BEYT-NAHREYN ARAP TARİHİ 1. Bölüm – Derleyen : Mim Yavuz Binbay

portre

  • Beyt Nahreyn’de tarihsel başlangıç

İnsanlık tarihi birçok başlangıç ve son dönemeçlerden bahsetmektedir. Bizim medeniyetimizin başlangıcı olan Cro-Magnon mağaralarında bulunan bulgulara dayanır. Homo-sapiens’in kollarının alt gruplarından biri olarak kabul edilen günümüz medeniyetinin başlangıcı son buzul çağıyla bağlantılı olduğu kabul edilir. Son buzul çağı m.ö 12’000 yıllarında son buldu. Buzul çağının sona ermesinden sonra tarıma ve insan yaşamına en elverişli koşullar öncelikle Ortadoğu coğrafyasında oluşmuştur. Bu coğrafya Akdeniz’den başlayarak Basra körfezine kadar uzanan bereketli bir hilal oluşmuştur. Bu bereketli hilalin merkezini, Beyt-Nahreyn’in ( Mezopotamya) bereketi simgeleyen nehirlere ev sahipliği yapan toprakları oluşturmaktadır.

Mezopotamya, ilk yerleşim koşullarına uygun coğrafi bölgelerinden biridir. Mezopotamya coğrafi olarak Fırat (Efrat) ve Dicle’nin (Deklaht) sınırlarını çizdiği, doğuda Zagroslara, kuzeyde Ermenistan’a, batıda Akdeniz’e ve güneyde Basra körfezine kadar uzanır.

Mezopotamya’nın ismi Helenler bu coğrafyaya gelene m.ö 300 yıllarına kadar yurtluk ettiği birçok devlet ve halk gruplarının isimleriyle anılmış olsa da coğrafi olarak Arapça ve Süryanice nehirlerin evi anlamına gelen Beyt-Nahreyn/Beyt-Nahrin olarak kullanılmıştır. Helenler Fırat ve Dicle arasında kalan bu coğrafyaya Helence iki nehrin evi anlamına gelen Mezo-potamya adını vermiştir.

m.ö 35’000 yıllarından itibaren bu coğrafyadaki mağaralarda insan yaşamının izleri tespit edilmiştir. Bu izler bu günkü modern yaşamın temellerini teşkil etmiştir. M.ö 25’000-10’000 yılları arasında insanların bu coğrafyanın geneline küçük avcı, toplayıcı gruplar halinde dağıldıkları gözlemlenmektedir. Buzul çağının sona ermesinden sonra iklimde meydana gelen bitkilerin yetişmesine ve çeşitlilik göstererek gelişmesine elverişli olumlu değişimler sonucunda insanlar ovalara bitki çeşitliliğinin onlara yiyecek sunacak elverişli bölgelere yerleştiklerini gözlemlemekteyiz. Mezopotamya’da bu elverişli koşullar çok erken dönemlere tekabül ederek ilk insan topluluklarının bu bölgeye toplanması koşullarını sunmuştur. Bu durum hayvanlarla göç yollarında dolaşan insanların yerleşik topluluklara dönüşme yolunu açmıştır. Bunun etkisiyle bitkilerden daha fazla yararlanabilmeyi sağlayacak toprağı işleyecek, kalıcı barınak yapımını sağlayacak el aletleri de bu etkilerin sonucunda gelişme gösterdi. Bu gelişmeler ilk yerleşik çiftçi topluluklarının oluşumunun koşullarını oluşturdu. Yaşamlarını bir yıl boyunca devam edebilecekleri koşullar oluştuğunda artık göç etme yerine bulundukları bölgelerde ev yaparak göçebe ve yarı-göçebe yaşam koşullarından yerleşik koşullara geçildi. Böylece ilk kez Beyt-Nahreyn (Mezopotamya), Anadolu ve Filistin’de yerleşik yaşam kültürünün temelleri atıldı.

m.ö 12’000-8’000 mezolitik dönemde göçebe yaşam tarzındaki yaşam, Akdeniz’den yukarı Mezopotamya’ya ve oradan Basra körfezine kadar uzanan coğrafyada hazır bulunan yabani tahıllar toplanarak, hayvanlar avlanarak göçebe ve yarı-göçebe biçiminde sürdüğü gözlemlenmiştir. Bu değişimle birlikte, gezici gruplar birleşerek geçici kültürel topluluklar oluşturdular. Bu bölgelerde mezolitik döneme ait kültür izlerine rastlamaktayız. Bu izlerden biriside Akdeniz kıyısında m.ö 10’500 yıllarında ortaya çıkan NATUF kültürüdür.

