FIRSATLARI DEĞERLENDİRME VE FIRSATÇILIK – Mim Yavuz Binbay

portreBazı uygun koşulların oluşması sonucunda ortaya çıkan durumlara fırsat denir. Tabi ki fırsatın oluşmasına ve olumlu biçimde değerlendirilmesine diyecek bir şey yok ama fırsatın fırsatçılığa dönüştürülmesi olumsuz bir durumdur. Bilerek ve planlayarak bir kesime zarar vermek üzerine kurulmayan, koşulların gelişmesiyle, bileşenlerin, stratejik ve konvansiyonel durumun olgunlaşmasıyla mecrasında oluşan olumlu gelişmeler çerçevesinde olgunlaşmış ve değişimi zorlayan durumları fırsatın değerlendirilmesi olarak adlandırabiliriz.

Ancak, bu olağan konjektürel konsept içinde gelişen durumu bir kesimin iradesi dışında zararına yol açacak, zaafa düşürerek bu zaaflarından yararlanmak amacıyla planlanan provokasyonlarla besleyerek olgunlaştırılan duruma bazı yan aktörleri de katarak fırsat devşirmeye ise kısaca fırsatçılık diyebiliriz. (Kenan Evren darbecisi 12 Eylül darbesini böyle olgunlaştırmıştı)

Fırsatçılığın kurgusunu genellikle zayıf unsurların zaaflarından yararlanan, denetim altında tutmak için bu zaafların devamını sağlamak ve derinleştirmek amacıyla türlü oyanlar kuran siyasal ve ekonomik terminolojide güçlüler olarak adlandırılan emperyalist güçlerdir.

Hafızamızı yokladığımızda bu tür oyunların daha öncede birinci ve ikinci dünya savaşları olarak tarihe geçen katliam süreçlerinde de sahnelendiğini kolaylıkla tespit edebiliriz. Tarihe baktığımızda bu dönemlerde anlamsız duran realiteye ve sosyolojik yapıya uymayan iki önemli olgunun gerçekleştirildiğini ve bu iki önemli olgunun bu günkü sorunları tetikleyerek kotardığını rahatlıkla görebiliriz. 1- etnik – sosyolojik – tarihsel gerçekleri göz önüne almadan, sadece küçük parçalara ayırmayı amaç edinen cetvelle çizilen sınırlar 2- Tarihsel ve sosyolojik yapıya uymayan yönetimler.

Birinci dünya savaşında 500 yıllık sömürgecilikten bitap düşmüş mazlum Arap halkları sömürgecilikten kurtarılma adı altında bu oyunun kurulmasında önemli bir argüman olarak kullanılmıştır. Mazlum Arap halklarının bağımsızlık mücadelesi ve talepleri vitrine konmuştur.

Emperyalist güçler O gün cetvelle çizdiği sınırlarla aslında bugünkü oyunun kurulmasının temelini hazırlamıştır. Çünkü o gün çizilen sınırların tümü tarihsel realiteler göz önüne alınmadan ihtilaflarla doldurularak bugünkü ihtilafların ön koşullarını oluşturmuşlardır. En bariz örnekleri, Beyt-Nahreyn (Mezopotamya) coğrafyasının bütünsellik arz eden etnik-kültürel-tarihsel yapısı göz önüne alınmadan dört parçaya bölerek Kürtler, Araplar ve Süryanilerinde sorununu bu güne taşımıştır. Körfez ülkelerinde, Libya’da, Sudan da, Mağrip ülkelerinde de aynı uygulamalar yapılmıştır.

İhtilafları bir yüzyıl sonraya taşıyacak bu sınırlara gene ihtilaflı yöneticiler atamıştır. İhtilaflı olarak oluşturduğu devletlerden Arabistan’a Katar kökenli Suud ailesini ve Irak, Ürdün gibi birçok Arap devleti yönetimine gene katar kökenli aileleri getirmiştir. Katar bölgesinin kabileleri emperyalistlere biat etmiş ve tarih boyunca Arap tarihinde olumsuz bir rol oynamış ve Arap halklarınca çok benimsenmeyen bir karaktere sahiptir. Emperyalistler bu durumu çok iyi kullanmış ve hala etkili bir biçimde kullanmaya devam ettiklerini gözlemlemekteyiz.

Fırsatçının oyununa gelen yan unsurlar fırsatçılıktan verilen kırıntılarla gözleri kararır ve siyasal körlükle oyun kurucusunun oyununda yem olurlar. Onlar emperyalist oyun kurucular için sadece ayrıntılardır.

