TÜRKİYE – ABD İLİŞKİLERİNDE SON (MU) ! ? – Mim Yavuz Binbay

Seçilir seçilmez apar topar hiçbir gerekçesi olmadan “Nobel Barış ödülü” verilen, “gizli Müslüman”, “süper demokrat”, “özgürlükler ülkesinin” siyahi başkanı vs. vs. olarak sunulan, Obama ve ekibinin 10 yıldır sürdürdüğü seviyesiz savaş, katliamları ve kaosu esas alan politikaları sonucunda dünya bir kaos’un içine sürüklendi. Bu kaos politikalarının uygulanmasının ilk dönemlerinde önemli bir ortak aktör konumunda yer alan Türkiye daha sonra bu ekipçe kaos politikalarının alanı haline getirildi. Obama’nın ekibince yapılan bu girişim sonucunda 1923 yılı başında Chester Teşvikleri ile başlayan ilişkilerde sona mı yaklaşıldı?

ABD-Türkiye ilişki tarihinde göze çarpan noktaları sıralayacak olursak.

Türkiye Cumhuriyeti II. Dünya Savaşı’nın son aylarında Amerika Birleşik Devletleri ve müttefiklerinin yanında yer alarak Almanya’ya savaş ilan etti.

1947 yılında Sovyetler Birliği’ne karşı Batı bloğuna yardım etmek üzere Truman Doktrininin bir parçası olarak Türkiye için bir ekonomik ve askerî yardım paketini onayladı.

Türkiye, Kore Savaşı’nda (1950-1953) Birleşmiş Milletlerin yanında yer aldı Kore’ye on binlerce asker gönderdi ve bu askerlerden büyük çoğunluğu ya öldü veya sakat kaldı, bunun karşılığında 1952 yılında NATO’ya katıldı ve 1955 yılında CENTO’nun kurucu üyeleri arasında yer aldı. 1954 yılında ABD’ye İncirlik Hava Üssü’nü kurma izni verildi. Bu üs Soğuk Savaş, I. Körfez Savaşı ve Irak Savaşı’nda Türkiye’nin izni ile kullanıldı. Tüm bu olaylarda ciddi savaş suçları işlendi ve yargılanması söz konusu bile edilemedi.

ABD, 1960 yılından başlamak üzere Türkiye’de her on yılda bir alt yapısı hazırlanarak yapılan askeri darbelere CIA birimlerince destek verdi, Türkiye’deki rejimi çıkarları çerçevesinde dizayn etti. Binlerce gencimiz provakasyonlarla katlettirilerek alt yapısı hazırlanan 1980 cuntasının birinci ağızdan belgesi, o dönemin CAI şefinin “bizim çocuklar başardı” cümlesi yıllarca dillerde dolaşıp durdu. Ancak bu insanlık suçu kapsamında değerlendirilecek eylemin bazı failleri cuntacı generaller her ne kadar yargılanıp ceza aldıysalar da ceza faillerin ölümleriyle gereğince uygulanamadı ve toplumsal vicdanda kanayan bir yara olarak kaldı.

ABD yönetimleri denetimi altında tutmak istediği devletleri dizayn işlemlerini önceleri Türkiye’de on yılda bir uyguladığı gibi sadece yönetimleri değiştirecek askeri müdahalelerle yetinirken Son on beş yıldır ABD yönetimince uygulanan kaos politikaları sonucunda Afganistan’la başlayıp Irak-Libya-Yemen- Suriye ile devam eden devlet mekanizmalarını çökerterek kaos alanları oluşturarak dizayn etme politikaları sonucunda dünya ciddi bir politik ve ekonomik kaosa sürüklendi.

29 Nisan 1916’da Sykes-Picot senaryosuyla o dönemde oluşturduğu emperyalist düzen artık oluşturduğu işbirlikçi uydu yönetimler üzerindeki etkisi günümüzde işlemez hale gelmiştir. Sykes-Picot senaryosuyla dizayn edilen yönetimler artık eski yöntemlerle kontrol edilemez konuma geldi. Ayrıca İkinci dünya savaşından sonra oluşan iki kutuplu dünya sistemi SSCB’nin dağılmasıyla dünya siyasal ve ekonomik sisteminde ciddi değişikliklere yol açtı.

