ARAP-ARAMİ ANAVATANINDA ARAP-ARAMİLER DIŞINDA HERKES KONUŞUYOR! – Mim Yavuz Binbay

Arap katliamıyla (Arap Baharı !) başlatılan süreç sonucunda Arap coğrafyası tam bir soykırım ve küresel kaos bölgesine dönüştürüldü. Sürdürülen savaş tam bir vekâletler savaşıyla başta Arap halkı olmak üzere bölge halklarına yönelik sonu olmayan katliama dönüştürüldü.

Ateşkes veya bölgenin yeniden şekillendirilmesi konusunda özellikle başta bu kaotik senaryonun kurucuları ABD ve Rusya olmak üzere her boydan ve soydan güçler konuşuyor ancak Arap-Arami halklarını temsilen konuşmalar ya ciddiye alınmayacak kadar zayıf veya hiç yok! Tabi efendilerini tasdik etmek için arada bir efendilerinin emriyle boy gösteren Mankurt rolündeki Suudileri, Sisi’yi, BAE vb.lerini saymazsak!

Her devletin ve gücün kırmızıçizgileri var ancak anavatanlarıyla ilgili Arapların-Süryanilerin ve Ermenilerin kırmızıçizgisinden bahseden yok. Tıpkı, yüzyıl önce olduğu gibi, bu coğrafyada aynı güçlerce uygulanan senaryoda Arap-Süryani ve Ermeni katletmek serbest durumdaydı.

Tüm uluslararası akademik çevrelerin arkeolojik verilerle mutabık olduğu bir konu var ki o da Beyt-nahreyn /Mezopotamya coğrafyasının, Tarihin başlangıcından beri Arap-Arami yurdu olduğudur. Ve bu anayurdun her köşesi Arap-Arami şehirleriyle, mimari ve tarihsel belgelerle bezenmiştir. Beyt-nahreyn/Mezopotamya coğrafyasıyla ilgili her gün önüne gelen akıldan yoksun hiçbir arkeolojik ve tarihsel veriye dayanmayan güneş dil teorisine rahmet okutacak iddialar öne sürüyor. Bu iddialarla bu coğrafyadaki şehirleri gasp anlayışıyla kendilerine mal eden yazılar çiziktiriyor.

Bu yazıları hamasetle çiziktirenler unutmamalıdırlar ki dinamikleri oldukları kendi halklarına doğru bilgiler vermekle mükelleftirler. Yoksa bir zamanlar Sümerlerin, Hititlilerin Türk olduğunu iddia edenlerin Günes dil teorisyenlerinin yeni versiyonu olarak halklarını yalan yanlış bilgilerle bilgi kirliliği yaratarak zarar veren unsurlar durumuna düşerek kendi halklarına ve tarihlerini karartarak en büyük zararı vermiş olurlar. Bu kesimlere bilgi kirliliği yaratmadan dinamiği oldukları halklarına doğru bilgiler vermekle mükellef olduklarını hatırlatmak gerekir.

Günümüz ne 1071 ne 1915 ne de 1923’tür. Unutulmaması gereken, 21. Yüzyıldayız. Ve internet denen en hızlı bilgi edinme aracıyla edinebileceğimiz bilgilerle bile bu coğrafyada Musul-Ninova-Erbilo- Şam, Lazkiye, Tel-Âbyad, Halep, Siirt-Tillo (Se’ert, is’îrd), Mardin (Erdobe, Tidu, Merdin, Merdo), Midyat-Estel ( Mizyez), Ömerli ( Mâ’aserté), Savur, Cizre ( ceziretûl ibni amer), Nusaybin (Nasibey, Nsibîn), Idil (Beyt-Zebday), Silopi, Batman ( İloh, Hasan el keyf), Sasun, Kozluk (maléfan), Urfa (Er-Ruha-Urhai-Orhoy ), Kilis, Antep ( Ayintap-Kala-ı Füsus), Hatay (Antakya), Iskenderun, Diyarbakır (Omid, Amid, Emid, Diyar el bekr), Elazığ ( El-eziz, Xarpot), Kızıltepe (Dunaysır), Beyt ül Şebab, Adana, Mersin vd… Kurulan tüm şehirlerle arkeolojik ve tarihsel verileriyle bu coğrafya Arap-Aramilerin anavatanı Beyt-nahreyn’dir. Ve birlikte yaşadığı halklarla Kürt-Ermeni ve bugün devamlılığı olmayan bazı halklarla bir Arap-Arami anayurdu olduğudur.