 

Bu gün bu bölgelere baktığımızda o dönemde kurulan oyunun devamını seyrediyor gibiyiz. Geçen yüzyıllık süreçte bu bölgede istikrar hiçbir zaman sağlanamadı. O dönemde ve bu dönemde kurulan fırsatçılık oyunlarıyla istikrarsızlaştırılan hiçbir ülkede demokratik gelişmeler olmadığı gibi tam tersine bir kaosa sürüklenmiş durumda. Bu oyunlara işbirlikçi veya kırıntılardan yararlanan fırsatçıların hiçbiri gerçek bir iktidar kuramadı ve akıbetleri pek parlak olmadı. Ya yeni bir darbeyle devrildiler veya yeni bir oyunun kurbanı oldular. Bunları sıralayacak olursak;

Afganistan’da Sovyetik rejimin son dönemlerinde kurulan oyun ABD tarafından devam ettirilerek Ortadoğu’ya taşınan planın sonucu ortada, her gün onlarca insan ölüyor, kadınlar taşlanıyor, uyuşturucu trafiği belirli çevrelerin denetiminde tam hız devam ediyor, hala bir mekanizmadan bahsetmek bile mümkün görülmemektedir.

Irak, Katar kökenli Kral Hasan, darbeci General Ebubekir, Saddam diktatörü hepsi yaşanan büyük acıların, katliamların sonucunda devrildi. Ancak yerine kurulan rejim Saddam’ı ve diğerlerini aratmadığı gibi demokrasiyi ve ekonomiyi 100 yıl geri götürdüğü gibi hala bir istikrar gözükmediği gibi mezhep ve etnik çatışmalarla boğuşmakta ve yakın bir gelecekte de durulacağa benzemiyor. Ama net olarak ABD, petrolü Kürtler mi, Araplar mı ihraç edeceğine bakmadan savaş tazminatı olarak Irak petrollerinin %65’ine el koymuş durumda. Yani bu durumda Kürtlerde, Araplarda, Sünnilerde, Şiilerde Suudi Arabistan’da ve körfez ülkelerinde olduğu gibi ABD’nin tahsildarı haline gelmiş durumdalar. Bağımsız insan hakları kurumlarınca Saddam rejiminin sona ermesinden bu yana iki buçuk milyon Iraklının hayatını kaybettiği, milyonlarcasının ağır işkencelere maruz kaldığını ve yüz binlercesinin göç ettiğini belirtmektedir. Son olarak ülkeyi yeni bölünmelere taşıyacak yeni bir kurgunu kurulduğu ve bu kurguya büyük acılar yaşamış aktörlerinde dahil edilmiş olduğu gözlemleniyor. Oltaya çok cazip teklifler takılmış ama tarihsel etnik yapının ışığında dikkatlice bakılabildiğinde aslında ciddi ihtilafların sorumluluklarını bu cazip tekliflere kamufle edilerek bölge halkları arasında bir yüzyıl daha sürecek ihtilafların tohumları ekiliyor.

Libya’da kral İdris’i bir askeri darbeyle deviren Kaddafi de Suudi Arabistan, Katar, Türkiye, Fransa, ABD ve müttefiklerince devrildi yerine kabileler ve etnik bir savaş başladı ve ne zaman biteceği konusunda kimse bir tahminde bulunamamaktadır ancak net olarak Fransa Libya petrolünün %35’ine el koydu.

Fas, Tunus, Cezayir, Yemen’de sular durulmuyor. Sudan, Mali ve birçok bölge ülkesinde durum farklı değil.

Son olarak Suriye ve Mısır; Suriye’de 30 yıldan fazla süren bir diktatoryal rejimden sonra demokratik açılımlar yapmaya başlayan bir rejime gene Suudi Arabistan, Katar, Türkiye, Fransa, ABD ve müttefiklerince neden ithal radikal gruplar kullanılarak müdahale edildi? Bir anda reformcu bir iktidar katliamcı ilan edilerek ülke iç savaşa sürüklenerek yerle bir edildi? Orada desteklenen tüm dünyadan ithal edilen radikal dinci grupların demokratik mücadeleyle ve Suriye’yle ne alakası var? Rejim yıkıldığında yerine kurulacak rejimin nasıl bir rejim olacağını bilen veya tarif edebilecek bir çevre var mı? Bu gün din adamlarının bile kollarını ayaklarını ve kafalarını kesen (sivillerin maruz kaldığı vahşet boyutundaki uygulamalar buraya sığdırılamaz) muhalif grupların yapısına bakılarak demokratik bir rejimin kurulma olasılığından bahsedebilecek bir tek insan var mı? Bu gruplardan kurulacak bir iktidarın 100 yıl önce bir katliamdan kaçan Ermeni ve Süryani halklarının 100 yıl sonra tekrar bir katliamla karşı karşıya kalmayacağını söyleyebilecek bir tek kişi var mı?

