ARAP-ARAMİ COĞRAFYASINDA (ANAVATANINDA) ARAPLAR ve ARAMİLER DIŞINDA HERKES KONUŞUYOR! – Mim Yavuz Binbay

2016 yılında yayınlanan sürece uygun düşen yazımı güncelleyip yayınlayarak okuyucuların ve sahada yer alan güçlerin takdirine sunuyorum.   

Arap katliamıyla (Arap Baharı !) başlatılan süreç sonucunda Arap coğrafyası tam bir soykırım ve küresel kaos bölgesine dönüştürüldü. Sürdürülen savaş tam bir vekâletler savaşıyla başta Arap halkı olmak üzere bölge halklarına yönelik sonu olmayan katliama dönüştürüldü.

Ateşkes veya bölgenin yeniden şekillendirilmesi konusunda özellikle başta bu kaotik senaryonun kurucuları ABD ve Rusya olmak üzere her boydan ve soydan güçler konuşuyor ancak Arap-Arami (Süryani) halklarını temsilen konuşmalar ya ciddiye alınmayacak kadar zayıf veya hiç yok! Tabi bazı çevrelerin aldıkları talimat gereği arada bir “bataklık neden ıslak türünden açıklamalarını saymazsak!”

Her devletin ve gücün kırmızıçizgileri var sadece Arapların-Süryanilerin ve Ermenilerin kırmızıçizgisinden bahseden yok. Tıpkı, yüzyıl önce olduğu gibi, bölgede aynı güçlerce uygulanan senaryoda Arap-Süryani ve Ermenileri topraklarından sürmek ve katletmek serbest hale getirildi.

Tüm uluslararası akademik çevrelerin arkeolojik verilerle mutabık olduğu bir konu var ki o da Beyt-nahreyn coğrafyasının, Tarihin başlangıcından beri Arap-Arami yurdu olduğudur. Ve bu anayurdun her köşesi Arap-Arami şehirleriyle, mimari ve tarihsel belgelerle bezenmiş Beyt-nahreyn/Mezopotamya coğrafyasıyla ilgili her gün önüne gelen akıldan yoksun hiçbir arkeolojik ve tarihsel veriye dayanmayan güneş dil teorisine rahmet okutacak iddialar öne sürüyor. Bu iddialarla bu coğrafyadaki şehirleri gasp anlayışıyla kendilerine mal eden yazılar çiziktiriyor.

Ama günümüz ne 1071 ne 1914 ne de 1923’tür. Unutulmaması gereken, 21. Yüzyıldayız. Ve internet denen en hızlı bilgi edinme aracıyla edinebileceğimiz bilgilerle bu coğrafyada; Musul-Ninova-Erbilo- Siirt-Tillo (Se’ert, is’îrd), Mardin (Erdobe, Tidu, Merdin, Merdo), Midyat-Estel ( Mizyez), Ömerli ( Mâ’aserté), Savur, Cizre ( ceziretûl ibni amer), Nusaybin (Nasibey, Nsibîn), Idil (Beyt-Zebday), Silopi, Batman ( İloh, Hasan el keyf), Sasun, Kozluk (maléfan), Urfa (Er-Ruha-Urhai-Orhoy ), Kilis, Antep ( Ayintap-Kala-ı Füsus), Hatay (Antakya), Iskenderun, Diyarbakır (Omid, Amid, Emid, Diyar el bekr), Elazığ ( El-eziz, Xarpot, Harput), Kızıltepe (Dunaysır), Beyt ül Şebab, Adana, Mersin… Rasulayn, Telabyad vd. Kurulan tüm şehirlerle her yerleşim birimiyle arkeolojik ve tarihsel verileriyle bu coğrafya Beyt-nahreyn’dir. Ve birlikte yaşadığı halklarla Kürt-Ermeni ve bugün devamlılığı olmayan bazı halklarla bir Arap-Arami anayurdu olduğudur.

Bu yazıları hamasetle çiziktirenler unutmamalıdırlar ki dinamikleri oldukları kendi halklarına doğru bilgiler vermekle mükelleftirler. Yoksa bir zamanlar Sümerlerin, Hititlilerin Türk olduğunu iddia edenlerin yeni versiyonu olarak halklarını yalan yanlış bilgilerle bilgi kirliliği yaratarak zarar veren unsurlar durumuna düşerek kendi halklarına ve tarihlerini karartarak en büyük zararı vermiş olurlar. Bu kesimlere bilgi kirliliği yaratmadan dinamiği oldukları halklarına doğru bilgiler vermekle mükellef olduklarını hatırlatmak gerekir.

