Toplumsal bellek toplumsal ilerlemenin temel taşıdır. Toplumsal bellek toplumsal olaylarla oluşan gündemlerin yarattığı tartışmalar sonucunda üretilen çözümlerle oluşur.
Türkiye’de yaşanan yoğun toplumsal olaylar sebebiyle çok yoğun gündemler oluşur. Ancak toplumumuzdaki toplumsal bellekteki zayıflığa bakıldığında bu yoğun gündemlerden ise ne yazık ki toplumsal bellek oluşturacak çözümler üretilemediği gözlenmektedir. Toplumumuz gündem öğüten bir değirmene dönüşmüştür. Hemen hemen her kesim toplumsal belleğimizin zayıf olduğundan dem vurur.
Peki, neden toplumsal belleğimiz bu yoğun gündemlere rağmen zayıf kalmaktadır. Çünkü toplumsal olaylarla oluşan gündemlere çözüm üretmektense daha çok oluşan gündemi boğacak, belleklerden silecek suni gündem oluşturmak çabası daha yoğundur. Böylece toplumsal olayların toplumsal çözümler üretmek için önümüze koyduğu gündemi suni gündemlerle öteleyerek belleklerden sileriz. Böylece toplumu çözüm üretemeyen, biriken dağ gibi toplumsal sorunlarla sorunlardan korkan belleksiz bir topluma dönüştürürüz. Sonrada zaten bu sorunlar hep vardı deyip işin içinden sıyrılmaya çalışırız. Bu günkü gündemimizde olan olaylarda böylesi bir kısır döngünün yansımalarıdır.
Bir toplumun gündemini liderler değil de toplumsal olayları belirlediğinde gündem ve çözümler daha objektif olur. Gündemi toplumsal olaylar belirlediğinde lider toplumu gözetmek zorundadır. Tersi durumda gündemi liderler belirlediğinde toplum lidere bağımlı kalır. Bizde gündemi hep liderler belirler.
İsviçre’nin başbakanının veya cumhurbaşkanın adını sorsam kaç kişi cevap verebilir. Hiç kimse çünkü İsviçre’nin ne başbakanı nede cumhurbaşkanı var. Bu iki görevi yürütmek amacı ile hükümet yerine geçen 7 kişilik konsey üyeleri sırayla iki seneliğine konsey dönem başkanı sıfatıyla ama diğer üyelerden artı hiç bir yetkiye sahip olmadan yürütürler. Bu konsey üyelerinin tümü en çok oyu alan başka bir deyimle seçimi kazanan partiden oluşmaz. Her parti aldığı oy oranında federal konseye üye verir. Yani tüm partiler daha doğrusu oy kullanan halk oy oranında konseyde temsil edilir. Milletvekilleri, Milis milletvekilliği olarak tabir edilen bir konuma sahiptirler tahsis edilmiş bir maaşları yoktur. Ancak talep etmeleri durumunda bir maaş ödenir. Parlamento kürsüsü dışında bir dokunulmazlıkları veya ayrıcalıkları yoktur. Memurların veya bürokratların amirleri değillerdir…
Parlamento yasa yapma yetkisini referandumla halktan almak zorundadır. Değişmesi istenen yasa için önce halktan yeterli imza toplanması daha sonrada yasanın değişimi için referanduma gidilmesi gerekiyor. Referandumda evet çıkarsa parlamento yasa değişikliğini onaylar. Parlamentonun tek başına yasa yapma yetkisi yoktur.
1990 yılında İsviçre’ye ilk seyahatimde panel öncesi yemekte beraber konuşmacı olduğumuz bir hukuk profesörü olan İsviçreli parlamentere espri yapmak amacıyla “peki bu konsey başkanının görevi nedir” diye sordum. Cevabı espri niyetineydi ama tepeden tırnağa kızarmama yetecek nitelikteydi. “ konseyi koordine eder ve sizin gibi ülkelerin devlet büyüklerini ağırlar”.
Bizim ülkemizde ise başbakanın barsak bozukluğu bile borsanın, ekonominin ve hatta rejimin sarsılmasına yol açabiliyor. Oysa Yunanistan da Andreas Papandreu’nun son günlerinde parlamentoya ayakta duramadığı ve yürüyemediği için tekerlekli sandalyeyle gittiğini ve çok önemli bir spekülasyonun olmadığını hatırlıyorum. Ülkemizde bir parti başkanı deyim yerindeyse partinin mutlak sahibidir. Oraya bir çöreklendi mi bir daha gitmez, partinin tüm varlığı ona aittir. Ya bakanların geri kalır bir yanı mı var. Milletvekillerimizin ise maşallahları var. Bu durum legal ve illegal tüm parti, dernek, sendika, her boydan kurum ve kuruluşta eksiksiz mevcut. Her hal ve koşulda o kurumun başına geçmiş olan kişi orayı terk etmek istemez. İşin tuhaf tarafı o kuruluşun üyeleri ve taraftarları da kurumu batırmak pahasına canla başla ona sahip çıkarak kurumlarını feda ederler.