21. yüzyılın soykırımı olarak adlandırılacak bu savaşı başlatanın ABD özel ajan provokatörlerinin rol oynadığını WikiLeaks belgeleri ve birçok resmi belgenin yansıra, bugün vekâlet savaşını sürdüren grupların anlatımlarının yanı sıra artık sokaktaki insanlarda bilgi sahibidir. Milyonlarca sivilin yaşamını kaybetmesine sebep olan bu kirli savaşı bölge halkları başlatmadı. Bu kirli savaş bölge halklarının savaşı değil, bu savaş emperyalist güçlerin silahlarıyla başladı. Irak savaşından beri 12 yıldır aynı güçlerin silahlarıyla devam ediyor. DEASH’ın ve irili ufaklı tüm gurupların ellindeki tüm silahlar ABD silahlarıdır. Silah satışları ve sevkiyatları resmi kararlara bağlı olduğuna göre bu kadar ağır ve izne bağlı silahları resmi yollarla senato ve Pentagon’un onayıyla ABD veriyor.

Dolayısıyla, ateşkes görüşmelerini veya ateşkesin sürüp sürmeyeceğine, insani yardımın yapılıp yapılamayacağına, bölgedeki vekâlet savaşlarında hangi silahlı güçlerin yer alacaklarına ABD ve Rusya karar veriyor. Eğer ateşkes konusunda ve bu kirli savaşın sona ermesinde bir nebze samimiyetiniz varsa soykırıma sebep olan silahlandırma politikalarınızdan vazgeçiniz. Yerel halkları kışkırtan, birbirine düşman eden özel işgal kuvvetlerinizi bölgeden çekiniz. O zaman ne savaş kalır ne de katliam.

Başından beri ABD ve Rusya bölgedeki devletleri aşiret, mezhep ya da etnik gruplar gibi devlet-altı aktörlerin karmaşasına sürüklüyorlar. Ve özellikle devlet-altı gruplarla dene-gözlemle-gelişmeye göre şekillendir politikalarıyla kaosu derinleştirerek daha da yayacağı izlenimi veriyor. Böylece kaos politikasının patronun kim olduğunu bölgedeki diğer devletlere gözdağı vererek hatırlatıyor. Ya biat edersin ya da kaosun parçası olursun tehdidi kıskacına alıyor.

Bakan Steinmeier, üç yıl önce yaşanan savaşla ilgili ile şunları söylüyordu: “Bölgede iktidar kazanmak için insanların sırtından 5 yıldan beri çok korkunç oyunlar oynanıyor. Aktörlerin bazıları çatışmaları sonlandırmaya ilgi duymuyor.”

Bu kirli savaşın bir başka boyutu ise; ABD, AB’nin sadece ekonomik ve askeri açıdan güç olmasından değil, ulus devlet üstü ve demokratik değerleri önceleyen alternatif bir model olma ihtimalinden korktu. Katliamlardan kaçacak göç dalgalarıyla AB ülkelerini istikrarsızlaştırmayı planladı ve başardı. AB rüyası bitti tüm demokratik-ekonomik cazibesini yitirdi. ekonomik-siyasal bir keşmekeş yaşıyor. AB ülkelerinin tümünde halk sokakta ve yapılan tüm seçimlerde birliğin ruhuna aykırı aşırı sağcı-faşist partiler ya seçimi kazanıyor veya yükselişte. Trump’ın Clinton ve Obama’dan farklı politikasının olamayacağı aşikârdır.

