Yer adlarının Türkleştirilmesi (1) – Attila Tuygan

Yer adları bir toplumun sosyal/kültürel yapısı ve kullanıldıkları yerin tarihsel geçmişi ve coğrafik özellikleri hakkında önemli ipuçları taşır ve toplumun coğrafik mekânla bütünleşmesinin göstergesidir. Sıradan sözcükler değildir yer adları. Taşıdıkları anlam çözüldükçe bölgenin toprak ve bitki örtüsü, hayvan türleri ve doğal kaynaklarının yanı sıra oraya yerleşmiş insanlara, halklara, yaşanmış tarihî olaylara ait bilgilere ulaşmak mümkün olabilir. İşte, yer adlarının tarihsel ve siyasal öneme sahip olduğunun idrakinde olan Osmanlı İmparatorluğu’nun ve Türkiye Cumhuriyeti’nin yöneticileri de, bir coğrafyanın oraya yerleşen halklar tarafından ‘vatanlaştırılmasının’ en önemli göstergesini oluşturduğu düşüncesiyle yer adlarını değiştirmek,  anlamlarını saptırmak, çarpıtmak ve ‘kendilerine mal etmek’ üzere ellerinden geleni yapmışlardır. Ancak konulan adların, verildikleri yerlerin tarihsel derinliğine göre hayli eğreti durduğunu söyleyebiliriz.

Bu girişten sonra, son dönemlerde bu konuda bir şeyler yazıp çizen hemen herkesin örnek verdiği bir olayı hatırlatmak istiyorum. Çünkü yer adları konusu, gerçekten de, Cumhurbaşkanı Gül’ün birkaç yıl önce Ermeni şehri Bitlis’e yaptığı yolculuk sırasında Güroymak ilçesinden geçerken gerçekleşen tören sırasında ilçenin eski adının “Norşin” olduğunu söylemesiyle alevlenmişti. Gül bu adın Kürtçeden geldiğini düşünüyordu aslında ve son dönemlerdeki ‘Kürt açılımına’ katkı olsun diye söylemişti muhtemelen. Ulusalcı/milliyetçi cepheyse bu adın “Nurun doğduğu, yeşerdiği yer” anlamındaki “Nurşin”den geldiğini iddia etmişti. Ancak her iki taraf da yanılıyordu, çünkü bu durum, Ermeni yer adlarının Türkleştirilmesi ve Kürtleştirilmesi biçimindeki geleneksel politikaların bir uzantısıydı aslında. Norşin Ermenicede “yeni bir yerleşim (yeri)” anlamına gelen “Nor” ile “şen/şin” bileşenlerinden oluşur. Ayrıca biçimlendirme kalıbı itibariyle de kesin olarak Ermenicedir, tıpkı Noraşen, Patişen, Mardunaşen, Hamşen/Hemşin (Kurucusu Hamam Amaduni’nin adından gelen Hamamaşen’den) gibi “şen/şin” bileşenli tüm yer adlarının olduğu gibi.

Gül’ün konuşması her türden milliyetçi çevreleri kızdırmıştı dedim zaten; siyasî partiler arasında da çeşitli tartışmalara yol açmıştı. Özellikle MHP lideri Gül’ü ağır eleştiriyordu. Başbakan Erdoğan da Bahçeli’ye, Ermenice olan Manazgerd örneğini vererek cevap vermişti: “Alpaslan 1071’de Malazgirt’te kazandığı zaferle Anadolu’nun kapılarını açtı ama Malazgirt ismine dokunmadı. Siz Alpaslan’dan daha mı milliyetçisiniz? Malazgirt Ermenice bir kelime…”  Başbakanın bu itirafının sıkıntılı bir durumdan sıyrılma ve ne kadar demokrat ve açık fikirli olduklarını gösterme çabalarından doğduğunu düşünebiliriz. Kürtlerin olası toprak taleplerinin önüne geçmek için de dillendirmiş olabilir.