21. yüzyılın soykırımı olarak adlandırılacak bu savaşı başlatanın ABD özel ajan provokatörlerinin rol oynadığını WikiLeaks belgeleri ve birçok resmi belgenin yansıra, bugün vekâlet savaşını sürdüren grupların anlatımlarının yanı sıra artık sokaktaki insanlarda bilgi sahibidir. Milyonlarca sivilin yaşamını kaybetmesine sebep olan bu kirli savaşı bölge halkları başlatmadı. Bu kirli savaş bölge halklarının savaşı değil, bu savaş emperyalist güçlerin silahlarıyla başladı. Irak savaşından beri 12 yıldır aynı güçlerin silahlarıyla devam ediyor. Silah satışları ve sevkiyatları resmi kararlara bağlı olduğuna göre bu kadar ağır ve izne bağlı silahları resmi yollarla onlar veriyor.

Dolayısıyla, ateşkes görüşmelerini veya ateşkesin sürüp sürmeyeceğine, insani yardımın yapılıp yapılamayacağına, bölgedeki vekâlet savaşlarında hangi silahlı güçlerin yer alacaklarına ABD ve Rusya karar veriyor. Eğer ateşkes konusunda ve bu kirli savaşın sona ermesinde bir nebze samimiyetiniz varsa soykırıma sebep olan silahlandırma politikalarınızdan vazgeçiniz. Yerel halkları kışkırtan, birbirine düşman eden özel işgal kuvvetlerinizi bölgeden çekiniz. O zaman ne savaş kalır ne de katliam.

Başından beri ABD ve Rusya bölgedeki devletleri aşiret, mezhep ya da etnik gruplar gibi devlet-altı aktörlerin karmaşasına sürüklüyorlar. Ve özellikle devlet-altı gruplarla dene-gözlemle-gelişmeye göre şekillendir politikalarıyla kaosu derinleştirerek daha da yayacağı izlenimi veriyor. Böylece kaos politikasının patronun kim olduğunu bölgedeki diğer devletlere gözdağı vererek hatırlatıyor. Ya biat edersin ya da kaosun parçası olursun tehdidi kıskacına alıyor.

Bakan Steinmeier, yaşanan savaşla ilgili ile şunları söylüyor: “Bölgede iktidar kazanmak için insanların sırtından yıllardır çok korkunç oyunlar oynanıyor. Aktörlerin bazıları çatışmaları sonlandırmaya ilgi duymuyor.”

Bu kirli savaşın bir başka boyutu ise; ABD, AB’nin sadece ekonomik ve askeri açıdan güç olmasından değil, ulus devlet üstü ve demokratik değerleri önceleyen alternatif bir model olma ihtimalinden korktu. Katliamlardan kaçacak göç dalgalarıyla AB ülkelerini istikrarsızlaştırmayı planladı ve başardı.

Kendilerini “üst akıl! ” olarak adlandıran güçlerin akıldan uzak senaryoları artık sokaktaki insanlar tarafından dahi deşifre olmasına rağmen ne yazık ki bazılarının iştahının kabarması sonucunda tıkır tıkır yürüyor. Ancak, koşullar değiştikçe talepler yoğunlaştıkça, şu soru daha çok sorulmaya başlıyor; bu neyin savaşı? Ve ne biçim bir savaş? Çünkü savaşın taraflarına bakıldığında ortaya çıkan manzara çok anlamsız. Bir tarafta dünyanın küresel gücü ABD’yle birlikte 65 ülkenin yansıra, Rusya ve İran diğer tarafta daha dün diyebileceğimiz bir zaman diliminde nasıl ortaya çıktığı kendinden menkul uluslararası bir terör örgütünün hayaleti var.

Dünyanın tüm “üst akılları!” tüm “Süper güçleri” ve müttefikleri bu örgütle savaşıyor. Hem de yüzbinlere uluşan kara güçleri ve son teknoloji uçakları ve silahlarıyla. Bu savaş tarihin belki de en ilginç ve garip savaşı! Aklı başında her insan bu savaşı ve zamanlamasını manidar buluyor. Çünkü DAEŞ denilen vahşi örgüt iki yıl Musul’da kaldı ve kimse kılını kıpırdatmadı.