1- NATUF Kültürü

Akdeniz’in doğu kıyıları boyunca gelişen Natuf kültürü, İsrail’den Toroslara kadar uzanmış ve en çok Eriha, El Wa’d ve Ayn Mallaha da gelişmiştir. Bu kültürün gözlemlenen tipik özellikleri, etrafı taşlarla çevrili dairesel kulübelerden oluşan prototip köylerden oluşan topluluklar olmalarıdır. Natuf kültürü döneminde burada yaşayan topluluklar toplanan yabani tahılları biçmek ve ezmek için taşlardan yaptıkları aletleri kullanmışlardır.

En önemli aletlerden biride, bitkileri biçmek için çakmak taşından kenarları yontulmuş bıçaklardır. Bu dönemde topluluk içindeki ilişkiler, hiyerarşik bir yapıya dönüştüğü gözlemlenmiştir. Bu dönemin yiyeceklerinin büyük bir bölümünü yabani bitkiler oluştururken, bunun yansıra avcılıkla elde ettikleri etsel besin maddelerini de kullanmış ve depolamışlardır. Yine bu dönemde prototip ticaretin ilk ilişkilerini gözlemlemekteyiz. Taştan oymacılıkla elde ettikleri çanak çeşitleri ile denizden topladıkları kabuklarını kendi aralarında takas ederken, gene aynı metaları değişik bölgelerle ihtiyaç duydukları eşyalarla takas etmişlerdir. Bu takas yolu Anadolu’ya, Sina’ya ve Kızıldeniz’e kadar uzanmaktaydı.

2- Tarım kültürü

m.ö 11’000-9’500 arasında Fırat nehrinin kıyısında Halep şehrinin doğusunda bulunan Abu Hureyra’da avcı ve toplayıcı bir topluluk tarafından kurulmuş bir yerleşim birimi bulundu.

Abu Hureyra ve yakınındaki Mureybet’te m.ö 9’000 yıllarında büyük bir tarım bölgesi oluşmuştur. Bu dönemde tahıl ürünleri arasındaki fark keşfedilerek, daha önce bilinen 157 bitki çeşidinden sadece iki çeşit buğday, arpa, nohut ve mercimek vb. tahılları kullanmaya ve yetiştirmeye başlamışlardır. Bu topluluk dünyanın en eski çiftçi topluluğu olarak kabul edilmektedir.

O döneme kadar et ihtiyaçlarını sadece avcılıkla temin eden Abu Hureyra’lilar keçi ve koyunu evcilleştirerek et ihtiyaçlarını av dışı bir kaynaktan sağlayarak hayvancılık yapmaya başlamışlardır.

Bu çiftçi ve hayvancı topluluğu barınma ve mimaride de gelişmeler kaydetmiştir. Evlerini, kerpiçten dikdörtgen biçiminde yapmış, içini de tek bölüm olarak değil odalara ayırmış, evlerinin arasında da insanların ve hayvanların geçebileceği sokaklar şeklinde inşa etmişlerdi.

Neolitik dönemde değişen koşulların sonuçlarının dayatmasıyla, evcilleştirilen hayvan sayısının çoğalması ve yetersiz kalan hazır yabani tahıllar yerine yerleşik tarıma geçilme zorunluluğu doğdu. Yerleşik yaşam beraberinde kalıcı barınakların ve göçlerle taşınamayacak miktarda artan ürünlerin depolanması için kalıcı depoların yapılması zorunluluğunu yarattı.

İhtiyaçlarını gidermenin yansıra takasta kullanabilecekleri daha fazla çanak çömlek üretmek ihtiyacı doğdu. Bu dönemde hem tarımda hem de çanak çömlek yapımında ve hayvancılık ürünlerinde kullanmak amacıyla birçok yeni alet geliştirip kullandılar. Mezopotamya kültürünün temelleri bu dönemde atılmış ve yaygınlaşmıştır. Bu dönemde ortaya çıkan ilk kültürel yapının Hassuna kültürü olduğunu söyleyebiliriz.

a-      Hassuna kültürü

Hassuna kültürü Mezopotamya’daki erken neolitik dönemin ilk aşaması olarak kabul edilmektedir. Bu kültür adını bulunduğu yerin adından Tel Hassuna’dan almaktadır.  Tel Hassuna Dicle nehrinin batısında Musul şehrinin 30 km güneyindedir. Bu kültürün merkezi bu günkü Mardin, Siirt ve Diyarbakır bölgesidir. Hassuna kültürünün belirleyici özellikleri taş aletleri ve basit işlenmiş çömlekleridir. Hassuna topluluğu ilk dönemde yarı göçebeydiler, ilkel bir tarım sistemine sahip olup, yerleşik tarzda yaşıyor ve topladıkları tahılları çömleklerde saklıyorlardı.

