KAŞIKÇI CİNAYETİ VE KAOSUN YENİ EVRESİ – Mim Yavuz Binbay

ABD merkezli genel kaos politikası her geçen gün daha da derinleşerek ve dünya ekonomi ve siyasal yapılarını ciddi anlamda temelde sarsacak boyutlarda devam ediyor.  Planlanan bu muydu yoksa yolunda gitmeyen ve plan dışında gelişmelerden dolayımı bilinmez ama tehlikenin boyutları kontrolsüz şekilde denetlenemez boyutlara doğru eviriliyor.

Türkiye’de yaşanan son olaylar küresel boyutlarıyla değerlendirildiğinde sorunun bir papaz veya gazeteci olayıyla sınırlı olmadığının sinyalleri artık gün gibi aşikâr. ABD patentli Kaos merkezi Ortadoğu kaosunu Suudi ve Türkiye hattında genişleterek ve derinleştirerek yeni bir boyuta taşımayı hedefliyor.

Suriye’de 22 Nisan 2013’te ABD’nin kontrol ettiği güçlerin bölgesinde kaçırılan iki Süryani Metropoliti Pavlus Yazıcı ve Yuhanna Ibrahim ayrıca Deir Mar Moussa al-Habashi manastırı rahibi P. Paolo Dall’Oglio ve dünyanın birçok yerinde kaybedilen katledilen her dinden din adamlarıyla zerre kadar ilgilenmeyen hatta faili konumunda olan ABD’nin Türkiye’yle sahnelediği papaz krizi komiklikten öte aymazca ve bu ülkenin aklıyla oynamanın yanı sıra derinleştirmeye çalıştığı kriz için kullandığı sıradan bir argümandan öte bir anlamı da yoktu.

Muhalif gazeteci kimliği ön plana çıkarılarak kurgulanan Veliaht prens Salmanın amcası, eski veliaht prensin danışmanlarından, 70’li yıllarda silah kaçakçılığıyla, güzellik yarışmaları organizasyonlarıyla meşhur Adnan Kaşıkçının yeğeni Cemal Kaşıkçının konsoloslukta katledilmesi olayına değinecek olursak. Kuruluşunda İngiltere’nin Arap coğrafyasını kontrol etmek amacıyla, günümüzde ise, ABD’nin tahsildar butik devleti olarak adlandırabileceğimiz aile adıyla tanımlanan Suudi Arabistan devletinin CIA’nin kontrolü dışında hele hele Türkiye gibi bir ülkede bir operasyon yapmasını düşünmek akıl dışıdır.

Ayrıca birçok ülkede prens olarak adlandırılan Suudi ailesi mensubu 100’den fazla kişiyi kaçırıp kayıplar hanesine yazdıran Suudi yönetimi neden bu olayda aynı yöntemi kullanmıyor da amatörlüğün dibinden öte pervasızlığıyla dünyayı sarsacak bir operasyon yapıyor.

Tüm veriler bu coğrafyada kırılgan bir fay hattı olan Sünni Müslüman liderliği konumunda olan Suudi-Türkiye hattında kırılmalarla yaşanacak seri depremlerle kaosu derinleştirmek ve sonrasının yıkımında bölgeyi kurguladığı biçimde dizayn ederek konumlanmak olduğunu göstermektedir. Olaylar kurgulandığı şekilde gelişmiş olsaydı; Suudi savaşın yıkımlarıyla sarsılmış Libya gibi korumasız ve denetimsiz zengin petrol yatakları ABD’nin denetiminde bir ülkeye, Türkiye ise güvensiz ekonomisi çatışmaların etkileriyle sarsılmış denetimsiz zayıf bir ülkeye dönüşecekti. Sonuçta biraz palazlanan her iki ülke yeniden denetimi kolay ülkelere dönüşecekti.

Şii liderliğine oynayan İran ise Kasr-i Şirin’den beri müttefikini kaybederek yalnızlaşarak zayıflayacaktı.

Tüm bunların ışığında son birkaç aydır gelişen olaylara bakacak olursak senaryonun boyutlarının sadece Türkiye veya Suudi ile sınırlı olmadığını anlamış oluruz.

Trump, Southhaven’daki mitingde Kralı Selman’la ilgili pervasızca hiçbir teamüle sığmayan şu cümleleri kurdu. ABD’nin desteği olmadan kralın aslında Suud ailesinin iktidarda “2 hafta bile kalamayacağını” söyledi. Trump bu cümleleri ağızdan kaçırmadı, gayet planlı bir üslupla zikretti. Batı Virginia’da yaptığı mitingde de “Kral Selman’a dedim ki, Kral, trilyonlarca doların var. Biz olmasak ne olacağını kim bilir. Bizimleyken tamamen güvendeler. Ancak biz almamız gerekenleri alamıyoruz” ifadelerini kullandı.