SSCB’nin dağılmasıyla kısa bir sürede olsa dünya iki kutuplu soğuk savaş konumundan tek kutuplu bir konuma evirilmişti. ABD yönetimleri bu everilmeyi doğru algılayamamış ve bir üstünlük durumu olarak algılayarak mutlak hâkimiyet sarhoşluğuyla tüm dünyayı biat ettirme gayretine girişti.

Turuncu devrim adı altında başlayan senaryo, BOP ve en sonunda Arap soykırımına dönüşen hayasızca hala bazı kesimlerce “ Arap Bahar’ı” olarak adlandırılan kaos senaryolarıyla son noktaya gelindi.

ABD’nin bu everilmeyi yanlış okumasının çeşitli sebepleri var ama bunların en başında ABD’nin sadece 150 yıllık bir devlet oluşu gelmektedir. Kurulan devlet yerlilerin katliamı üzerine Avrupa’dan sürülen veya tutunamadığı için Amerika’ya göç edenlerin sığ anlayışıyla kurulmuştur. Dolayısıyla ne tarihsel bağlarla ne de tarihsel geleneklerden pek haberi yoktur ve nihilist bir anlayışla binlerce yıllık deneyime sahip dünyaya kendi sığ oldubitti anlayışıyla şekil vermeğe çalıştı. Bu anlayışa okyanusun ötesinde olmakla ana kıtalardaki tehlikelerin kendisini etkilemeyeceği algısı hâkim oldu. Birinci dünya savaşına kadar ciddi bir güç kabul edilmeyen ABD ikici dünya savaşından sonra İngiltere’nin de desteğiyle Avrupa hamiliğine ve dünya jandarmalığına soyundu.

Tüm bu gelişmeler dev gövdeye minnacık baş misali dengesizliğe yol açtı. Bu dengesizlik dünyaya sosyalist rejimlerle soğuk savaşa, Latin Amerika-Afrika-Asya ve Türkiye benzeri ülkelerde sonu gelmez askeri darbeler ve katliamlarla yönetimlere müdahale yoluyla kontrolde tutma yöntemi kullanıldı.

Tüm bu gelişmelerin sonucunda müdahale edilen ülkelerde demokrasi geriletilmiş ve gelişmesi önlenerek himayeye muhtaç halde tutulmaya mahkûm edilmiştir. Ancak bu etki sadece bu ülkelerde etkide bulunmamış bumerang etkisi gibi ABD’nin siyasal ve ekonomik yapısını da aynı orantıda olumsuz etkilemiştir. Petrol zengini ülkeleri yıllarca haraca bağlarcasına sömürmüş ve ekonomisini bu haraç parasının döngüsüne bırakarak gelişme hızını olması gerekenin çok altında bir performansta seyretmesine sebep olmuştur. İran’ı kaybetmesiyle başlayan süreçte CENTO çöktü ve bu durum haraç olayında sonun başlangıcı oldu.

İran’dan sonra Türkiye ekonomik ve endüstri alanında beklenenin üzerinde bir gelişme göstererek bu döngünün dışına çıktı. Tarihte iki imparatorluk yönetmiş güç ve dinsel alanda iki önemli mezhebin liderliğini üstlenen bu iki ülkenin döngünün dışına çıkması ABD etkisindeki tüm Ortadoğu’yu ve Afrika ülkelerini etkiledi. Suudi ailesi artık eskisi gibi haraç vermek istemiyor. Katar eyyamcılıkla sıyrılmaya çalışıyor, diğer ülkeler ise edilgen yapılarıyla savrulup duruyorlar. Bu durum ABD bütçesinden yüz milyarlarca sıcak paranın akışını durdurmuş ve bütçe açıklarına neden olmuştur. Silah üretimi dışındaki ağır sanayi geliştirilmemiş var olanda vergi kolaylığı ve ucuz işgücü sebebiyle üretim komplekslerini daha avantajlı ülkelere taşımıştır. Tüm bunların sonucunda ABD ekonomisi kırılgan hale gelmiş ve son dönemlerde toplumsal olayların patlamasına kadar yol açmıştır. Deyim yerindeyse ABD Gorbaçov döneminin SSCB’si durumuna gelmiştir. Dünyaya süper başkan olarak yansıtılan Clinton tek kutupluluğun sarhoşluğuyla hovardalığını yönetime taşımış, Bush ve Obama deyim yerindeyse Boris Yeltsin dönemini aratmamıştır. ABD’de deki durum teşbihte hata olmaz deyimiyle Yeltsin dönemindeki Rusya’yla benzerlik arz etmektedir. Bütün dünya Trump’ın politikalarının uygulamasının Putin politikalarıyla benzerliklerini beklemektedir.