Hassuna topluluğunun kullandıkları evlerden hiçbir iz kalmadı. Birkaç kuşak sonra geliştirdikleri tarım aletleri sayesinde göçebeliği bırakıp yerleşik yaşama geçtiler ve ilk köy yaşamına başladılar.

Bina yapımında kullandıkları tekniği ihtiyaçlarına göre gün geçtikçe geliştirdiler. Yaptıkları evler dikdörtgen şeklinde olup, duvarları samanlı çamurdan yapılmaktaydı. Her evin 6-7 çıkış yeri vardı. Artan buğdaylarını yer altında yaptıkları ambarlarda saklamaktaydılar. Bu evlerde ekmek yapmak için tandırlarda bulunmaktaydı. Ev yapma sanatı ilerledikçe paralel olarak çömlek yapma sanatında da ilerleme kaydedilmiş ve daha ince stillerde işlenmeye başlanmıştır. Daha önceleri çömlekler parlatılarak basit motiflerle işlenmekteydi. Hassuna kültürünün son dönemlerinde çömleklerdeki motifler artmış, birçok bitki ve hayvan figürleriyle estetik açıdan da zenginleştirilmiştir.

b-     Samarra kültürü

Samarra kültürü erken neolitik dönemin ikinci aşamasında ortaya çıkmıştır. İsmini bulunduğu yer olan Bağdat’ın kuzeyindeki Samarra şehrinden almaktadır. Bu kültüre ait bulunan ince işlenmiş ve boyanmış çömlekler Hassuna kültürünün son döneminde yapılanlara benzemektedir. Samarra kültürünü Hassuna kültüründen ayıran temel özelliği ekonomik yapısıdır. Samarra kültürünün yerleşik alanları Hassuna kültürünün tersine, yağmur sularıyla yetişen tarım alanının güneyinde yani dışında kalmaktadır. Bu yüzden bu kültürün merkezlerinden olan Tel Savan ve çoğa Mami’de sulama kanalları açılarak sulu tarıma geçildi. Tel Savan’da tarım sezonu, nehirlerin taşmasına gere ayarlanıyordu. Köyleri yaklaşık 5 hektar büyüklüğündeydi. Samarra kültüründe özel mülkiyetin başladığı, bulunan mühürlerden anlaşılmaktadır. Zanaatçılık geliştiği için çömleklere markalar takılıyordu.

Samarra kültüründeki refah, insanları üretim dışına çıkaran bazı sanatsal alanlarla uğraşmasına zemin hazırladı. Örneğin, Tel Savan’da çok güzel motiflerle işlenmiş aletler işleniyor, albasttan (bir çeşit mermer) kadın heykelleri yapılıyordu. Hassana ve devamı olan Samarra kültürlerinde elde edilen buğday, takas maddesi olmuştur. Buralarda yetiştirilen buğday başka bölgelerde üretilen zanaat aletleriyle takas edilirdi. Örneği Van Gölü’nün yakınlarından getirilen lav camından çeşitli aletler yapmışlardır. İran’dan da göz boyalarında kullanılan malagit ve antimonyumun yanı sıra, zincir ve küpeler için değerli taslar getirilirdi. Basra körfezinden de deniz kabukları getirerek takılar yapılırdı.

c-      Tel Halef kültürü m.ö 5’500-4’300

Hassuna kültürünün temelleri üzerine yükselen Tel Halef kültürü ismini Rasulayn’da bulunan Tel Halef’ten almıştır. Bu kültür insanlığın gelişmesinde hız kazandırmıştır. Bu kültürün temel özelliği topluluğa ait olan insanların çalışkanlığı, yaratıcı karakteri ve kaydettikleri gelişmeleri bu özellikleriyle tüm alanlara yansıtmalarıydı. Bu özellikleri hızla gelişme göstermelerini kolaylaştırmıştır. Akdeniz’den Zagroslara kadar yayılmıştır. Tel Haleflilerin temel özelliklerinden biride barış içinde yaşayan çiftçi olmalarıydı.

Yerleşim yerleri basit köylerden oluşuyordu. Köylerin inşa tekniğinde de bir hayli ilerleme kaydetmişlerdi. Evleri kare şeklinde olup, aralarında sokaklar yaparak, geçişleri kolaylaştırmak amacıyla taşlar döşemişlerdi. Mezopotamya’da ilk olarak evlerin duvarları kurutulmuş çamur kerpiçlerden yapılmıştır.   Bu kültürde rastlanılan önemli bir bulguda içinde yaşamak amacıyla inşa edilmeyen, birçok odadan oluşan ve 5-10 metre uzunluğundaki büyük binalardı. Bu binalar büyük bir ihtimalle inşa edilmiş ilk tapınaklardı. Tel Halef kültüründe yapılan çanak ve çömlekler zengin motifler ve resimler, çiçek, memeli hayvanlar ve kuş figürleri ile işlenip süslenmişlerdir bu kalıntılar prehistorik Mezopotamya’da yapılan ve işlenilen en güzel örnekleri barındırmaktadır.

