asimile etmeye gelmişti. Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğretim Birliği Yasası), TBMM tarafından, 3 Mart 1924 tarihinde kabul edilerek bir genelge ile mahalle mektepleri – medreseler keyfi olarak kapatılmıştır. Bu kanunla Türkçe eğitim dışındaki dillerde eğitim yapmanın önü kesilerek, 1925’de gizlice hazırlanıp uygulamaya konan ”şark ıslahat planı” ile de resmi kurumlarda ve günlük yaşamda Kürtçe, Arapça ve diğer tüm azınlık dillerinde konuşulma yasaklanıp, konuşanların cezalandırılması kararlaştırılmıştır.

Ermeni, Rum ve Yahudiler Lozan antlaşması hükümleri gereğince devlet denetiminde olma kaydıyla okulları ve eğitim kurumları olmasına rağmen, bu coğrafyanın asli unsuru kabul edilen Süryaniler-Araplar-Kürtler vd. ilginç bir yorumla bu haktan hiç yararlandırılmamıştır.

25 Kasım 1925’te “Şapka Giyilmesi Hakkındaki Kanun” çıkarılıp, halkların yerel giysilerine, din adamlarının (Papazların, hocaların, şeyhlerin, dedelerin) kılık kıyafetine müdahale edilmiştir. Kendi dayattıkları ne halkın nede dinin geleneklerinde hiçbir karşılığı olmayan kıyafetler dayatıldı.

1925’de çıkarılan şark ıslahat planı, Fırat’ın batısında, Güneyinde ve kuzeyinde bulunan Kızılbaş/ Alevileri, Kürtleri, Arap kökenli Nusayrileri öncelikle asimilasyona tabi tutmuştur. 1925’ten sonra Arap-Kürt/Nakşibendî, Kadiri ağırlıklı olarak Tasavvuf medrese ve dergâhlarının yanı sıra Alevi tekkeleri de kapatılmış; ancak 1927’de Bektaşi tekkeleri ve bu politikalara boyun eğen dergâh ve benzeri oluşumlar üzerindeki baskı göreceli olarak yumuşatılırken; Tasavvuf ve Alevi/ Arap kimlikli dergâhlar ve de tekkeler süresiz kapatılmıştır.

Kemalist devrim dedikleri şey aslında, kadim halklara karşı yapılan siyasal, sosyal ve kültürel soykırımdır. Antidemokratik yasalarla kılıflanan asimilasyon politikalarının temelini teşkil eden yasakların ve farklı dilleri yok sayan anlayışların devrimle hiçbir ilgisi yoktur. Kemalist devrimler olarak adlandırılan red ve inkâra dayanan asimilasyoncu politikalar, az sayıda kalan azınlıklara, Araplara, Kürtlere, Êzidilere ve Alevilere vd. karşı yapılmıştır. Bu politikanın özü ise Tek tipçilik ( Tek millet, Tek Bayrak, Tek din vb. politikaları ) Bitmedi, sürüyor…

Latin alfabesinden uyarlanan Türk alfabesinin kabulü çok dillilikten, tek dilliliğe geçişin miladıdır. Kemalist hükümet, Eğitimde tek tipçiliği yasalarla zorunlu hale getirip, ana dilde eğitim hakkını, Türk olmayan halklara vermediği gibi Süryanilere, azınlık olmasına rağmen yasaklayarak 1928’de Süryani okullarını kapatmıştır.

Latin alfabesine Mustafa Kemal’in bir gecede aldığı kararla radikal bir biçimde 1 Kasım 1928 tarihinde 1353 sayılı “Yeni Türk harflerinin kabul ve tatbiki hakkında Kanun’un kabul edilmesi ve yeni alfabenin yerleştirilmesi süreciyle geçildi. Bu yasayla o güne kadar (600 yıl) kullanılan Arap alfabesinin bir türevi olan Osmanlı Alfabesinin yerine, Latin Alfabesinin Türkçeye uyarlanmış bir biçimi kabul edildi. Osmanlı öncesini de katarsak 3000 yıla yakın kullanılan Sami kökenli Süryani ve Arap alfabeleri kaldırılmış oldu. Bir gecede tüm insanlar (zaten o dönemde az olan okuryazar oranı) okuma yazma bilmez duruma düşürüldü. Bu toplumun Arap alfabesi ve türevleriyle tutulmuş binlerce yıllık tarihi arşiviyle bir çırpıda kökleri koparılmış oldu. Buna ek olarak, T.C misakı milli sınırlarında kalan Kürt – Arap ve Süryani halkları bu sınırın dışında kalan ve Arap alfabesini kullanmaya devam eden Iran-Irak ve Suriye’deki Kürt – Arap ve Süryanilerle de bağlarını koparmış oldu.