Kendilerini “üst akıl! ” olarak adlandıran güçlerin akıldan yoksun senaryoları artık sokaktaki insanlar tarafından dahi deşifre olmasına rağmen ne yazık ki bazılarının iştahının kabarması sonucunda hala tıkır tıkır yürüyor gözüküyor. Ancak, savaş uzadıkça, şu soru daha çok sorulmaya başlıyor; bu neyin savaşı? Ve ne biçim bir savaş? Çünkü savaşın taraflarına bakıldığında ortaya çıkan manzara çok anlamsız. Bir tarafta dünyanın küresel gücü ABD’yle birlikte 65 ülkenin yansıra, Rusya ve İran diğer tarafta daha dün diyebileceğimiz bir zaman diliminde nasıl ortaya çıktığı kendinden menkul uluslararası bir terör örgütü vardı.

Dünyanın tüm “üst akılları!” tüm “Süper güçleri” ve müttefikleri bu örgütle savaştı. Hem de yüzbinlere uluşan kara güçleri ve son teknoloji uçakları ve silahlarıyla. Bu savaş tarihin belki de en ilginç ve garip savaşı oldu! Aklı başında her insan bu savaşı ve zamanlamasını manidar buluyor.

Nasıl geldiğinde malum çevrelerin telkinleriyle 40 bin kişilik Irak ordusu tüm silah ve teçhizatlarını bırakıp gittiyse, kaldığı iki yıl boyunca da kimse Musul’a dokunmadı. Bu arada DAEŞ, binlerce Arap- Kürt ve Yezidi gencinin katledilmesine ve yıkımına ve insanlık trajedilerine mal olan Şengal ve Kobani/Ayn-el Arab gibi bazı merkezlere “özel” olarak saldırıp çekildi.

Rusya bile Suriye’ye geldiğinde DAEŞ’e değil diğer muhaliflere saldırdı. Kimse ilk etapta DAEŞ’in ana merkezleri Musul ve Rakka’ya dokunmadı. ABD ve müttefikleri rejimi çökermeye çabalarken, Rusya’da rejimi daha fazla kontrol etmeye ve konumlanmaya çalıştı. İran doğan fırsatı kullanarak Suriye’ye yerleşti. Türkiye savaşarak girdiği yerlere yerleşti. Bu koşullarda uzun süre çıkmasını beklemek saflık olur!

Son dönemde üst-akıl/efendiler” “demokrasi havarisi” havalarında yeniden hareketlenerek bölgede güvenli bölgeler kurulacağı lütfunda bulanacağını lütfettiler. Tabi Kobané/Aynel-arab’ta olduğu gibi bu savaşı bölge halklarının gençleri üzerinden yürütmek kaydıyla! Çünkü maliyeti ABD’ye daha hesaplı oluyor! ABD’li generalin senatoda dediği gibi 300 dolara 16 yaşından 50 yaşına kadar savaşacak milis buluyor ve öldüklerinde hiçbir tazminat ödenmiyor! Oysa Amerikalı askerlerin aylık maliyeti 12’000 dolar ve öldüklerinde konumlarına göre 100-500 bin dolar civarında tazminat ödeniyor!

Beyt-nahreyn coğrafyasının bir katliam bölgesine dönmesine, Arap-Süryani-Yezidi-Kürt-Türkmen-Nusayri/Alevi kanlarıyla sulanmasına, halkların derin acılarla yoğrularak sığınmacı mülteci durumuna düşmesine seyirci kalan “üst-akıl(sız)/efendiler birden bire Neden hareketlendi?

ABD on bin kilometre öteden gelip bu coğrafyayı neden kaosa çevirdi? Bu sorunun cevabını kimse açıkça tartışmak istemiyor. Kimse de üstüne alınmıyor. Bölge devletlerinin askeri güçsüzlüğünden, iç kargaşadan söz ediliyor ama hiçbiri inandırıcı değil çünkü bu duruma zaten sizler senaryolarınızla sebep oldunuz, Obama’nın itiraf ettiği gibi 30 yıl boyunca kurguladınız. Akla tek bir cevap geliyor: “DAEŞ’e üst-aklın verdiği provokatörlük görevi sona erdi ki” dünyanın küresel gücü ABD’yle birlikte 65 ülkenin yansıra, Rusya ve İran sayesinde daha dün diyebileceğimiz bir zaman diliminde nasıl ortaya çıktığı kendinden menkul uluslararası bir terör örgütü 8 yıl sonra Trump tarafından mağlup edildiği ilan edildi!?!

