ANADOLU ARAPLARI “DÜNYA ARAPÇA GÜNÜ”NÜ KUTLADI

Anadolu Arapları Derneği Genel Merkez Ve Şanlıurfa Şubesi 18 Aralık Dünya Arapça Münasebeti ile Şanlıurfa City Avm de Dünya Arapça Günü kutlamak için Büyük bir etkinlik yaptı.

Anadolu Arapları Derneği Mardin, Batman, Bitlis, Muş, Gaziantep, Mersin, Adana, Ankara ve İstanbuldaki şubelerinden bir çok kişide katılım sağladı.
Anadolu Arapları Derneği Adına Açılış konuşmasını ev sahibi sıfatı ile Şanlıurfa Şube Başkanı Mahmut İbrahimoğlu yaptı. Ardından sahneye AAD genel Başkanı Ömer Uşak Çıktı. Uçak Arapçanın Ülke ve Dünya Açısından Önemini vurgulayan bir konuşma yaptı.

Tükiyenin en Büyük ve en teşkilatlı Arap derneği olan Anadolu Arapları Derneğinin bu Etkin-liğine İşçisinden Çiftiçisine, Kadınından Erkeğine, Çocuklarından Emeklisine her kesimden yurttaşlar katıldı. Geçen Seneye oranla Bu sene Etkinliğe Katılımın iki katına Çıktığı ve Salo-nun hınca hınç dolduğu görüldü.
Bilhassa kadınların geçen seneye oranla sayısının artması Kadın dayanışmasının önemini or-taya koyduğu belirtildi.

EL SAYHA DERGİSİNE BÜYÜK İLGİ

Anadolu Arapları içinde oluşturulan Özel bir birim tarafından Tükiyede ilk defa alevi, Sünni ayırt etmeksizin tüm Arapları kapsayan ve bununla ilgili siyasi, sosyal, Sanatsal, Tarihi ve Edebi bilgiler içeren geniş yelpazeli bir Dergi çıkarıldı.
“haykırış” manasına gelen “Sayha” dergisinin ilk Sayısı Arapların Dil bayramında Stanttaki yerini aldı. Derginin yanında Mardin Tarihi Evler Derneği Başkanı Yazar Sadettin Noyan’ın da Kitapları sergilendi.

Kitap ve Dergilere beklenmedik bir yoğunluk yaşanması Arap Gençliğinin eğitim seviyesinin hızla ilerlemesi olarak değerlendirildi.
Beyt-nahreyn-Arap-Arami Birligi adina etkinlige katilan Mim Yavuz Binbay bir konusma yapti. Binbay konusmasinda ;

Son yıllarda coğrafyamızda ortaya çıkan arkeolojik veriler, yaklaşık 10 bin yıllık bir geçmişten söz etmemizi mümkün kılıyor. Bu kadar eski bir geçmişi olan topraklarımızın üzerinde barındırdığı sayısız uygarlıklar, elbette ki bizlere başta dilimiz olmak üzere birçok miras bırakmıştır. Kuşkusuz bu mirasların en değerlisi dildir.

Oysaki bu gün dilimizi ne kadar konuşabiliyoruz? Dilimizi yazabiliyor muyuz? Dilimizle edebi bir eser yazabiliyor muyuz? Ninelerimizin, annelerimizin bize anlattığı hikâyeleri, masalları yazabiliyor muyuz? Bu konularda gelecek kuşaklara miras olarak bırakabilecek bir şeyimiz var mı?

Bu sorulara yıllardır yanıt aramaya bile cesaret edemedik. Daha düne kadar bunları konuşmak bile tabuydu. Tek tip insan yetiştirme zihniyeti başımızda büyük ve despot bir jandarma gibiydi. Yasaklanan sadece dilimiz değildi. Kimliğimizi bile söyleyemez durumdaydık. Benim kuşaktan olan hemen hemen herkes hatırlar. Daha ilkokula gider gitmez, Dil Kolu muhbirleri peşimizde hafiye gibi dolaşırlardı. Hangimiz yabancı dil (anadilimiz Arapça) konuştuk diye sınıftaki kumbaraya harçlığımızı ceza olarak vermedik. Hangimiz öğretmenimizden “Arapça konuştun” dayağı yemedik. Hangimiz Arapça konuştuk diye sınıfta tek ayak üzerinde durmadık. Ben şahsen bu cezaların tümünü kat be kat aldım. Her askeri darbede bu baskılar daha da arttı. Ve daha nice cezalar eklendi…

Peki, biz kimiz; Bizler nehirlere ev sahipliği yapmış topraklarımızda istilalarla, katliamlarla azınlık durumuna düşürülmüş varlığımızın yok sayılmaya çalışılmasına karşı beş bin yıllık varlığımızı kanıtlamaya çabalayan etnik-dinsel veya mezhepsel Arab-Arami-İbrani -Süryani- Asuri-Keldani-Mihallemi-Maruni-Nusayri olarak adlandırılan Sami halk topluluklarıyız.