Konuya dönecek olursak, yer adlarının stratejik öneminin farkında olan ve onların tarihsel bilgi taşıyıcıları olduğu bilinciyle hareket eden İmparatorluk ve Cumhuriyet dönemi yöneticileri bu adların etimolojik kökenlerini saptırmak veya en azından kendilerine mal etmek üzere birtakım uygulamalara girişmişlerdir. Hamşen (Hemşin) Mikro Yer İsimleri adlı kitabın da yazarı olan Erivan Üniversitesi profesörlerinden Lusine Sahakyan’ın işaret ettiği gibi, 11.-15. yüzyıllarda Ermenistan’ın çeşitli bölgelerinde yerleşik Türk aşiretleri ve daha sonra da Osmanlı otoriteleri, orijinal Ermeni yer adlarını çeşitli yollarla değiştirmişlerdi. Örneğin, “armutluk” anlamına gelen Dantsut’u Armutlu’ya; kırmızı anlamına gelen “karmir” kelimesinden gelen Karmrik’i Kızılca’ya dönüştürürken yaptıkları gibi anlamları Türkçeleştirmişlerdi. Ayrıca, yerel lehçenin etkisiyle orijinal biçiminden az da olsa uzaklaşmış bazı Ermenice yer adları Türkî köklü ve sesletimli bir kelimeymiş gibi muameleye tabi tutulmuştu: “kökler” demek olan Armtik Armutlu’ya; “haç+yılan” bileşiminden oluşan Odzunkhach Uzunhaç’a; “kayalık köy” demek olan Karhatavan Karadivan’a; “cevizlik yer” demek olan Jeğopurkenc de Çopurgenç’e dönüştürülmüştü. Bir başka yaygın çarpıtma yöntemi de, etnik kökenlerinin unutulması amacıyla eski yerleşim birimlerine yeni adlar vermekti. İbadethanelere bile yeni adlar veriliyordu. Örneğin ünlü Ermeni manastırı Varagavank’a Yedikilise adı verilirken Ermeni Apostolik Kilisesi’nin en büyük ruhanî lideri Katolikos’un ikamet ettiği Kutsal Eçmiadzin ise Üçkilise’ye dönüştürülmüştü. Yine, Ermeni yer adlarına Türkçe etimolojik açıklamalar yapma çabaları da Türkçeye mal etme kampanyasının bir başka yöntemiydi. Bu yöntemin temelini, modern tarihçilerin hâlâ kaynak saydıkları 17. yüzyıl tarihçisi Evliya Çelebi’nin çalışmaları oluşturuyordu. Seyahatname’de, örneğin Bayburt için etimolojik olarak Türkçe zengin anlamında “bay” + “yurt” açıklaması getirilmektedir. Hâlbuki Bayburt, hem lehçeden gelen, hem de yabancı sözcük etkileri bağlamında sessel değişikliklerden geçmiş eski Ermenice yer adı olan Bayberd/Paypert veya Baberd/Papert’ten gelmektedir. Aslında bu adın bileşenleri Ermenice sığınak+kale’dir. Zamanında Ermenistan’ın her yerinde Amberd (Ampert=Sağlamkale), Kharberd (Xarpert=Taş(?)kale), Asdğaberd (Asdğapert=Yıldızkale) gibi “berd/pert”le biten yer adları vardı. Çelebi, orijinali Ermenice Corox/Çorokh olan Çoruh ırmağının adının kendisine göre “ruh ırmağı” demek olan “cuy-ı ruh”tan geldiğini de “keşfetmiştir”. Aslında “Corox”, baştaki “ts”nin ses yer değişimi yoluyla “c”ye dönüşmüş olduğu Ermenice “tsoril/dzoril” (akmak) fiilinden gelmektedir; bu ses değişimi Ermeni diline has bir olgudur. “Akn” adını bir Bizans prensesi olan “Egin”in adından türetir; ancak “Akn”ın, “kaynak” veya “göze” anlamına gelen Ermenice bir kelime olduğunu göz ardı eder. Yine, orijinal “Berdak/Pertag” (kalecik) kelimesinin lehçeden gelen bozulumu olan “Pertek” adında da, “kartal” kelimesinin Moğolcasını bulmaya uğraşır.

Evliya Çelebi’nin “düzeltmeleri” öyle masum etimolojik çabalar değildir, tam tersine yeni işgal edilmiş toprakları Osmanlılaştırmak gibi geniş kapsamlı amaçlara hizmet etmektedir. Fetihlerde de yer almış bir devlet adamı olarak etimolojik açıklamalarında, doğaldır ki, jeopolitik saikler egemendir.

Abdülhamit hükümeti de, Ermenistan adının yerine Kürdistan veya Anadolu gibi terimler kullanıyordu. 1880’den başlayarak resmî belgelerde Ermenistan adının kullanılması yasaklanmıştı. Çünkü Babıâli herkesi Ermeni Sorunu diye bir şey olmadığına inandırmak istiyordu. Eğer Ermenistan diye bir yer yoksa Ermeni Sorunu diye bir şey de olamazdı. Bu konuda İngiliz hayranı Sadrazam Kâmil Paşa’nın ortaya attığı çözme planı ünlüdür:

“Avrupa’da bağrımızda hainleri beslemişiz… Balkan halklarını… Aynısını Anadolu’da yapmamalıyız. Gelecekte bizim için aynı şekilde tehdit oluşturabilecek dış müdahalenin aleti olabilecek bütün bu unsurların icabına bakmalıyız. Bizler, tıpkı Britanya gibi sadece ‘Ermenistan’ kelimesini tanımamakla kalmayıp bu kelimeyi kullanmaya cüret eden tüm çeneleri de un ufak etmemiz lazım. Bu kutsal hedefimize ulaşmak için de Ermeni ulusunu yeryüzünden tamamen silmeliyiz.”