Nasıl geldiğinde malum çevrelerin telkinleriyle 40 bin kişilik Irak ordusu tüm silah ve teçhizatlarını bırakıp gittiyse, kaldığı iki yıl boyunca da kimse Musul’a dokunmadı. Bu arada DAEŞ, binlerce Kürt- Arap ve Yezidi gencinin katledilmesine ve yıkımına ve insanlık trajedilerine mal olan Şengal ve Kobani/Ayn-el Arab gibi bazı merkezlere “özel” olarak saldırıp çekildi.

Rusya bile Suriye’ye geldiğinde DAEŞ’e değil diğer muhaliflere saldırdı. Kimse DAEŞ’in ana merkezleri Musul ve Rakka’ya dokunmadı.

Daha sonra üst-akıl/efendiler” “demokrasi havarisi” havalarında yeniden hareketlenerek bölgede savaşanlara silah ve hava desteği verme lütfunda bulanacağını lütfettiler. Tabi Kobané/Aynel-arab’ta olduğu gibi bu savaşı bölge halklarının gençleri üzerinden yürütmek kaydıyla!

Beyt-nahreyn coğrafyasının bir katliam bölgesine dönmesine, Arap-Süryani-Yezidi-Kürt-Türkmen-Nusayri/Alevi kanlarıyla sulanmasına, halkların derin acılarla yoğrularak sığınmacı mülteci durumuna düşmesine seyirci kalan “üst-akıl(sız)/efendiler birden bire Neden hareketlendi?

Bu sorunun cevabını kimse açıkça tartışmak istemiyor. Kimse de üstüne alınmıyor. Bölge devletlerinin askeri güçsüzlüğünden, iç kargaşadan söz ediliyor ama hiçbiri inandırıcı değil çünkü bu duruma zaten sizler senaryolarınızla sebep oldunuz, kurguladınız. Akla tek bir cevap geliyor: “DAEŞ’e üst-aklın verdiği provokatörlük görevi sona mı erdi ?”

Sorun bizce çok açık, her savaşta olduğu gibi bu savaşın da askeri değil, siyasi ve ekonomik bir savaş olduğunu gösteriyor. Bölge dünyanın en büyük enerji kaynağı durumundadır. Tüm kaynakların belirttiğine göre Irak’ta tespit edilmiş 143 milyar metreküp petrol rezervi var. Bu rezervin 45 milyar metreküpü Musul’da, 10 milyar metreküpü ise Kerkük’te bulunuyor. Kuzey Irak’ta tahmin edilen doğalgaz miktarı ise 3,2 trilyon metreküp. Bu miktar Türkiye’nin gaz ihtiyacını 300 yıl karşılayabilecek bir rezervi ifade ediyor. Sadece Musul ve Kerkük’le birlikte Kuzey Irak bölgesindeki petrol ve doğalgaz rezervinin toplam değeri 4 trilyon 150 milyar dolar olarak hesaplanıyor. Bu gelir sadece Irak halklarını değil, tüm bölge ülkelerindeki halkları bile yüzlerce yıl refah içinde yaşamasını sağlayabilir.

İşte emperyalist güçlerin, bölge ülkeleri ve halklarını bu sebeple kargaşa ve kaos politikalarına mahkûm ediyor? İşte bu sebeple bölge DAEŞ gibi terör örgütlerinden, iş savaş tehditlerinden kurtulamıyor?

İşte işin siyasi boyutu tam da burada devreye giriyor. Bugün bölgede “Yeni küresel enerji ve güç paylaşım savaşı” yaşanıyor.

Tüm bölge ülkeleri ve halkları gençlerinin, bebeklerinin kanlarını canlarını feda ederek belirsiz veya işbirlikçilik vaatleri karşılığında emperyalistlerin petrol ve gaz enerji hatlarını kontrolü hedefleyen senaryolarının kirli emellerine boyun eğmemelidir.

Çözümü 7 bin km uzaktan gelen işgalcilerle değil, kendi birliklerinde Arap-Kürt-Türkmen-Süryani-Ermeni-Nusayri/Alevi-Sünni-Hristiyan-Şii-Yezidi hep birlikte yaşama koşullarını ve paylaşma projelerinde aramalıdırlar.

Bu çatışmalar bölge halkları arasında kalıcı güvensizlik tohumları atıyor. Bölge halklarının dinamikleri halklarını esaretine, vatanlarının yıkımına sebep olacak emperyalizmin bu köhnemiş oyununa gelmemelidir.

Güven ruh gibidir, terk ettiği bedene asla geri dönmez… Shakespeare

Mim Yavuz Binbay