Bizler, Sami halk toplulukları olarak Beyt-Nahreyn, Mezopotamya olmadan öncede buradaydık. Tel Halef-Tel Obeid-Sumer- AKAD-Asur-Babil- Arami-Arab ve benzeri birçok ad altında medeniyetin ilk temellerini attık. Bu topraklarda birçok medeniyet kurduk. Bu topraklara yerleşen (Medler, Persler, Ermeniler, Romalılar, Kürtler, Türkmenler Vd.) tüm topluluklara nehirlere ev sahipliği yapan topraklarımız gibi bizde olanı onlarla paylaştık, bütünleştik. Mezopotamya’nın her köşesine medeniyetimizi yansıtan Şehirler kurduk. Romalılar, Selçuklular, Moğollar ve diğerleri birçok topluluğun hükümdarlığı altından yaşadıktan sonra 500 yıllık Osmanlı egemenliğinde diğer halklarla yaşadık. Birçok istilaya ve birçok katliama tanıklık ettik, Osmanlı dağıldı, kurulan TC ulus devletinde Türkler, Kürtler ve Çerkezlerle kaderimizi birleştirerek dört kurucu unsurdan biri olarak yer aldık ve bugüne geldik.

12. yy dan sonra beylik düzeyinde de olsa hükümranlık kuramadık, ancak var olan yapılanmaların bir unsuru olarak yer aldık. Baskının zulmünden dolayı etnik-kültürel varlığımızı koruyabilmek amacıyla kurduğumuz derneklere adımızı bile veremedik yaşadığımız şehirlerin ismini kullanarak ( Mardinliler-Siirtliler, Urfalılar, Hataylılar derneği gibi) örgütlenmemizi sürdürdük. Şehirlerimizin ismi yakın geçmişe kadar bizi temsil ediyordu. Siirt, Mardin, Urfa dedin mi, bugünkü Hatay gibi Arap -Arami halkı akla geliyordu. Demografik yapılarıyla, mimarileriyle tüm kültürel yapı taşlarıyla Arap şehirleriydi. Ancak son dönemlerde demografik yapı değişti sadece şehrin ismi artık aynı anlama gelmiyor. Bu tür örgütlenmeler bizleri ve kadim kültürümüzü temsil etmede, bizleri yansıtmada yetersiz kalıyor. Ve Türkiye’nin üçüncü büyük halkı, toplum mühendisliği çalışmalarıyla hiç örgütlenmemiş gibi yansıtılarak, örgütsüz gözüktüğü için yok sayılıyor, varlık inkâr edilince etnik-kültürel-siyasal haklarımız da ret ediliyor.

Bilinenin aksine ne Araplar ve Aramiler ne de Asuri-Süryani ve Keldaniler bir yerlerden göç etmiş « göçmen » halklar değildir. Aksine Beyt-nahreyn/Mezopotamya kültürünün kurucusu ve asıl sahiplerindendirler. Beyt-nahreyn/Mezopotamya’daki ( Bethnahrin, El Cezire, Mespot) belge ve tarihsel kalıtlarda Asuri-Arami-Arap kültürü M.Ö. 2850 ve daha eskilere Tel Halef ve El Obeyd kültürüne kadar uzanır. Göç yoluyla gelenlerin ise bu bölgede 1400 yıllık bir tarihi var. Yani Asuri-Arami-Arap kültürü bu coğrafyanın en kadim kültürlerindendir. Bu coğrafyanın diğer sahipleri gibi, özgün ve kadim bir tarihe sahip olduğunu bilimsel ve tarihsel kalıtlarda ortaya koyup gençlerimizde ve etnik yapımızda bir güven duygusunun yanı sıra, aidiyetlik duygusunun güçlenmesine ihtiyaç olduğuna inanıyoruz. Uzun asimilasyon ve baskı politikaları halkımızda ne yazık ki kültürel ve milli aidiyet duygularını çökertmiştir. Bu aidiyetlik duygusunun yeniden tesisi, kadim bir halkın ve kültürünün kaybolmaması – yaşatılması açısından büyük bir önem arz etmektedir. Arapça Birleşmiş Milletlerin 6 resmi dilinden birisidir.