Bu döneme ait özel mülkiyeti belirleyen taştan yapılmış mühürlerin dışında, bakırda işlenmeye başlanmış ve ilk kez tarımda karasaban kullanılmıştır. Anaerkil dönemi temsil eden tanrıça heykellerinin yanı sıra, erkek gücünü temsil eden sembollere de rastlanmaktadır. Tel Halef’liler ticarette büyük bir başarı ve ilerleme göstererek Van Gölü, Malatya, Siirt ve Basra Körfezi’ne kadar ticaret alanlarını genişletmişler. Tel halef kültüründe gelişen refah seviyesi, bazı bireylerin güçlenmesine, topluluk içinde öne çıkmasına yol açmış ve güçlenen bireylerin diğerleri üzerine baskı kurmaya yol açmıştır. Bu durumdan etkilenen birçok insan, topluluklar halinde Beyt-Nahri’nin (Mezopotamya) kuzeyinden güneyindeki bataklık bölgelerine doğru göç etmek zorunda kalmışlardır.

d-     Tel Obeid kültürü ve Halk Topluluğu m.ö 5’000-3’750

Mezopotamya’nın kuzeyinden güneyine göç eden çiftçiler, burada değişik bir iklim ve coğrafyayla karşılaştılar. Basra körfezi yakınlarında, Fırat sularının oluşturduğu tarıma çok elverişli bir havzaya yerleştiler. Toprağın elverişliliğinin yansıra var olan sazlıklar, yılın büyük bir döneminde balık tutma olanakları tanıyordu. Bu olumlu koşullar, buraya gelen çiftçilerin yerleşme sürecini hızlandırdı. İlk olarak Tel Obeid’de izlerine rastlanan bu topluluğa Tel Obeid topluluğu da denilmektedir. Bu topluluk çok çalışkan, iyi çiftçi olmalarının yansıra su ve nehirlerle iç içe yaşamayı da öğrenmişlerdi. Tel obeid’liler balıkçılık yaparak, nehir kıyılarında hurma ağaçları yetiştirerek, kayıklar inşa edip geniş bir alana yerleştiler.

Fırat nehri havzasının güney bölümünde kurak bir iklim sürdüğünden, çiftçiler sulama yöntemine büyük önem vermiş ve geliştirmeye çalışmışlardı. Bu çabalarda buraya yerleşen ilk kolonistler ektikleri ekinlerden yılda birkaç kez ürün elde etmelerine olanak veriyordu.

Dicle ve Fırat nehirlerinin belirli dönemlerde sürekli şiddetli bir biçimde taşmaları ve bu taşmaların yerleşim alanlarına ve ekinlere büyük zararlar vermesi bile sağladığı verimlilik sebebiyle yerleşimcilerin bu havzaya yerleşmelerini engelleyemedi aksine daha da hızlandırdı. Nehir sularının belirli aralıklarla kısa süreli taşması yerleşimcileri bu taşmalara karşı alınacak önlemler konusunda önemli gelişmeler ortaya çıkaran çabalara sevk etti. Bu çabalar sonucunda; su kanalları, taşmaları kontrol edecek setler ve içme ve sulamada kullanılacak su rezervleri inşa ederek bu alanda büyük gelişmeler gösterdiler. Bu gelişmeler yapı tekniğinde de yeni teknikler kullanarak önemli gelişmeler kat etmelerini sağladı. Bu durumda hem fazla ürün almalarını hem de popülasyonun artmasına yol açtı. Artan popülasyon beraberinde sosyal-ekonomik ve siyasal yaşamı da buna uygun şekillendirdi. İlk değişik toplulukların birlikte kararlı bir biçimde yaşamasının yapısal temelleri oluştu.