Bu ülkenin kadim halkları olan azınlıklar ve anadili Türkçe olmayan halklar, “vatandaş Türkçe konuş” kampanyaları ile psikolojik ve kültürel baskılar sonucu anadillerinde isim koymaya bile korktular, dahası ana dillerini kullanamaz hale geldiler.

Bu ülkede Hıristiyan halklara katliamlar 1914’de başlamadı elbet. 1885’i baz alırsak Şammar, Tayî, Beni Xalid, Ermeni, Süryani ve 1924 Süryani/Nasturi, katliamına kadar sistematik olarak genosit devam etmiştir. Azınlıklara yapılan katliamlar üzerine kurulan cumhuriyet, daha sonra da 1926 şeyh Said, 1938 Dersim Kürt ve alevi katliamları ile varlığını idame ettirmiştir. 1915’te demografik yapıyı fiziksel olarak Fırat’ın iki yanında düzenlemeyi hedefleyen anlayış, Cumhuriyete ve günümüze değin şekil ve yöntem değiştirse de devam ediyor.  Bu sistemi yüz yıllardır kuran anlayış bu ülkenin en kadim halklarını ( Süryani -Arap-Ermeni) çıkardığı yasalara dayanan yasaklarla asimile etmeye veya korkutup ülkeyi terk etmeye zorladı. Ama sonuç ortada günümüzde insanlığa karşı suç olarak kabul edilen politikalarla bir sonuca ulaşılamadığı gibi failleri yüzyıllar geçse de yargılanmaktan kurtulamamaktadır.

Bu uygulamaların kaynağı, tarihe kara lekeler olarak geçmiş bazı ittifakları günümüze uyarlayarak benzer uygulamaları hedeflemek aynı suçu işlemek olacaktır. Tarihten dersler çıkararak eski hataları tekrarlamayan yeni politikalar geliştirmek gerekir.

Artık birileri veya bazı güçlü kesimler yok saydığı için hiçbir şey yok olmadığı, bu tür politikalar sonucunda islenen suçlar da gizlenememektedir.

Ortak gelecek etik ve hakkaniyet ölçüsünde temsiliyetten geçer. Bu ilkeler çerçevesinde bu coğrafyayı paylaştığı diğer birleşenlerle, gel yanımda dur ismini kullanayım mantığıyla değil ilkeler çerçevesinde geçmişten dersler çıkararak her platformda birlikte olmaya gayret göstermek gerek. Medeniyetler beşiği coğrafyamızda, şekillenmemizde ilham kaynağı olan medeniyetleri bahaneler arkasına sığınmadan Kültürel, Etnik, Dinsel renklerimizle insanda tarih boyunca hayranlık uyandıran Gökkuşağı ahengiyle paylaşmak dileğiyle.

Biz Arap –Aramiler olarak Beyt-Nahreyn’de binlerce yıl bu anlayışla komşumuzu kendimiz gibi severek medeniyetlere ışık tutan kadim Beyt-Nahreyn (Mezopotamya) medeniyetini kurduk. Beyt-nahrey’nin Sessiz çığlığının duyulması ve Komşumuzu kendimiz gibi sevmek dileğiyle.

Mim Yavuz Binbay

Yazının linkleri ;

http://www.kurdistan-aktuel.org/red-ve-inkar-makale,311.html

http://www.siirtnews.com/yazar-188-red_ve_ink%C3%A2r_politikasinda_beytnahreyn_araplari.html

http://www.mardiniletisimgazetesi.com.tr/Mim-Yavuz-Binbay-Red-ve-inkr-politikasinda-Beyt-Nahreyn-Araplari-yazisi-251/

http://www.siirtnews.com/haber-5660-red_ve_ink%C3%A2r_politikasinda_beytnahreyn_araplari.html