BEYT-NAHREYN MEZOPOTAMYANIN SESSİZ ÇIĞLIĞI – Mim Yavuz Binbay

portreBizler nehirlere ev sahipliği yapmış topraklarımızda istilalarla, katliamlarla azınlık durumuna düşürülmüş varlığımızın yok sayılmaya çalışılmasına karşı beş bin yıllık varlığımızı kanıtlamaya çabalayan etnik-dinsel veya mezhepsel Arab-Arami-İbrani -Süryani- Asuri-Keldani-Mihallemi-Maruni-Nusayri  olarak adlandırılan Sami halk topluluklarıyız.

Bizler, Sami halk toplulukları olarak Beyt-Nahreyn, Mezopotamya olmadan öncede buradaydık. Tel Halef-Tel Obeid-Sumer- AKAD-Asur-Babil- Arami-Arab ve benzeri birçok ad altında medeniyetin ilk temellerini attık. Bu topraklarda birçok medeniyet kurduk. Bu topraklara yerleşen (Medler, Persler, Ermeniler, Romalılar, Kürtler, Türkmenler Vd.) tüm topluluklara nehirlere ev sahipliği yapan topraklarımız gibi bizde olanı onlarla paylaştık, bütünleştik. Mezopotamya’nın her köşesine medeniyetimizi yansıtan Şehirler kurduk.  Romalılar, Selçuklular, Moğollar ve diğerleri birçok topluluğun hükümdarlığı altından yaşadıktan sonra 500 yıllık Osmanlı egemenliğinde diğer halklarla yaşadık.  Birçok istilaya ve birçok katliama tanıklık ettik, Osmanlı dağıldı, kurulan TC ulus devletinde Türkler, Kürtler ve Çerkezlerle kaderimizi birleştirerek dört kurucu unsurdan biri olarak yer aldık ve bugüne geldik.

12. yy dan sonra beylik düzeyinde de olsa hükümranlık kuramadık, ancak var olan yapılanmaların bir unsuru olarak yer aldık.  Baskının zulmünden dolayı etnik-kültürel varlığımızı koruyabilmek amacıyla kurduğumuz derneklere adımızı bile veremedik yaşadığımız şehirlerin ismini kullanarak ( Mardinliler-Siirtliler, Hataylılar derneği gibi) örgütlenmemizi sürdürdük. Şehirlerimizin ismi yakın geçmişe kadar bizi temsil ediyordu. Siirt, Mardin, Urfa dedin mi, bugünkü Hatay gibi Arab-Arami halkı akla geliyordu. Demografik yapılarıyla, mimarileriyle tüm kültürel yapı taşlarıyla Arab şehirleriydi. Ancak son dönemlerde demografik yapı değişti sadece şehrin ismi artık aynı anlama gelmiyor. Bu tür örgütlenmeler bizleri ve kadim kültürümüzü temsil etmede, bizleri yansıtmada yetersiz kalıyor.  Ve Türkiye’nin üçüncü büyük halkı, toplum mühendisliği çalışmalarıyla hiç örgütlenmemiş gibi yansıtılarak, örgütsüz gözüktüğü için yok sayılıyor, varlık inkâr edilince etnik-kültürel-siyasal haklarımız da red ediliyor.