Tel obeid topluluğu ilk evlerinin duvarlarını kumla karıştırılmış toprak ve damlarını sazlardan yapıyorlardı. Güney Mezopotamya’da inşaatlarda kullanılacak miktarda ve nitelikte fazla taş ocakları bulunmadığı için uygun topraktan çamur kurutularak ve ileri dönemlerde inşaat tekniklerini geliştirdikçe çamuru ısıtıp tuğlalar yaparak yapı inşasında kullandılar ve yerleşim alanlarını inşa ettiler. İnşaat, çiftçilik ve ekonomik refah geliştikçe yerleşim alanlarını da geliştirdiler. Topluluğun aile yapılanmasıyla başlayan sosyal yaşamı tarım, inşaat ve sosyal refahtaki gelişmelerde gösterdiği ilerlemeler sonucunda bölgeye akın eden yeni yerleşimcilerin artmasıyla, büyüyerek küçük köy topluluklarına dönüştü. Bu dönüşüm küçük köy toplulukları biçiminde örgütlenmiş Tel Obeid topluluğunu tarım, inşaat ve diğer alanlardaki üretim dallarında geliştirerek birbirini tamamlayan uğraşlara yönelterek birbirlerine daha sıkı bağlıyordu. Küçük köylerden oluşan bu topluluğun üretimde ve sosyal yaşamda birbirini tamamlayan uğraşlar sonucunda oluşan kararlı topluluklar her yeni gelişmede birbirlerine daha fazla bağlanmalarına daha fazla yerleşimci kabul etmelerine ve popülasyonlarının daha da aratmasına bunun sonucunda daha büyük köyler ve giderek şehirlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Köy topluluklarını ve şehir diyebileceğimiz daha büyük yerleşimlerde yaşayan toplulukları birbirine yakınlaştıran, aralarında daha kararlı birliğin oluşumunu sağlayan bir başka önemli faktörde dinsel inançlar ve bu inançlara ait inşa edilen tapınaklardı. Kuzeyden göç eden Tel Obeidliler güneye gelip yerleştiklerinde yeni yerleşim yerlerini koruyacak, onlara yol gösterecek, ürünlerini arttıracak inançlarının sahibi tanrılarını da yeni yaşamlarında yansıtacakları yontular yaptılar ve tapınma ritüelleri geliştirdiler. İlk dönemlerde bu yontuları evlerinde bulunduruyor ve ritüellerini evlerinde gerçekleştiriyorlardı. Daha sonraki dönemlerde popülasyonunda artması ve ritüellerin çeşitliliğinin artmasıyla bu ritüel çeşitliliğini birleştirip paylaşmak ve bu paylaşım sonucun oluşan kararlı birlikteliğin sonucunda tapınaklar inşa edildi. Kurdukları tapınakların boyutları ortalama dört metre uzunlukta olup, içinde sadece önünde ritüellerini gerçekleştirecekleri bir ibadet taşı ve adaklarını sunacakları bir kurban masası bulunuyordu. İleri dönemlerde bu tapınaklar köyün veya şehrin merkezi haline geldi. Aynı tapınağa bağlı köy veya şehirlerde yaşayanlar adak kurbanlarını bu tapınaklarda sunmaya başladı. Tel Obeid’lilerde insan kurbanı yoktur sadece hayvan, tahıl ve meyve ürünlerinin sunumu vardır. Yerleşim yerleri ve bunlara paralel olarak gelişen üretim ve nüfus arttıkça gelişen ve sayısı arttıkça aynı tanrıya ve aynı tapınağa bağlı olma olgusunun önemi de o oranda artmıştır. Tapınaklar, zamanla aynı inançlara inananları kendi aralarında köy veya şehirler birliğinin oluşumuna yönlendirmiştir. Böylece tapınaklar zamanla köyleri ve şehirleri kapsayacak bir dini merkez haline geldiler.

m.ö 4’000’li yillarda Ortadogu’da yayılarak gelişen Tel Obeid kültürü, Akdenizden Zagros dağları eteklerine, Basra Körfezinden Hazar Denizine kadar çok geniş bir coğrafyayı kapsamıştır. Tel Obeid halkı kendine özgü bir etnik kimlik, kültürel değerleri ve diliyle dünyada tanınan en eski kültürel topluluktur. Tel Obeid döneminde yazının bulunmamış ve doğal olarak yazıyla ifade edilmiş bir kalıt kalmadığı için ilk önceleri Tel Obeid topluluğunun hangi dili kullandığını tespit etmek mümkün olmamıştır. Ancak daha sonraki dönemlerde, Tel Obeid topluluğunun yaşadığı güney Mezopotamya’da aynı topraklar üzerine kurulan Sümer uygarlığının bıraktığı tabletlerden varılan sonuçlardan anlaşıldığına göre; idiklat (Dicle), Baranun ( Fırat) gibi nehir isimlerinin yansıra köy olarak Tel Obeidlilerin kurdukları Eridu, Ur, Lagas, Nippur ve kiş şehirlerinin isimlerinin Sümerce değil Tel Obeid dilinde olduğu tespit edilmiştir. Yine Sümerlilerin tarım ve hayvancılıkla ve diğer üretim alanlarında kullandıkları kelimelerin kökeni Tel Obeid diline dayanmaktadır.