Her halk kendi diliyle tanınır. Dil bir halk için var olmanın temel taşıdır.
Dil sanıldığı gibi sonradan elde edilen bir olgu değildir. Dil kültür gibi binlerce yıllık belleğin aktarımı ile doğuştan etnisiteyle elde edilen yaşam hakkı gibi bir haktır. Bizler Yukarı Beyt-Nahreyn coğrafyasının asal halkları Arap ve Arami halkları diyalektlerimizle, lehçelerimizle binlerce yıldır bu coğrafyanın asal unsurlarıyız. Bu coğrafyada oluşan medeniyetin temel taşlarıyız.

Coğrafyamızda yaşanan asimilasyon ve katliam gibi tüm olumsuzluklara rağmen varlığımızı koruyarak bu günlere geldik. Bu coğrafyanın asal bir unsuru olarak dilimizle kültürel yapımızla varlığımızı özgürce yansıtma hakkımızın olduğuna inanıyoruz. Bu konuda mücadelemizi kültürel özgürlüğümüzü kazanana kadar sürdürmeye kararlıyız.

Beyt-Nahreyn Arap-Arami Birliği olarak; Kadim halkımıza, var olma mücadelesinde azimli olması diline ve kültürel kimliğine sahip çıkması çağrısında bulunuyoruz.
Özellikle annelerimize çocuklarına anadillerini öğretmelerinin anne sütü kadar elzem olduğunu hatırlatmak istiyoruz. Çocuğunuzun bedeni nasıl anne sütüyle besleniyorsa benliği de kültürel kimliğiyle ve onun yansıması olan diliyle beslenecektir.

Halkımızın aydınları ve aktivistlerine çağrımız ise; Arapçanın Türkiye’de konuşulan lehçeleri, çeşitli konuşma dili metinleriyle kayıt altına alınmalıdır. Bu kayıtlar, çözümleme edilerek, standart (fasih) Arapçadan hangi noktalarda ayrıldığı, diyalekt ve lehçelerde ne tür farklılıklar gösterdiği belirlenmelidir. Bu konuda Sayın Necim Gül ve Şefik Gorgin’nin yaptıkları katkılarına minnettarız.

Arap ve Aramilerin Siirt’ten istanbul’a kadar yaşadığı yörelerde iki dillilik çalışmaları sürdürülmelidir.
Yaklaşık yüzyıldır süren yerel ve genel asimilasyonun sonuçlarından olumsuz etkilenen gençlerimiz benliğin temelini oluşturan aidiyet duygularını yitirerek kendilerine ve geleceklerine olan güvenlerini yitirmektedir. Gençlerimize kültürlerini öğrenmelerini sağlayacak çalışmalar yapılarak asimilasyonun sebep olduğu dejenerasyon engellenmelidir.

Türkiye’deki Araplar ve Aramiler, pek çok kesimin odaklandığı gibi, salt dini kimlikleriyle tanınması gereken bir toplum değildir, pek çok özellikleriyle, coğrafyamızın kültürel zenginliğinin bir parçasıdırlar ve bu bakımdan en azından tarihsel belgelerde ve bulundukları coğrafyada temsil edilerek siyasi ve kültürel anlamda yer almayı hak etmektedirler.

Beyt-Nahreyn coğrafyasında her dilin özgürce yansıdığı bir gelecek kurmak dileğiyle !
Var olmak haktır ! ve biz Yukarı Beyt-nehreyn Arapları olarak var olma hakkımızı kullanacağız.

Lisênné uvé Mevcudiyitné (Lisanimiz varlığımızdır)
Nîhné mé nékêrné şîy millé, inrîd kî şîy éxêt mé yînkîrné. (Biz kimseyi inkâr etmedik, Kimsenin de varlığımızı inkâr etmesin i istemiyoruz)
Nîhné inrîd dîn messîl rohnâ kemé lé nîhné Arab, Arami, Siryani kadîym, Keldani u Mehallimi. (Biz kendimizi olduğumuz gibi, Arap, Arami, Süryani, Keldani ve Mihallemi yansıtmak istiyoruz)

http://www.siirtnews.com/haber-7476-anadolu_araplari_dunya_arapca_gununu_kutladi.html