Tarih boyunca ibadethaneler tanrının evi olarak kabul edilmiş ve kutsanmışlar. İbadethanelere saygısızlık edenler lanetlenmiş, hoş görülmemiştir.
Krallar, sultanlar, tarihi kişilikler ve zenginler veya bağış toplanarak yapılan ibadethanelerin hiçbiri sembolik olarak yaptıran kişinin ismi verilse bile kişisel mülkiyet kapsamında ad edilmemiştir.
20 Ekim tarihinde medyada “Mardin’de bulunan 1700 yıllık tescilli kilisenin, tapusunu elinde bulunduran İbrahim Aycun tarafından 7 milyon 250 bin TL fiyatla satışa çıkarıldı. Yıllardır depo olarak kullanılan Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın da kültür varlığı olarak tescillediği Mor Yuhanna Süryani Kilisesi’nin satışa çıkarılmasına kentte yaşayan Süryaniler tepki gösterdi.” Haberini okuyunca bende kardeşim Mardin Kırklar Kilisesi Ruhanisi Gabriyel Akyüz gibi, Allah’ın evi olarak addedilen ibadethanelerin parayla satılmaması gerektiğini düşünüyorum. Aslında toplumsal vicdan ve hukukta çok net olarak aynı kanaattedir.
Türkiye’de toplumsal vicdanı rahatsız eden ve inançlarımıza aykırı bu olayların yaşanmasına sebep olan uygulamaların ilki 1928, ikincisi 15 Kasım 1935 yılında çıkarılan 2845 sayılı ibadethanelerin Tasnifine Dair Kanunla en büyük yıkım yaşandı. Bu kanun çerçevesinde binlerce tarihi camii, kilise ve tapınak on binlerce dönüm arazileriyle birlikte yağmalandı üç beş kuruşa bazı çevrelere peşkeş çekildi.
Bilindiği gibi 766 sayılı Tapulama Kanununun 36.ncı maddesi; namazgâh, mezarlık, yunak ve cami gibi yerlerin, içinde bulunduğu köy tüzel kişilikleri adına tescil edileceği hükmünü amirdir.
Belediye kuruluşu bulunan yerlerde; Medeni Kanunun yürürlüğe girdiği 4 Ekim 1926 tarihinden önce inşa edilmiş camiler ile bu tarihten sonra vakıf arazileri üzerine inşa edilmiş veya halen Vakıflar Genel Müdürlüğünün idaresinde bulunan ibadethanelerin Vakıflar Genel Müdürlüğü adına. 4 Ekim 1926 tarihinden sonra, mülkiyeti kişilere ait taşınmaz mallar üzerine inşa edilen ibadethaneler ile devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerler üzerine inşa edilmiş ibadethanelerin, resmen oluşmuş (Yaptırma ve yaşatma Derneği) mevcut ise bu dernek adına, aksi halde de Maliye Hazinesi adına, tespit edilmeleri icap eder denilmektedir.
Hükümler çok açık ve net olarak ibadethanelerin devletin güvencesi ve koruması altındadır hükmünü belirtmektedir. Tarihin en karanlık dönemlerinde bile bir ülkeyi ele geçiren ne sultanlar ne de krallar o ülkenin ibadethanelerini satışa çıkarmamıştır. Varsa da çok nadirdir.
Vatandaşların ibadetini ve ibadethanelerini güvence altına almış bir ülkede tarihin bir döneminde yapılan hatayla ibadethaneler ve arazileri peşkeş çekilerek ahıra dönüştürülerek toplumun vicdanını sızlatan, uluslararası camiada olumsuz bir intibah yaratan bu ayıptan, kültür varlığı olarak tescillenmiş bu ibadethanelerin devletin ilgili kurumlarınca asıl sahiplerine iadesi yapılarak kurtulması gerektiği kanaatindeyim.Dilerim ilgili kurumlar bu konuda gerekli hassasiyeti gösterir.
Belirli dönemlerin koşullarından kaynaklanan Saiklerle her ne şekilde olur olsun mülkiyetini edindikleri ibadethaneleri benimde vesile olduğum Siirt’teki Mor Yakup Manastırının mülkiyetini birinden satın alarak edinen Sayın Mihemed Emin Evin’in yaptığı gibi asıl sahipleri olan Keldani vakfına karşılıksız bağışta bulunmasının asil davranışı örnek olmalıdır. Bu asil davranış onun torunlarına ve tüm ailesine toplumsal saygınlık kazandırmıştır.
Allah’ın evi, nizamin sembolü olan devletin güvencesinde ona ibadet etmesi gereken tüm kullarının olmalıdır.
Yazının linki;