Tel Obeid topluluğu coğrafyasında bu gelişmeler sonucunda artan refah ve sosyal gelişmeler onların bu bölgede tek halk olarak kalabilme koşullarını değiştirdi. M.ö 5’000 sonlarından itibaren iklim koşullarından kaynaklanan etkenler sebebiyle yaşam koşullarının ağırlaştığı Arap yarımadasından çıkarak Suriye çölünden geçerek gelen Sami kökenli göçebe toplulukları yaşadıkları coğrafyaya göre bolluk ve bereket vadeden bu coğrafyaya akın ettiler. Göç eden Sami topluluklarıyla, Tarım ve hayvancılık ve diğer üretim alanlarının yansıra sosyal yaşamda büyük ilerlemeler kaydeden bu refah toplumunu kuran Tel Obeid halkı sosyal ve kültürel alanlarda kaynaşarak yeni kültürel bir dönemin başlayıcının temellerini atmıştır. Bu gelişme sonucunda bu kaynaşma bu coğrafyada daha önce ortaya çıkmış bir çok kültürel topluluktan daha ileri ve üretken kararlı bir topluluğun oluşumu sonucunda yüksek bir medeniyetin oluşumunun temellerini atmıştır. Atılan bu temeller daha sonra ortaya çıkan tüm toplulukları etkileyerek bu günkü medeniyetin temelini oluşturmuştur.

  • Beyt Nahreyn Sami Toplulukları

Sami topluluklarının orta doğuya ne zaman ve nereden geldikleri hususunda net kayıt bulunamamaktadır. Bu durumda Sami topluluklarının bir yerlerden gelmediği ve burada var olduğu algısını güçlendirmektedir.

Sami toplulukları hakkında net kayıtların başlangıcında M.ö 4500 yıllarında Arabistan yarımadası ve Suriye çöllerinde bulundukları ile ilgili kayıtlar bulunmaktadır. Özgün dilleri ve kültürleri olan Sami topluluklarının yaşam biçimi yarı göçebe durumunu yansıtmaktaydı. Kabileler halinde hayvancılıkla uğraşarak, su Kaynaklarını takip ederek yaşamaktaydılar. Bulundukları bölgenin çöllerle yoğun olması sebebiyle küçük topluluklar halinde organize oldukları gözlemlenmektedir. Çölde dağılan bu küçük kabileler Akdeniz kıyısını Filistin ve Lübnan, Suriye ve Mezopotamya’nın yerleşilebilir koşullarını keşfetmeleriyle bu bölgeye hızla yayılmış ve yerleşmişlerdir. Bu dönem Mezopotamya’nın Samileşme süreci olarak değerlendirilmektedir.

Burada yaşayan küçük topluluklarla hızla kaynaşarak entegrasyon sağlanmış bu hızla iç içe geçmenin sonucunda ortak bir kültür sentezlenmiştir. Genelde evrimsel bir ivmede gerçekleşen bu yerleşimin yanı sıra, Mezopotamya’ya bazı dönemlerde dalgalar biçiminde de Sami kavimlerinin girişi olmuştur.

Sami kavimlerinin ilk büyük yayılma dalgası m.ö 4000 yıllarında Tel Obeid kültürünün doruk noktasını yaşadığı dönemlere rastlamaktadır. Suriye çölünden Fırat nehri havzasından geçerek Tel Obeid halkının bulunduğu Güney Mezopotamya’ya kadar uzanan Sami toplulukların bu yerleşimleri Mezopotamya’daki kültürel, sosyal ve siyasal etkilerini arttırdı. Çalışkanlıklarıyla tanınan Sami toplulukları bu özellikleriyle kısa sürede Tel Obeid halkını etkileyerek hızla kaynaşma sürecine girmiştir. Bu kaynaşma, oluşturulan kültürel medeniyetin temellerini güçlendirmekle kalmamış aynı zamanda hızla ilerlemesine ve güçlü bir medeniyetin inşasını da güçlendirmiştir. M.ö 4000’li yıllar sürecinde kuzey ve orta Mezopotamya’ya yerleşen Samiler yerleşik yaşamda, ziraatçilik ve hayvancılık alanında ciddi ilerlemeler kaydetmiştir.

