Uzun bir süredir menşei malum çevrelerce “Arab baharı” adı altında başlatılan bir süreç sahneye konularak daha önce 1914 ve 1930-45 yıllarında sahnelenen bir katliam süreci izletilmektedir. Hafızamızı yokladığımızda bu tür oyunların daha öncede birinci ve ikinci dünya savaşları olarak tarihe geçen katliam süreçlerinde de sahnelendiğini kolaylıkla tespit edebiliriz. Tarihe baktığımızda tüm demokrasi cephelerinin bu dönemlerde 3 önemli katliamın gerçekleştirildiğini bu gün soykırım olarak adlandırdığımızı rahatlıkla görebiliriz. Birincisinde Ermeni ve Süryani soykırımı ikincisinde de Yahudi soykırımını görmekteyiz. Ancak o dönemi incelediğimizde başlatılan savaşların bugün olduğu gibi belirli (aynı) çevrelerce çeşitli “demokratik” girişimler adı altında başlatıldığını görmekteyiz.
Günümüzde yaşanan sürece baktığımızda, Afganistan işgali ve iç savaşıyla başlayan bölgeleri istikrarsızlaştırma ve kaosa sürükleme süreci ismi malum çevrelerce konan ve iç potansiyele dayanmayan dış güdümlü Arab baharı olarak adlandırılan ( ben her fırsatta birçok çevrece kabul görmezse de bu provokasyonu Arab Kışı olarak adlandırmıştım) hareket başlatıldı. Dikkat edilirse bu adlandırma bir anda uluslararası tüm çevrelerce empoze edilerek dayatıldı. Söz konusu bölgelerdeki yıllardır süren diktatoryal rejimler sebebiyle bir anda popüler bir sempati kazandı ve birçok demokratik kurum ve kuruluşta objektif bir değerlendirme yapamadan koşulsuz destek verdi. Oysa bu hareketlerin başlatan ve dinamik gücünü oluşturan iç demokratik güçler değil dışarıdan transfer edilen bir merkezce eğitilmiş radikal dinci gruplardı. İlk etapta bu radikal dinci grupların etrafına diktatoryal rejimlerin mağdur ettiği ama yeterince organize olmamış iç muhalif gruplar serpiştirilerek kamufle edildi. Bu profesyonel grupların bir tek net görevi vardı o bölgeyi istikrarsızlaştırmak ve bu gruplarda bu görevlerini ne yazık ki birçok demokrasi cephesinin de desteğini alarak tereyağından kıl çekercesine yerine getirdi.
Bu gün sırasıyla bu bölgelere baktığımızda istikrarsızlaştırılan hiçbir ülkede demokratik gelişmeler olmadığı gibi tam tersine bir kaosa sürüklenmiş durumda. Bunları sıralayacak olursak; Afganistan’da durum ortada her gün onlarca insan ölüyor, kadınlar taşlanıyor, uyuşturucu trafiği belirli çevrelerin denetiminde tam hız devam ediyor, hala bir mekanizmadan bahsetmek bile mümkün görülmemektedir. Irak, Saddam diktatörü devrildi ancak yerine kurulan rejim Saddam’ı aratmadığı gibi demokrasiyi 100 yıl geri götürdüğü gibi hala bir istikrar gözükmediği gibi mezhep ve etnik çatışmalarla boğuşmakta ve yakın bir gelecekte de durulacağa benzemiyor. Ama net olarak ABD savaş tazminatı olarak Irak petrollerinin %65’ine el koymuş durumda. Bağımsız insan hakları kurumlarınca Saddam rejiminin sona ermesinden bu yana iki buçuk milyon Iraklının hayatını kaybettiği, milyonlarcasının ağır işkencelere maruz kaldığını ve yüz binlercesinin göç ettiğini belirtmektedir. Libya’da Kaddafi devrildi yerine kabileler ve etnik bir savaş başladı ve ne zaman biteceği konusunda kimse bir tahminde bulunamamaktadır ancak net olarak Fransa Libya petrolünün %35’ine el koydu. Fas, Tunus, Cezayir, Yemen’de sular durulmuyor. Sudan, Mali ve birçok bölge ülkesinde durum farklı değil. Son olarak Suriye ve Mısır; Suriye’de 30 yıldan fazla süren bir diktatoryal rejimden demokratik açılımlar yapmaya başlayan bir rejime neden ithal radikal gruplar kullanılarak müdahale edildi. Bir anda reformcu bir iktidar katliamcı ilan edilerek ülke iç savaşa sürüklenerek yerle bir edildi. Orada desteklenen radikal dinci çeçen grupların demokratik mücadeleyle ve Suriye’yle ne alakası var? Rejim yıkıldığında yerine kurulacak rejimin nasıl bir rejim olacağını bilen veya tarif edebilecek bir çevre var mı? Bu gün din adamlarının bile kollarını ayaklarını ve kafalarını kesen (sivillerin maruz kaldığı vahşet boyutundaki uygulamalar buraya sığdırılamaz) muhalif grupların yapısına bakılarak demokratik bir rejimin kurulma olasılığından bahsedebilecek bir tek insan var mı? Bu gruplardan kurulacak bir iktidarın 100 yıl önce bir katliamdan kaçan Süryani halkının 100 yıl sonra tekrar bir katliamla karşı karşıya kalmayacağını söyleyebilecek bir tek kişi var mı? Mısır’ın durumuna bakacak olursak bir kaos politikası dışında bir olasılık görülüyor mu? Önce Mübarek diktatörü bu çevrelerce iktidara getirildi yıllar sonra onu devirenleri gene aynı çevreler örgütleyip destekledi sonra aynı çevrelerin desteğiyle Mürsi iktidara getirildi ve aynı çevreler Mürsi’ye karsi darbe yapması için orduyu destekledi ve Mısır’da bu duruma gelindi. Durum çok açık ve net ortada söz konusu stratejinin sahipleri sadece ülkelerin destablize edilerek kaosa sürüklenmesini hedeflemektedir. Bu stratejide ne demokrasinin geliştirilmesi nede istikrara kavuşturma politikası yoktur.
Tablonun tamamına ve sonuçlarına baktığımızda, sonuçları itibariyle Arab Baharı projesi tam bir Arab kıyımına ve katliamına dönüşmüştür. Bugün itibariyle bu coğrafyada hayatını kaybeden insanların sayısı 2. Dünya savaşında hayatlarını kaybedenlerin sayısını çoktan aşmıştır. Hala bu katliamı “Arab Baharı” olarak adlandıranlar ne yazık ki tarihe katliam destekçileri olarak geçecektir. Bu tür adlandırma artık bu katliamın mağdurlarını incitmektedir. Artık akli selim olarak durumu değerlendirip objektif bir tavır sergilemek gereği acil olarak kendini dayatmaktadır. Aksi durum katliamcıları cesaretlendirmektedir. Demokrasi ve insan haklarından yana olan tüm kesimleri bu katliamların durdurulması yönünde taraf olmaya ve çaba göstermeye çağırıyoruz.
Mim Yavuz Binbay
Arab-Arami Birligi sözcüsü
http://www.kurdistana-bakur.com/modules.php?name=News&file=article&sid=7356
http://www.kadinnews.com/index.php?content_view=34897&ctgr_id=124