Bu cümleler diplomatik nezaketsizlikten fazlasını düşündürüyor. İkinci Dünya Savaşı sonrası uluslararası düzeni kuran ve Soğuk Savaş’ın bitimiyle rakipsiz kalan bir süper gücün küresel jandarma rolünü zorbalığa dönüştüğünü gösteriyor. Yaşanan olaylar ABD’nin kendi köşesine ya da kıtasına geri çekilmediğini, aksine küresel varlığını saldırgan bir şekilde yeniden tanımladığını gösteriyor. İlişkilerini de buna göre revize ediyor.

Kral Selman, Obama’nın son yılında ABD bankalarındaki 980 milyar dolarını çekme lafını ettikten hemen sonra oğul Selman bir saray darbesiyle fiilen iktidarı ele aldı. Demek ki o günlerde Washington Suudi hanedanının direnme süresini iki hafta hesabı hesaplamış. Trump daha önce planlanmış bu hesaptan bahsediyor.

ABD Başkanı, Mississippi’de tekrar Suudi Kralı Selman’a hatırlatma babında “Seni koruyoruz. Biz olmasak iktidarda iki hafta bile duramazsın. Ödeme yapmalısın” diye çıkıştı. Veliaht Prens Selman ise Trump’ın bu aşağılayıcı hitabına “Dost kötü şeyler de söyleyebilir. ABD’den aldığımız tüm silahların parasını ödedik” diyerek apolojik bir yanıt verdi.

ABD Başkanı 21 Mart’ta da Beyaz Saray’da ağırladığı Prens’e “Sizde para bol. Size daha çok silah satmalıyız” dayatmasında bulundu. Ağustosta ise Trump, “Suriye’de ‘istikrarın’ sağlanması için ABD yerine Arabistan ve Ortadoğu’daki diğer zengin ülkeler ödeme yapmaya başlayacak” diye kestirip attı.

Trump, askeri endüstriyi beslemekte başarısız olması durumunda sonunun SSCB ile yumuşama politikasını savunan R. Nixon veya Vietnam Savaşı’na karşı çıkan J. Kennedy gibi olacağından korkuyor. Kampanyasında Afganistan ve Ortadoğu’dan çekilip Rusya ile ilişkileri geliştirmeyi savunan Trump, seçimi kazanır kazanmaz 180 derece dönüş yapmak zorunda kaldı.

Nitekim 20 Mayıs 2017’de ilk ziyaretini Riyad’a yaptı. Suudilerle 300 milyar doları bulan birçok silah anlaşması imzaladı. Ardından 500 milyar dolarlık teknoloji kenti NEOM projesi devreye sokuldu. Sırada ise 2 trilyon dolarlık ARAMCO şirketinin özelleştirilmesi projesi var. Ancak görünen o ki her zaman olduğu gibi bütün bu rüşvetler ve ganimetler savaş lobisine yetmiyor. Daha fazlasını istiyorlar. Onlar Trump’a baskı yaptıkça o da Suudi Kralı’na yükleniyor. Ve Trump, savaş lobisinin gazabından kurtulmak için Körfez’den sürekli para almak zorunda. Ancak dünyanın reel politikası ile örtüşmeyen bu politikanın başarı şansı çok az ve olası bir çöküş sadece Suudi Kralı’nın değil bir dünya savaşının tetiklenmesi sonucunda dünyanın da sonunu getirecek.

BM Genel Kuruluna hitap eden Genel sekreter Guterres, insanların siyasi kurumlara olan inancını kaybettiğine, kutuplaşma ve popülizmin arttığına dikkati çekti. Guterres, ülkeler arasında iş birliğinin giderek daha zor hale geldiğini söyledi. Küresel yönetime olan güvenin kırılganlığına işaret ederek, 21. yüzyılın sorunlarının 20. yüzyılın kurum ve zihniyetini geride bıraktığını belirterek “Bugün, dünya düzeni oldukça kaotik, güç ilişkileri karışık, evrensel değerler aşınıyor, demokratik ilkeler kuşatma altında. Hukukun üstünlüğü zayıflıyor, suçlar cezasız kalıyor, liderler ve devletler içeride ve uluslararası arenada sınırları zorlarken bir dizi paradoksla karşı karşıyayız, çok uluslu sistem en fazla ihtiyaç duyulduğu bir dönemde tehlike altında.” Olduğunu belirtti.

Uluslararası ihtilâflarda silâh baronlarının rolüne değinecek olursak, 2015 yılında, belli başlı birkaç ülkeden ihraç edilen savunma sanayii ürünlerinin hacmi 100 milyar doların üzerinde; bu bir yıl öncesinden yüzde 17 artışa işaret ediyor. İngiltere tek başına Birleşik Arap Emirlikleri’ne 388, Katar’a 170, Umman’a 120, Bahreyn’e 24 milyon Sterlinlik silâh sattı. Son üç yıl içerisinde Türkiye de İngiltere’den tam 450 milyon Sterlin tutarında silâh satın aldı.