İkinci büyük Sami toplulukları göç dalgası m.ö 3’000’li yıllara denk gelmektedir. Bu dönemlerde Samilerin yoğun yaşadıkları bölgeler gittikçe güneye doğru genişlemiştir. Bu süreçte Mezopotamya’nın güneyinde tarihin bilinen ilk devletleşme süreci gerçekleşiyordu. Tarihte Sümer uygarlığı olarak adlandırılan bu yerleşik kültürle iç içe geçen Sami toplulukları, bu uygarlıkla kaynaşmış ve kültürel etkileşimde bulunmuştur. Bilimsel verilerin paylaşımının yanı sıra askeri ve işgücü anlamında da önemli etkileşimlerin sonucunda bu uygarlığın hızla yayılmasına olumlu katkılar sunmuştur. Bu konuda yaşanan etkileşimlerden Tevrat ’tada söz edilmektedir. Tevrat’ta geçen bazı Sümer krallarının isimleri Sami kökenlidir. Bu veriler Sami topluluklarıyla Sümer uygarlığının ayrı durmadığını aksine bütünleşmiş olduğunu şüphe götürmez biçimde net olarak ortaya koymaktadır.

Yaşanan bu etkileşimlerin sonuçlarının yansımalarıyla gelişen sosyo-ekonomik koşullar Mezopotamya’nın merkezinde yaşayan Sami toplulukları ile Fırat ve Akdeniz arasında yaşayan Sami toplulukları birbirinden farklılaşmaya başladı. Güney Mezopotamya’daki olumlu yaşam koşulları kültür ve tekniğin daha hızlı ilerlemesi, yazının keşfedilmesi ve benzeri gelişmeler Doğu Sami toplulukları, Batı Sami topluluklarından daha hızlı ve gelişmiş bir kültürel farklılığın oluşmasını beraberinde getirmiştir.

Kültürel gelişimin farklılaşmasıyla dilde de zamanla farklılıkların oluştuğu gözlenmektedir. Ayni kökten gelen Sami dili o süreç için doğu ve bati Sami dilleri olarak değerlendirilmiştir.

M.ö 2350 sürecinde Sami kökenli büyük Sargon savaşlardan yorgun düşen Sümer şehirlerini tek tek ele geçirerek Sümer siyasal iktidarına son vererek Sümer- Sami kültürünün karışımından oluşan AKAD devletini kurdu. Bu dönem Mezopotamya’da 2500 yıl sürecek yeni bir kültürel sürecin, Sami kültürel sürecinin başlangıcıdır.

SUMER UYGARLIĞI

Mezopotamya’nın güneyine Eridu’nun en gelişmiş döneminde yeni bir topluluk yerleşti. Güney Mezopotamya’nın kültür seviyesinin yüksekliği bu topluluğun bu coğrafyaya yerleşiminde etken olan koşullar ve bu koşullara uygun geliştirdiği yasam biçimi en önemli etkenler arasında sayılabilir.

Sümerlilerin Beyt-Nahreyn’e nereden ve ne zaman geldikleri kesin olarak bilinememektedir. Ancak genel kabul gören görüş Sümerlilerin m.ö 3500-3200 döneminde yerleştikleridir. Sümerlilerin konuştukları dilin Hazar Denizinin güneyinde konuşulan bir dile yakın olması sebebiyle, tarihçilerin büyük bir kısmı Sümerlilerin Beyt-Nahrine bu bölgeden geldikleri ihtimalini varsayıyorlar. Ancak bu düşünce hala bir varsayım olup kesinleşmiş bir teori değildir. Sümerler, fiziksel yapı, ten rengi ve yapısı olarakta yerleşimlerinden önce bölgede bulunan yerli halktan farklıydılar.

Sümerliler, bölgeye yerleştiklerinde bölgenin gelişmişlik düzeyinden daha ileri bir teknik bilgiye sahiptiler. Sahip oldukları ileri teknik yöntemlerini kullanarak, kanal ve set yapımındaki ustalıklarıyla tarımda büyük ilerlemeler kaydettiler. Hayvancılık, ticaret ve deniz taşımacılığında uyguladıkları yöntemlerle yeni bir dönem başlattılar.

Gerek teknik ve bilgideki gelişmişlik düzeyleri gerekse yerli halkla uyum politikaları kısa sürede yerleşik halkla güçlü bir etkileşim sonucunda kaynaştılar. Bu kaynaşmanın sonucunda ortaya çıkan sentez-kültüre kısa sürede egemen oldular.

Bu gelişmeler sonucunda geliştirilen teknikler toprağın verimliliğini arttırarak sosyal gelişimin önünü açmış ve refah düzeyini yükseltmiştir. Bu gelişmeler sonucunda köyler gelişerek şehirlere dönüşmüş ve günümüz şehirlerinin ilk örnekleri ortaya çıkmıştır. Bu gelişmelerin etkisiyle şehirleşen köy daha geniş alanları etkilemeye başlamıştır. Bir zigguratın etrafında genişleyen yerleşim biriminin tarlalarını sulamada önemli araç olan su kanalları ve su taşkınlarını önleyip kontrol altına alan setlerin yapımı, daha geniş iş kollarının ve grupların kolektif çalışmasını zorunlu kılıyordu. Bu zorunlu etken eski göçer konar veya köy komün kültüründen daha farklı ilk şehir kültürünün ortaya çıkmasının temellerini attı. Aynı şehirde yaşayan insanlarda ortak yaşamın etkileriyle ortak duygu ve değerler oluşmaya başladı. Böylece ortak duygu ve değerlere sahip ruhsal şekillenmelerin etkin olduğu topluluklar oluşmaya başladı.

