Bir arkadaşım meşrebini bilmediğinle fikirlerini paylaşamazsın demişti! Gönül almak bir meziyettir, bunu uygun davranıp görebilmek daha güzel bir meziyettir. Bir önceki yazımda bunu düşünerek gönül almaya çalışmıştım. Söz ve davranış kişiliğin kimliğidir diyerek bu konuyu noktalıyorum.
Aslında bu soruyu günlük yaşamımızda her gün yansıyan olgulara karşı takındığımız tavırlarla gösterdiğimiz tepkilerle spontone olarak defalarca cevaplandırırız. Duygularımız ne yapacağımızı yönlendirir, yaptıklarımız ise, hangi tarafta ve ne olduğumuzu belirler.
İnsanlık tarihi boyunca bir topluluğun, dinin, grubun, politik yapının etnisitenin vb. mensubu olma başka toplumlara, dine, politik ve etnik gruplara… Karşı söylem geliştirmekle Hatta onları yok sayacak ifadeler geliştirerek kendini iç gruba bağlanma, güçlü hissetme duygularını ortaya çıkararak var etmektedir. Bu var etme biçimi bireylerin ve birlikte olmanın ve paylaşmanın ulvi değerlerini görmeyi engellemektedir.
Nefret söylemi geliştiren kişiler veya gruplar yetkeci kişilik örüntüsü içerisinde olduklarını görmekteyiz. Bu kişilik örüntüsü; düşüncenin her noktasına işleyen katı bir iç grup (ingroup, benim grubum), dış grup (cut group, başka gruplar) ayrımına dayandığı, dış gruplara karşı basmakalıplaşmış olumsuz, düşmanca hayaller, iç gruba karşı basmakalıplaşmış olumlu boyun eğici tutumlar takındığı, gruplar arası ilişkilerde iç grubun haklı olarak başat konumda olması, dış grupların ona boyun eğmesi biçiminde sıra düzenci, bir görüşü içerir. Nefret söylemi maalesef sadece söylemde kalmıyor bazen kitleleri sokağa döken hunharca saldırılara ve ölümlere yol açmaktadır.
Ne yazık ki ülkemizde, Nefret söylemi içerisindeki kişiler gayet masum bir şekilde kendilerini düşünce özgürlüğü kisvesi altında ve bu bağlamda ifade ettiklerini görebilmekteyiz. Ama uluslararası hukuk düzleminde nefret söylemleri ifade özgürlüğü içinde yer almamakta hatta cezai işlemler uygulandığını bilmekteyiz.
Ne zaman insan olarak farklı olmanın zenginliğini içselleştirebilirsek o zaman Nefret kavramının insanlık suçu olduğunun ayırımına varabilirsek, toplumsal olaylar ve olguların ayırımına uygun tepkimeler göstererek toplumsal yapıdaki yerimizi bilinçli bir birey olarak almış olacağız.
Yansıyan olaylar ve olguların iki tarafı vardır, sevgi ve hoşgörü, kin ve nefret. Biz hangi taraftayız. Topluma mal olmuş bazı olaylara bakarak hangi tarafta olduğumuzu belirleyebiliriz.
Sevgi ve hoşgörü, toplumun temelini oluşturan aileyi, çocuk sahibi olmayı ve anne babalık duygularını yansıtırken, Nefret ise; saldırganlıkla başlar ve çeşitli adlar altında kardeş katili olmaya kadar uzanır. Hatta Van/Erciş’te olduğu gibi kızımızı erkeklerle görüşüyor namusumuz kirlendi! Diyerek abi, baba ve dede bir olur, annenin feryatlarına kulaklarımızı tıkar diri diri gömeriz.
Nefretin yol göstericiliğinde Toplumsal baskılardan dolayı kadınlar hayatlarından korkar hale gelir “Kadınların canları kendilerine düşman olur. ‘Namus’ kavramı o kadar daralır ki dışarda birbirinin gözlerine bakmak bile zina sayılır. Toplumsal yapının temel bileşkeleri Kadın ve çocukların psikolojisi paramparça olur” korkunun karanlık dehlizlerinde kaybolur.
çocukluğun katışıksız pervasız sevgisiyle oyunlarımızı paylaştığımız, ilkokul arkadaşımız, kuzenimiz, kardeşimiz çocukluğu geride bırakıpta cinsel tercihleri değişti diye egomuzun dürtüsüyle nefretimizin hışmına uğratarak horlarız, hasta teşhisi koyarak ötekileştiririz, sosyal yaşamda yok sayarız, iş vermeyiz, fuhuşa zorlar, tecavüz ederiz sonrada katlederiz. Oysa onların, bizim katışıksız sevgimizin arkadaşları, kuzenlerimiz ve kardeşlerimiz olduklarını nefretin etkisiyle bir çırpıda sileriz.
Evrenin dili Müzik, insanın ruhundan ilham yoluyla duygularını yansıtan bir sevgi sunumudur.. Nefret ise ; ilham ve duyguları kör ederek, ruhu esir alır, insani meziyetleri (duyguları) katleder. Zeki Müren’de ruha hitap eden nağmelere, darbeci zihniyette ise yasaklara, Şıvan Perwer, Ahmet Kaya, Rojin ve katledilen kürt müzisyende duyguların çığlığına, nefrette ise; işkencelere, yasaklara, sürgünlere, ahlaksızca beyanatlara ve hoyrat bir kurşunla gelen ölüme dönüşür.
Tanrıyla bağımızı oluşturan dinlerde; Hallaçta, Nesimi’de, Hacı Bektaşi veli, Şeyh Hamza ûl Kebirde, Meryem’de, Mevlana’da tasavvufun neyden yansıyan nağmeler gibi ilahi güzelliğin tezahürüne dönüşür. Nefrette ise; taassubun etkisiyle yobazlığa, kutsal savaşlar adı altında kralların ve sultanların hükümranlığı için savaşlara katliamlara dönüşür.
Hrant’ta, er Savag’ta arkadaşlığa, sevgiye ve kardeşliğe dönüşen duygular. Nefrette; Şövenizme, ırkçılığa, katilliğe dönüşür. Hitler, Saddam ve benzerlerinde katlima dönüşür.
Etnik kültürde insanlığın kültürel mirasına mal olan değerlerimiz şovenizmde ırkçılığa katliamlara dönüşür. Yüzyıllar boyunca ortak değerlerimizi birlikte paylaşarak yarattığımız ortak kültürümüzün kaynakları Komşumuz, arkadaşımız, bizimle aynı politik gurupta yer almadıkları için bir anda karşı gurup olarak adlandırarak ırkçılığın etkisinde düşmana hatta katliamların Saik’ine dönüşür.
Hangi tarafta olduğumuzu duyumsamalarımızla, yaptıklarımızla, olgulara karşı verdiğimiz tepkilerle biz belirleriz. Hepimiz, kadın-erkek masum bir bebek olarak doğarız. Daha sonra duyumsadıklarımızla, yaptıklarımızla, tepkilerimizle olduğumuz tanıma dönüşürüz. Sevecen, Hoşgörülü, Meziyetli, anne, baba, kardeş, sevgili, arkadaş… veya Nefretin etkisinde insanlık suçu işleyen bir Katil, Cinsiyet ayırımcısı, Diktatör, ırkçı, katliamcı,…
Yukardaki belirlemelerin ışığında, Kendimize soralım; Biz hangi taraftayız?
Mim Yavuz Binbay
http://www.siirtnews.com/haber-4955-hangi_taraftayiz_.html
http://www.diyarbakiryenigun.com/hangi-taraftayiz.html