Eski Tunus Cumhurbaşkanı Munsif el-Merzuki, “ABD yönetiminin bölgede dost veya müttefik değil tebaa arayışında olduğunu” söyledi.

Trump, Riyad’ın silah alımlarını “Ruslara ya da Çinlilere kaybetmek” istemese de kasım seçimlerine giderken kamuoyu baskısı altında. Hatta Trump, Kaşıkıçı’nın öldürüldüğü yönündeki iddialar doğruysa yapılan silah anlaşmalarını kapsamayacak şekilde Riyad’a yönelik sert “cezalandırmadan” bahsetti.

Bu tehdide Suud’un dolaylı tepkisi “daha büyük misilleme yaparız” şeklinde oldu. Riyad’ın sözcüsü durumundaki El Arabiye sitesi, yaptırım durumunda Suud’un alabileceği kapsamlı tepkileri tartışmaya açtı. “Petrolün fiyatının 100 ya da 200 dolara çıkarılması, dolar yerine Çin yuanı ile satılması, İran’la yakınlaşma, Batı ile istihbarat paylaşımının sekteye uğraması, Rusya’ya askeri üs verilmesi ve ABD’den silah alımının durdurulması” bunlardan bazıları. Böylece Riyad, Washington’u ABD ekonomisine zarar vermekle uyarıyor. Rusya ile işbirliği yapma ve İran’a yakınlaşma ile tehdit ediyor.

İlk akla gelen Trump’ın bu olayı Riyad’dan yeni tavizler almak için kullanacağı yönünde. Ve bu niyetle Dışişleri Bakanı Pompeo’yu Kral Selman’la görüşmeye gönderdi. Ancak mesele o kadar basit değil. Kaşıkçı skandalı sadece hırslı veliahdın bu sefer baltayı taşa vurduğunu göstermedi. Washington-Riyad ittifak hattının kırılganlığını da sergiledi. Ne de olsa Trump’ın “biz olmasak iki hafta tahtta kalamazsın” cümlesinin yankıları hâlâ Suud hanedanının kulaklarında duruyor. Söz konusu “güvensiz” atmosfer S. Arabistan’ı ABD ile ilişkisini çeşitlendirmeye itiyor.

Trump’ın gönderdiği sinyaller Suud’un uluslararası siyasete dair algısını bozdu. Kendini vazgeçilmez olarak görüyor. Parayla her şeyi satın alabileceğini düşünüyor.

Mattis “Bir ulusun uluslararası normlardan ve hukukun üstünlüğüne bağlılığından taviz vermesi, tam da en ihtiyaç duyulan dönemde bölgesel istikrarı baltalar.” Diyor. Prens Selman’ın pervasızca yaptıklarına kimse bir karşılık veremedi. Lübnan Başbakanı’nı kaçırdı, herhangi bir yaptırımla karşılaşmadı. Amerikan yönetimini satın aldığını düşünüyor. Her cinayetin bir fiyatı var diye görüyor. “Başbakan kaçırdım, yüzlerce prensi katlettim, kaybettim, dünyanın gözü önünde ABD’ye ödemem gereken milyarlarca doları toplamak için günlerce otelde toplayıp işkence ettim, Sorun olmadı. Gazeteci öldürünce neden sorun olsun” diye düşünüyor.

Prens’in bunca zaman yaptığı reklamlar çöpe gitti. Batı toplumunu ve medyasını kaybetti. Ama bunu kendisi de önemsemiyor. İşleri imajla değil parayla çözmenin daha kolay olduğu düşünüyor. Trump’ı satın almayı deneyecektir. İsrail 50 yıldır beklediği prens olarak addettiği gibi zaten arkasında. Başarılı olma ihtimali de çok yüksek. Trump’a daha bağımlı hale geliyor ama zaten bundan rahatsız değil. Tek derdi iktidarını sağlamlaştırmak. Rantçı bir devletin gayrimeşru bir yöneticisi olarak elindeki tek silahı yani parayı sonuna kadar kullanacak.

Tüm bunların sonucunda geldiğimiz aşamada bir kriz üretim merkezine dönüşen ABD artık dünya için asıl tehdit konumuna yükselmiş durumda. Artık hiçbir devlet güvende değil ve olmayacak.

Aklını efendilerine teslim etmiş kesimler ise bu kaosun yaratacağı yıkımların hem mağduru hem de günah keçisi olacaklar.

Mim Yavuz Binbay

Yazının linkleri;

http://www.kurdistana-bakur.com/modules.php?name=News&file=article&sid=9866

http://www.diyarbakiryenigun.com/kasikci-cinayeti-ve-kaosun-yeni-evresi-1-32840.html

http://www.diyarbakiryenigun.com/kasikci-cinayeti-ve-kaosun-yeni-evresi-2-32910.html

Kaşıkçı cinayeti ve kaosun yeni evresi 3