Bu konunun tarihteki yansımalarına bir göz atacak olursak, Sokrates Devlet ve Demokrasi adlı kitabında en büyük diktatörler halkın arasından, onları temsilen ve onların desteğiyle başa gelerek vaatlerini gerçekleştiremeyenlerdir. Çünkü onlar halkın öfkesini çok iyi tanırlar. O öfkenin kendisinden öncekini nasıl devirdiğini bilirler ve aynı akıbetin kendilerini beklediğini bilirler. Ondan korunabilmek için her yola başvururken karşımıza toplumsal bir diktatör olur çıkarlar.
İkinci örnek bizlerle aynı topraklarda yaşamış Hititlerden (Hattiler m.ö 400 yıllarında) savaş kaybeden komutan savaş meydanından sağ çıkarsa ona kendini öldürmesi için bir süre tanınır eğer bu sürede bunu kendisi yapmasa asil sınıftan biri bu görevi yerine getirmek amacıyla görevlendirilirdi. Roma’da ise o komutan aşağılanır görev, ayrıcalıkları ve serveti ellinden alınırdı. Bu durumun günümüz Avrupa’sına yansıması ise, seçim kaybeden parti başkanı parti başkanlığından hatta başbakansa o görevden de istifa eder. Fransa’da Jospin örneğinde olduğu gibi. Almanya’da cumhurbaşkanı Christian Wulf bir işadamı arkadaşından düşük faizli özel kredi alma ve basını sansüre çalıştığı gerekçesiyle sert eleştirilere maruz kalarak istifa etti. İsviçre’de merkez bankası direktörü eşi ondan tüyolar alarak döviz satın aldığı için mahkemece hatalı bulunmamasına rağmen istifa etti.
Ya bizde partisinin kapatılmasına sebep olan başkanlar kahraman ilan ediliyor. Kapatılan partinin yerine kurulan partinin de başkanlığına getiriliyor. Hatta Erbakan ve Demirel örneğinde olduğu gibi onlar adına emanetçiler ortaya çıkıp onlar hazır olana kadar partiyi yönetiyor. Büyük çoğunlukla iktidar partisi olan partilerini barajı aşamayacak duruma getiren başkanları hasametli demokrasi nutukları atarak partilerinin başında hem de demokrasi savaşçıları sıfatıyla kaldıklarında Hititlilerden daha geri konuma düştüklerinin farkında değiller mi? Bence farkındalar ama halkı aptal kabul ediyorlar. Ülkeyi yöneten partilerde durum böyle olurda legal veya illegal platformda ki parti ve gruplarda veya sivil toplum örgütlerinde durum farklı mı olacak. Onların ne eksiği var !
Bizde her şeyi kendimizle başlatma alışkanlığı var. Her kişi bir milat gibi her şeyi kendisiyle başlatıp önceki dinamikleri yok sayarak toplumsal hafızayı sıfırlıyor ve kendini vazgeçilmez sanıyor.
Her okuyucu kendi alanında ki legal ve illegal parti, grup, dernek vs.ye baksın ve kendi değerlendirmesini kendisi yapsın. Durum yazılanlardan farklı mı? Eğer değilse Romalılardan bir adım ileri olmağa çalışsın.
O zaman görecekler ki kendileri etrafında koparılan fırtınaların aslında halkı aptal yerine koyarak kendilerini kurtarma çabalarıdır. Aptal olmadığımızı ortaya koymak istiyorsak toplumsal belleğimizle varlığımızı hissettirmeliyiz. Bu da toplumsal belleğimizi sorunları ötelemeden çözümler üreterek güçlendirip, düşüncelerimizi özgürce ortaya koymakla mümkün olur. Çözümler üreten güçlü bir toplumsal belleğe ulaşmak dileğiyle.
Mim Yavuz Binbay
http://www.siirtnews.com/yazar-135-liderler_sultasi_ve_toplumsal_bellek.html
http://www.diyarbakiryenigun.com/liderler-sultasi-ve-toplumsal-bellek.html