ABD’nin durumunun kısa bir değerlendirmesinden sonra ABD-Türkiye ilişkilerine dönecek olursak. Türkiye’nin NATO üyeliğiyle başlayan stratejik ortaklık Irak ve Suriye’nin istikrarsızlaştırılması ve bu bölgelerde ABD’nin klasik politikalarıyla şekillendirdiği yönetimler dışında devlet altı gruplarla işbirliği kurarak klasik politikanın dışına çıkarak Türkiye’yi de istikrarsızlaştırma senaryosuna dâhil edilmesiyle sorgulanmaya başlamıştır.

Bizim kuşağımız tarafından ABD-Türkiye ilişkilerine yöneltilen eleştirilerin kelimesi kelimesine aynısı bugün devletin en önemli kadroları tarafından itiraf düzeyinde dile getirilmektedir. Oysa birçok arkadaşımız bu eleştiriler sebebiyle ya idam edildi, ya katledildi ya da bedelini ağır işkenceler altında onlarca yıl hapis cezalarıyla ödemek zorunda kaldı. Bu itiraflara bakacak olursak devletin en önemli kurumları Siyaset, Ordu, MIT vd. kurumlar ABD’nin alt büroları düzeyindeymiş. Dolayısıyla ABD 60 yıla yakın bir süredir Türkiye rejimine her türlü müdahaleyi rahatlıkla gerçekleştirmiş. Peki bu gerçekleri cesaretle ifşa eden binlerce gencecik fidanın katledilmesinin, ağır işkencelerden geçirilmesinin, iki kuşağın acımasızca yok edilmesinin hesabını kim verecek?

Ancak son dönemde dünya konjektüründeki değişimler sonucunda bu uygulamalarını eski yöntemlerle gerçekleştirememektedir. Konjektürel yapıya baktığımızda artık ABD’nin uydusu konumundaki ülkeler değişen konjektürel yapı sebebiyle eski edilgen yapılarının dışında bir yapı arz etmektedir.

ABD’nin eski yöntemlerle Türkiye’yi dizayn etme girişimi ters tepmiştir. Bu girişimleri sıralayacak olursak;

ABD Suriye politikasında Türkiye’yi değil PYD’yi, Irakta ise Bağdat yönetimini (ki son gelişmelerle Bağdat yönetimini de İran’a kaptırmış gözüküyor) stratejik ortak olarak değerlendiriyor.

ABD 60 yıldır destekleriyle Türkiye’nin devlet mekanizmasının her birimine yerleştirdiği FETÖ örgütüyle rejime yaptığı onlarca müdahale başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Son 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ilişkiler tam bir çatışma seyrine girmiştir.

60 yıllık stratejik ortaklığın en önemli argümanlarından biri olan NATO ilişkilerinde son olaylarla güvensizlik en üst noktada sorgulanır hale gelmiştir. Bu durum Türkiye’yi farklı stratejik arayışlara yönlendirmiştir. Bu arayışlar sonucunda Türkiye stratejik ilişkilerini Rusya-İran ve Çin bloğuna yönlendirmiştir.

ABD yönetimin son 15 yılda uyguladığı kaos politikaları sonucunda Asya ve Afrika’daki tüm ilişkilerini sorgulanır hale düşürmüştür.

Tüm bunların ışığında Türkiye-ABD ilişkilerinin eskisi gibi devam edemeyeceğini köklü bazı değişimlerin olacağını söyleyebiliriz. Türkiye’deki statükocu politik vizyondan uzak, eski statükoyu koruma gayreti içindeki muhalefete baktığımızda bu değişimde pek etkisi olamayacağını ve değişimin iktidarın girişimleriyle şekilleneceğini öngörebiliriz.

Ülke dinamiklerinin bu şekillenmede olumlu katkılarda bulunabilmesi için değişimin şart olduğunu ve dünyanın yeni bir yapılanma içine girdiğini görmeleri büyük bir önem taşımaktadır.

 

Yazinin linkleri;

http://diyarbakiryenigun.com/turkiye-abd-iliskilerinde-son-mu-1/

http://www.kurdistana-bakur.com/modules.php?name=News&file=article&sid=8990