Osmanlı otoriteleri kastî çarpıtmalar yaparak Ermenice ve Rumca yer adlarını Türk veya Kürt kökene bağlamaya çalışıyorlardı. Bu aşamada Kürt etnik faktörünü kullanıyorlardı, çünkü Kürtler henüz İmparatorluk için tehdit oluşturmuyorlardı. Kürtlerin dinî bağnazlıklarından yararlanan Abdülhamit 1890’larda birtakım Kürt çetelerden ve Türk subaylarından oluşan Hamidiye alayları vasıtasıyla Ermeni katliamlarını organize etmiştir. Onun döneminde bütün Türk ve Kürt yerleşim birimlerine, göçebe aşiretlerin veya Hamidiye, Reşidiye, Aziziye, Mahmudiye gibisinden çeşitli padişahların adları olan yeni adlar veriliyordu. İttihatçı rejim de aynı politikanın takipçisi olmuştur. İttihatçı hükümet “gayrimüslim” yer adlarının değiştirilmesi konusuna büyük önem atfetmiştir. Pek çok yer adını değiştirmişler; bazılarında padişahların adlarını, bazılarında da Enveriye, Şevketiye, Mahmutpaşa gibi kendi adlarını kullanmışlardır. 13 Mayıs 1913 tarihli “İskân-ı Muhacirin Nizamnamesi” bu Türkleştirme politikasının sacayağıdır. İttihatçıların ad değiştirme çabalarının altında Balkan Savaşları’nın sonucunda gündeme gelen iskân politikasının payı büyüktür. Yer adlarının Türkçeleştirilmesiyle gayrimüslimlerden boşaltılan yerlere Müslümanların yerleştirilmesi paralellik gösterir. Bir sonraki adım da 5 Ocak 1916 tarihinde Harbiye Nazırı Enver Paşa tarafından atılmıştır. Enver’in Türk askerî-siyasî otoritelere gönderilen ve “Memalik-i Osmaniyyede Ermenice, Rumca ve Bulgarca, hâsılı İslam olmayan milletler lisanıyla yadedilen vilayet, sancak, kasaba, köy, dağ, nehir, bilcümle isimlerin Türkçeye tahvili mukarrerdir. Şu müsaid zamanımızdan süratle istifade edilerek bu maksadın fiile konması hususunda himmetinizi rica ederim.” diye başlayan ve biraz daha sadeleştirirsek “Anavatanımızın çeşitli bölgelerindeki okullarda görev yapan öğretmenler öğrencilerine bulundukları yörenin şanlı geçmişine, iklim, mahsul, ticaret ve kültürünü anlatmak için uygun konular bulabilmelidirler. Bir de ahalinin ağzına yerleşmiş adların yerine birdenbire hiç de uygun olmayan adların getirilmesinin çeşitli karışıklıklara ve halkın eski adları kullanmaya devam etmesine yol açacağı unutulmamalıdır. Bundan dolayı, yeni adlar o bölge halkının kabiliyet ve alışkanlıkları göz önünde bulundurularak belirlenmelidir. Bu esas dahilinde ad bulunması mümkün olmazsa, eski adların köklerini korumak için, örneğin Ereğli’ye ‘Erikli’ veya ‘Eraklı’, Gelibolu’ya ‘Velibolu’ denilebilir.” diye devam eden emirnamesi Osmanlı’daki Ermeni, Rum, Bulgar, Laz ve Gürcü, hatta Türk olmayan Müslüman kavimlere ait tüm yer adlarının Türkçe adlarla değiştirilmesini emrediyordu.

Savaş sırasında ilk olarak Türkçeye dönüştürülenler Ermenice, Rumca ve Aramice yer adlarıydı. Birkaç örnek verebiliriz: Bursa’da, Antranos Orhaneli’ne dönüştürülmüş, Mixalıç’in adı Karacabey olmuş; Çorum’daki Dimitre köyünü Turan; Hemşin’deki Elihovit’i  Yokuşyayla ve Senoz Mesaxor’u da Kaptanpaşa yapmışlardır; Bayburt’ta da, Arüdzga Gökpınar’la, Aşudka Güvercindere’yle ve Balaxor da Akşar’la değiştirilmiştir.

Not: Bu yazı Gelawej gazetesinden alınmıştır.