İDAM CEZASI ! – Mim Yavuz Binbay

Tarih boyunca öldürme fiili geleneksel kurallarda, dinlerde ve hukuk sistemlerinde yasaklanmış ve bu fiili işleyenler cezalandırmaya tabi tutulmuşlardır. Ancak ilk dönemlerden itibaren toplumu kontrolü altına alabilip bir yönetim mekanizması kuran güçlerin yansıması olan Devlete her dönemde öldürme yetkisi verilmiştir.

Bu yetki binlerce yıl boyunca devleti oluşturan güçlerce, koydukları kurallar çerçevesinde çeşitli biçimlerde bazen katliamlara varan boyutlarda kullanılmıştır. Bu katliamlara varan uygulamalara en çarpıcı örnek devlet mekanizmasının kurallarına karşı gelerek tehdit oluşturma tanımlamasıyla yapılan toplu infazlardır. Uzak tarihi yansıtan kralların yazdırdığı kitabelerde asi halkların nasıl katledildiği anlatılmaktadır. Yakın tarihlerde rejim değişikliğinin argümanı olarak kullanılan yöntemler  (1789 Fransız, 1917 Rus, 1933-1945 Hitler vb.) bu uygulamaların çarpıcı örnekleridir.

Ölüm cezasını (idam) yönetimler binlerce yıl boyunca, muhaliflerine, yönetimleri altında bulundurduklarına ve özellikle döneme göre ağır suçlar işleyenlere karşı bir güç simgesi olarak kullanmışlardır. Oysa Güçlü olmak öldürmek değil, çözüm bulmak ve muhafaza altına alabilmektir.

Yönetimler binlerce yıl boyunca bu cezalandırma yöntemini suçluları caydırmak için uygulanması gerektiğini savunmuştur. Oysa tarihe baktığımızda devlet mekanizmasının ilk oluşum sürecinden beri (en çarpıcı belge Hammurabi kanunlarıdır.) katillere uygulanan ölüm cezası sonucunda milyonlarca kişi bazen suçu ispatlanmamış olanlarda dâhil olmak üzere idam edilmiştir. Binlerce yıldır uygulanan telafisi bir saniye sonrası için bile mümkün olmayan bu ceza ne kadar caydırıcı olmuştur? Toplumdaki katil sayısını ne kadar azaltmıştır?

Telafisi mümkün olmayan bu yöntemin uygulamalarına, Osmanlı’da meydanlarda asılanlara, Engizisyonda çeşitli işkenceden sonra yakılanlara, Fransa’da giyotine yollananlar, Almanya’da gaz odalarında katledilenler, Abbasi dönemi Bağdat’ında Hallacı dar’a yollayanlara ve benzerlerine baktığımızda tüm uygulamalar birer insanlık suçu teşkil ettiği gibi toplumda onarılamaz tahribatlara yol açmıştır.

Yakın tarihimizdeki, 1926’da yaşı küçültülerek idam edilen Şeyh Said Efendi ve arkadaşları. 1960 darbesi Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu Hasan Polatkan. 1971 darbesi Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan. 1980 darbesinde, son bakışı 35 yıl sonra bile hala hafızalarda olan 17 yaşında yaşı büyütülerek idam edilen Erdal eren, Mustafa Pehlivanoğlu ve 48 kişi bu onarılmaz tahribatların en çarpıcı örnekleridir.

Tüm dinlerde yaşatma ve ıslahla ile ilgili ayetler ve tavsiyeler var. Hukuk sistemlerinde idam yerine uygulanan cezalandırma sistemleri kabul görmekte ve demokrasinin gelişmişliğinin kıstası olarak değerlendirilmektedir.

Tarih boyunca, “İbretlik olsun” diye asılanlara daha sonra ağıtlar yakıldı. Bir sonraki dönemlerde utanç listeleri* veya kara lekeler olarak anıldı, eleştirildi. Ancak hiçbiri geri getirilemediği gibi hala meydanlarda hezeyanlar eşliğinde idam istemek tarihten ders çıkarmamaktır. Binlerce yılda edinilen İnsani değerlere ihanettir.

Siyasiler toplumumuzda onulmaz tahribatlara yol açacak, insani değerlerden uzaklaştıracak, tarihin kara lekeleri olarak anılan dönemlerin karanlığına sürükleyecek idam kavramı tuzağına düşmemelidir. Devleti korumak mı istiyorlar?  “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!” diyen Şeyh Edebali’yi hatırlasınlar.

Mim Yavuz Binbay

*http://bianet.org/biamag/siyaset/12143-80-yilin-utanc-listesi-idam-kurbanlari

Yazının linkleri;

http://diyarbakiryenigun.com/idam-cezasi/

https://kayiplar.wordpress.com/