Durum ortadayken bu kökten dinci silahlı gruplar Suudi Arabistan, Katar, Türkiye, Fransa, ABD ve müttefiklerince bir yandan eleştirilip demokrasi havarisi rolünü oynarken diğer yandan neden hala muhalifler olarak adlandırılıp destekleniyor?

Savaşın yıkımı bölge ülkelerini bu yıkımı bir yüzyıl onaramayacağı bir harabeye çevirmiş durumda. Savaşın barbarlığından kaçıp bölge ülkelerine sığınan milyonlarca sığınmacının koşulları ise tam bir trajedi.

Bu halkların dinamikleri bir yandan İŞİD, El Nusra ve yüzlerce türeviyle uğraşarak potansiyellerini tüketirken, oyun kurucular kullanacakları aktörlerinin iştahlarını kabartarak oyunlarını kuruyorlar. Bu oyun hiçbir tarihsel sorunun çözümünü içermediği gibi, bölge halklarını birbirlerine yakınlaştıran, birlikte yaşama koşullarını esas alan bir anlayışı esas alması gerekirken tam tersine bölgeyi istikrarsızlaştırarak, bölge halklarını birbirine düşman ederek katliamlar yüzyılı kurgusu üzerine kurulmuş gözüküyor.  İŞİD ve türevleri ABD ve müttefiklerinin laboratuvarında bölge ülkelerine enfekte etmek için üretilen bir laboratuvar virüsüdür.

Bölge halkları bunu iyi kavramalı ki hiçbirinin yıkımı diğerinin kurtuluşu değildir. Hiçbirinin zararı diğerinin yararına değildir. Bölge halkları binlerce yıldır beraber yaşıyorlar binlerce yıl daha beraber yaşamak zorundalar çünkü bu coğrafya onların. Ama güçlü oyun kurucular, coğrafyamız tam harabeye dönünceye ve tüm dinamikler tükenince, boğazımıza kadar sorunlara katliamlar gibi insanlık suçu sabıkalarına ve ekonomik darboğaza batınca daha önce olduğu gibi onlar bizi dizayn edip çekilecekler ama tüm dinamiklerimizi kendilerine bağlayarak dolayısıyla tüm zenginliklerimizde! Aslında her zaman olduğu gibi kurgunun asıl amacı bu! Bir güce biat etmek özgürlük değildir. Özgürlük özgünlükle yaşayabilmektir.

Bizler bölge halklarının dinamikleri olarak halklarımızın yüzyılını daha karartacak bu kurgulara destek verip işbirliği yapıp suça ortak olmayalım. İnanın ki, onlarsız var olan sorunlarımızı daha iyi çözebiliriz. Buna gücümüz var buna inanıyorum. Yeter ki salladıkları oltadaki yemin fırsatçılığına kapılmayalım. Aynı gemide olduğumuzu unutmayalım.

Son olarak; Medya ve politikacılara, sınırın her iki tarafında da Arap, Kürt, Süryani, Ermeni, Alevi, Sünni, Nusayri, Hristiyan, Marunî olduğunu hatırlatır. Yazılarında ve açıklamalarında bir tarafı tutarken diğerlerini karşısına alarak rencide edecek, hedef gösterecek, rahatsız edecek söylemlerden ve belirlemelerden kaçınmaları gerekir.

Mim Yavuz Binbay

http://www.diyarbakiryenigun.com/firsatlari-degerlendirme-ve-firsatcilik.html

http://www.kurdistan-aktuel.org/firsatlar-makale,319.html

http://www.mardiniletisimgazetesi.com.tr/Mim-Yavuz-Binbay-Firsatlari-Degerlendirme-Ve-Firsatcilik-yazisi-255/

http://www.gelawej.net/index.php/yazarlar/157-konuk-yazar/734-firsatlari-de%C4%9Ferlendirme-ve-firsat%C3%A7ilik