Sorun bizce çok açık, her savaşta olduğu gibi bu savaşın da askeri değil, siyasi ve ekonomik bir savaş olduğunu gösteriyor. Bölge dünyanın en büyük enerji kaynağı durumundadır. Tüm kaynakların belirttiğine göre Irak’ta tespit edilmiş 143 milyar metreküp petrol rezervi var. Bu rezervin 45 milyar metreküpü Musul’da, 10 milyar metreküpü ise Kerkük’te bulunuyor. Kuzey Irak’ta tahmin edilen doğalgaz miktarı ise 3,2 trilyon metreküp. Bu miktar Türkiye’nin gaz ihtiyacını 300 yıl karşılayabilecek bir rezervi ifade ediyor. Sadece Musul ve Kerkük’le birlikte Kuzey Irak bölgesindeki petrol ve doğalgaz rezervinin toplam değeri 4 trilyon 150 milyar dolar olarak hesaplanıyor. Bu gelir sadece Irak halklarını değil, tüm bölge ülkelerindeki halkları bile yüzlerce yıl refah içinde yaşamasını sağlayabilir.

İşte emperyalist güçlerin, bölge ülkeleri ve halklarını bu sebeple kargaşa ve kaos politikalarına mahkûm ediyor? İşte bu sebeple bölge DAEŞ gibi terör örgütlerinden, iş savaş tehditlerinden kurtulamıyor? İşte işin siyasi boyutu tam da burada devreye giriyor. Bugün bölgede “Yeni küresel enerji ve güç paylaşım savaşı” yaşanıyor.

Tüm bölge ülkeleri ve halkları gençlerinin, bebeklerinin kanlarını canlarını feda ederek belirsiz veya işbirlikçilik vaatleri karşılığında emperyalistlerin petrol ve gaz enerji hatlarını kontrolü hedefleyen senaryolarının kirli emellerine boyun eğmemelidir.

Çözümü kendi birliklerinde Arap-Kürt-Türk-Türkmen-Süryani-Ermeni-Nusayri/Alevi-Sünni-Hristiyan-Şii-Yezidi hep birlikte yaşama koşullarını ve paylaşma projelerinde aramalıdırlar. Bu çatışmalar bölge halkları arasında kalıcı güvensizlik tohumları atıyor. Bölge halklarının dinamikleri halklarının esaretine, vatanlarının yıkımına sebep olacak emperyalizmin bu köhnemiş oyununa gelmemelidir. Arap atasözünde dendiği gibi “Yakın komşu, uzaktaki akrabadan evladır.”

Sonuç olarak; Artık bir katliama dönüşen Suriye’deki iç savaşın, tüm yabancı unsurların Suriye sınırları dışına çekilerek Suriye’deki sorunları Suriye asıllı tarafların görüşmeler yoluyla çözmesi için duyarlı ve etkili tüm devletlerin, kurum kuruluş ve şahsiyetlerin bu konuda duyarlılık göstermesi gerekliliği elzemdir.

Medya ve politikacılara, sınırın her iki tarafında da Arap, Kürt, Süryani, Ermeni, Alevi, Sünni, Nusayri, Hristiyan, Marunî olduğunu hatırlatır. Yazılarında ve açıklamalarında bir tarafı tutarken diğerlerini karşısına alarak rencide edecek, hedef gösterecek, rahatsız edecek söylemlerden ve belirlemelerden kaçınmaları gerekir.

Güven ruh gibidir, terk ettiği bedene asla geri dönmez… Shakespeare

Not: iki yıl önce yayınladığım bu yazımı gündeme uygun olması sebebiyle güncelleştirerek yayınlıyorum.

Yazının linkleri;

http://www.kurdistana-bakur.com/modules.php?name=News&file=article&sid=10007