İNSANLIKTA BİR SINAV: SURİYELİ MÜLTECİLER – Recep Maraşlı

Editörün notu: Kurucu genel başkanımız Mim Yavuz Binbay ve Beyt-nahreyn halklarına (Arap-Süryani-Ermeni-Kürt) karşı gerek Yeniçağ gazetesi gerekse her kesimden sürdürülen algı oluşturmaya yönelik ırkçı söylemlere karşı Sayın Recep Maraşlı’nın örnek dayanışmasını yansıtan yazısı için teşekkür ediyoruz.

Suriyeli mültecilere “vatandaşlık” konusu, Türkiye’nin şovenist-milliyetçi kesimlerinde bilindik nefret kampanyası ile sürdürülmeye devam ediliyor.

Suriyeliye EKMEK, SU, ALIŞVERİŞ YOK tabelası asan esnafından, Suriyeli istemiyoruz, “çocuk maması yiyip, durmadan şevişerek çeyrek milyon arttılar” diye yazan yazarına; “savaş kaçkınları!” olarak suçlayan sanatçılarına kadar bir dolu kişi milliyetçi nefretini bu insanların üzerine boca etmeye devam ediyor.

Nasıl ki Kürt ulusal hakları, 1915 Jenosidi, Anti-Semitizm gibi ulusal sorunlar Türkiye’de DEMOKRAT olup olmamanın bir turnusol kağıdı olmuşsa, güncel olarak Mültecilere gösterilen tavır da bir İNSANLIK SINAVI olmaktadır.

İşte ırkçı-şöven bir çizgi izleyen YENİÇAĞ gazetesinin bir yazarı da SURİYELİ MÜLTECİ konusundan yola çıkarak ARAP ve ARAMİ halklarına yönelik bir nefret kışkırtıcılığı yapıyor.

Ona göre Suriyeli Mültecilere vatandaşlık, tıpkı KÜRTÇÜLÜK gibi ARAPÇILIĞI geliştirecektir. Bunun için de Suriyeli Mülteciler meselesinden çok önce ve bundan bağımsız olarak kendi binlerce yıl yaşadıkları topraklarında KİMLİKLERİNİN, kişiliklerinin tanınmasını, Anadilde eğitim ve ulusal-kültürel hakları gibi demokratik istemler dile getirmekte olan insanları, kurumları hedef haline getirmekten kaçınmıyor.

Bazı kesimler Suriyeli Mültecilerin KÜLTÜRLERİNİ, kimileri GENETİKLERİNİ, kimileri de DEMOGRAFİLERİNİ bozacağından endişeli. Çoğu kişi de aslında RAHATLARININ kaçmasından korkuyor.

Türkiye sınırları içinde Suriyeli Arap mültecilerin bozacağı ne SAF bir KÜLTÜR, ne SAF bir MİLLİYET GENETİĞİ, ne de otantik bir DEMOGRAFİ zaten bulunmamaktadır. Yüzlerce yıl içerisinde Arap kültürü de, kandaşlık da. nüfus yerleşimi de bu sınırlar içinde var olmuştur. karışmıştır, Dolayısıyla ileri sürülen bu gerekçelerin hem reel bir anlamı yoktur. hem de siyaseten ne de ahlaken kabul edilemez..

Tüm bunların TC. Başkanı Erdoğan’ın başarılı şekilde gündemi yönetme ve mülltecileri hedefi haline getirme çabalarının sonucu olduğunu söylemeliyim. Yıllardır SURİYELİ MÜTECİLERİ başarıyla bir DIŞ POLİTİKA malzemesi olarak kullandığı gibi, şimdi de İÇ POLİTİKA malzemesi haline getirİyor.

Mültecileri işgal orduları gibi görüp tavır almak bir insanlık ayıbıdır.
Mültecilere nasıl davranılacağı, yüzyılların savaş, göç, etnik arındırma ve jenosid sorunları içinde neredeyse evrensel ilkeler halinde temel İNSAN HAKLARI KRİTERİ haline gelmiştir.

Türkiye henüz Birleşmiş Milletlerin evrensel Mülteci Haklarını bile TAM olarak kabul etmiş değildir. Mülteci statüsü bile tanımadığı bu insanların hepsine TOPLU VATANDAŞLIK vereceği iddiası PROVAKATİF bir söylemden başka bir şey değildir. Böyle hukuksal bir prösedür zaten yok.

MÜLTECİLER’e önce sığındıkları ülkede MÜLTECİLİK statüsü verilmesidir. Mültecilerin oturum, sağlık, eğitim ve çalışma sorunları çözülmelidir. Ardın da bütün dünyada oldugu gibi herkes sığınmacı olduğu ülkeden VATANDAŞLIK alabilme haklarına sahip olmalıdır.

Burada duyarlı olunması gereken esas şey ırkçılık ve milliyetçi sövenizmin ocağına ateş sağlayan NEFRET söylemlerinden, davranışlarından kaçınmaktır.

Elbetteki Mülteci sorunlarının temel çözümü insanların kendi ülkelerinde GÜVEN İve HUZUR içinde yaşama koşullarını desteklemektir. Onları mülteci haline getiren HAKSIZLIK ve ŞİDDET politikalarına karşı mücadele etmektir.

Kendisine İNSAN HAKLARI SAVUNUCUSU misyonu biçen kimilerinin bile, sorun kendi önlerine geldiğinde en kötü şövenler gibi davranmaları ise ibret verici…