Toplum mühendisleri ağız birliği etmişçesine 90 yıldır zulme varan baskılarla devam eden asimilasyon politikalarına destek verircesine demokratlık kisvesi altında bir yandan bu politikalar sonucunda ağır baskılara maruz kalmış bir kesimi destekler gözükerek yanlarına alırken diğer yandan geri kalan tüm halk topluluklarının inkârını meşrulaştırma projelerini yürürlüğe koymaktadırlar. Bu sinsi politika dışında kendilerini ifade etmeye çalışan halkları “bu güne kadar neredeydiniz, neden mücadele etmediniz, neden sesinizi çıkarmadınız” gibi münipilatif ve provakatif suçlamalarla sanki hak talebinde bulunan diğer halkların hak taleplerinin rakipleriymiş gibi karşı karşıya getirerek sindirmeyi amaçlamaktadırlar.  Böylece 90 yıllık red ve inkâr politikalarının mağduru halkları karşı karşıya getirme çabasıyla bir taşla iki kuş vurma politikasıyla 90 yıllık red-inkar ve asimilasyon politikasının bu günkü versiyonunu meşrulaştırmaya çalışmaktadırlar. Ne yazık ki gözlemlediğimiz kadarıyla azımsanmayacak bir kesim bu toplum mühendisliğinin etkisi altında kalarak “bu güne kadar neredeydiniz, neden mücadele etmediniz, neden sesinizi çıkarmadınız” gibi münipilatif söylemleri dillendirmektedir.

Sami halk toplulukları ve özellikle Arablar olarak demokrasi ve hak mücadelesinin her alanında var olduğumuz savını savunmak tek kelimeyle zül olarak addettiğim için üzerinde durmayacağım çünkü gerçekten mücadele içinde emeği olanlar onlara demokrasi ve hak mücadelesinde yol arkadaşlığı etmiş olan Arab-Arami kökenli arkadaşlarımızın katkılarını çok iyi bilirler. Geri kalan toplum mühendislerine ve miras yedilere ise ne söylesek anlamı olmayacak. Onlara sadece yaşadıkları şehirlerin kuruluş tarihini okuyarak kimler tarafından kurulduğunu hatırlatmak istiyorum.

Unutulmamalıdır ki, demokrasi ve hak mücadelesi kendine hak gördüğünü kendi dışındakilere de en önemlisi en zayıf olanında hakkı olduğunu benimseyebilme olgunluğunu gösterebilme ve onun uğruna mücadele edebilmektir. Tersi durum ise güçlünün hukukunu uygulama olur o zaten yıllardır uygulanıyor. Bu durum bana bir fıkrayı hatırlatıyor. Zenginin biri camiye dua etmeye gidiyor. Girişeceği büyük bir iş için Allahtan destek isteyecektir. Nafile namazını kılıp dua etme pozisyonu alınca yanında yoksulluğu her halinden belli olan birinin de dua etmeye hazırlandığını görünce telaşlanır. Yoksulun kulağına eğilerek benim çok önemli bir işim var onun için dua edeceğim sen sadaka için dua edeceksen ben sana bir sadaka vereyim dua edip meşguliyet yaratma der. Fıkradaki kısadan hisse Allah varsa herkes için zengini içinde fakiri içinde var olduğunu bilebilmektir.

Hak arama mücadelesini kendi tekelimizde görerek, bizim dışımızdakilerin her hak aramasını kendimize rakip görerek sindirmeye çalışmamız, mücadelemizi güçlendirmez tam aksine sadece mücadelemizin meşruiyetini zayıflatır. Hak varsa herkes için vardır. En önemlisi kendi dışımızdakilerin haklarını görebilmemiz bizim hak arama mücadelemizin meşruiyetinin temelini oluşturup güçlendirecektir.

Biz Arab –Aramiler olarak Beyt-Nahreyn’de binlerce yıl bu anlayışla komşumuzu kendimiz gibi severek medeniyetlere ışık tutan kadim Beyt-Nahreyn (Mezopotamya) medeniyetini kurduk. Beyt-nahrey’nin Sessiz çığlığının duyulması ve Komşumuzu kendimiz gibi sevmek dileğiyle.

 

Mim Yavuz Binbay

Arab-Arami Birliği

Linkler ;

http://www.siirtnews.com/haber-4720-beytnahreyn_mezopotamyanin_sessiz_cigligi.html

http://www.diyarbakiryenigun.com/beyt-nahreyn-mezopotamyanin-sessiz-cigligi.html

http://www.gelawej.eu/index.php?option=com_content&view=article&id=13262:beyt-nahreyn-mezopotamyanin-sessz-cilii&catid=170:konuk-yazarlar&Itemid=250