Bu ruhsal şekillenmenin temelinde, şehrin ortak tapınağı olan zigguratların oluşturduğu dinsel şekillenmelerin oluşturduğu ruhani etki kadar, yukarda tarım, hayvancılık ve deniz taşımacılığının dayattığı sosyo-ekonomik zorunluluklarında önemli bir etkisi vardı.

Şehir halkı ruhsal şekillenmelerinin temeli olan tapınaklar etrafında birleşerek ibadet etmeyi önemsiyorlardı. İbadetler bir araya gelmiş bu büyük topluluğun birbiriyle daha güçlü bir biçimde kaynaşmasında, daha kararlı bir topluluk haline gelmesinde büyük bir etkide bulunuyordu. Tapınakların ayni zamanda tarım takvimlerinin oluşturulmasında, sosyal yasam kurallarının ve ticaretin kurallarının yapılandırılmasında aslında genelde tüm bilimsel çalışmaların geliştirilerek halka sunulmasında büyük bir rol oynuyordu. Bu durum sağlanan bereketin tapınakların sunduğu çalışmalar sayesinde olduğu etkisiyle tapınaklardaki ibadetler bereketin kutsanmasını da kapsıyordu.

İlk etapta fazla bir örgütlenmeye ihtiyaç duyulmamasına rağmen, zamanla Zigguratlarda kutlanılan bayramların ve ayinlerin düzenli yapılabilmesi için geniş bir örgütlenmeye ve daha geniş profesyonel kadrolar ihtiyacı zorunlu olarak kendini dayattı. Bu yapılanma için profesyonel olarak bu alanda çalışacak ve eğitilecek bir ruhban grubu yapılandırıldı. Bu grup Zamanla tapınak ve sakinlerinden oluşan ruhban şehir topluluğunun entelektüel merkezini yapılandırdı.

Kaynakça :

  1. Oppenheim 1945 H. Schmidt, Tell Halaf I, Die Prähistorischen Funde, Berlin,1945.
  2. Albert Hourani Arap halklari tarihi 1997.
  3. Mezopotamya uygarlığında Süryani halkı Bethil Bokförlag weden-2008
  4. Assaf 1997 A. A. Assaf, “ SYRIA, Syria in the Iron Age ”, The Oxford Encyclopedia of Archaeology in the Near East, ed. Erich Meyers,1997, Vol.
  5. Western Asia ”, Civilizations of The Ancient Near East Vol. I, ed.
  6. J.M.Sasson, New York, 1995, 1281–1294.
  7. Frankfort 1952 H. Frankfort, “ The Origin of The Bît Hilani ”, Iraq 14, 120–131.
  8. Periods/ Vol 2, Toronto, 1991.
  9. Köroğlu 2006 K. Köroğlu, Eski Mezopotamya Tarihi Başlangıcından PerslereKadar, İstanbul, 2006.
  10. Kuhrt 1995 A. Kuhrt, The Ancient Near East c.3000-330 B.C., Vol. II, Londra,1995.
  11. Meissner 1933 B. Meissner, “ Die Keilschrifttexte auf den steinemen Orthostaten und Statuen aus dem Tell Halaf ”, Archiv für Orientforschung,Beiband 1, Berlin, 1933, 71–79.
  12. Mellink 1958 M. J. Mellink, Review Tell Halaf III, American Journal Archaeology 62, 1958, 438–440.
  13. Moortgat 1955 A. Moortgat, Tell Halaf III, Die Bildwerke, Berlin, 1955.
  14. Özyar 1991 A. Özyar, Architectural Relief Sculptures at Karkemish, Malatya and Tell Halaf: A Technical and Iconographic Study, Bryn Mawr College, 1991.
  15. Roaf -Schachner 2004 M. Roaf ve A. Schachner, “ The Bronze Age to Iron Age transition in the upper Tigris region: new information form Ziyaret tepe ve Giricano ”, Anatolian Iron Ages 5, ed. A.
  16. Çilingiroğlu ve G. Darbyshire, Londra, 2004, 1–9.

  İkinci Bölüm : ARAMİ Göçleri

Not: Çalışmamız katkıda bulunmak isteyen herkese açıktır. Katkıda bulunmak istediğiniz metni bize araskem@gmail.com adresinden bize yollayabilirsiniz.